Türkiye’de polis şiddetinde sınır tanınmıyor. Her geçen gün orantısız güçten dolayı yaşamını yitirenlerin sayısı artıyor. Baran Tursun Vakfı, polislerin kullandığı orantısız güç sonucu 14 yılda 93’ü çocuk 404 kişinin yaşamını yitirdiği açıkladı.
Baran Tursun Vakfı, “Kolluk Güçlerinin Orantısız Güç Kullanımı Sonucunda Yaşam Hakkı İhlalleri Raporu-Ölmek Zorunda Değillerdi” başlıklı raporunu açıkladı.
Hak savunucuları Mehmet Tursun ve Dr. Günal Kurşun tarafından hazırlanan 59 sayfalık raporda “çoğu vakada siyasi yönü olmayan, polise şiddet uygulamayan, polisle çatışmayan, aralarında çocukların da olduğu 404 sivil insanın ölümüne" dair ayrıntılara yer verildi. Raporda, Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nda (PVSK) yer alan polislerin silah kullanma yetkisinin 2007 yılında genişletilmesi sonrası yaşanan ölümler yer aldı.
Baran Tursun Vakfı’nın veri tabanında kayıtlı 404 vakanın analizi sonucunda oluşan raporda, şu ifadelere yer verildi:
“PVSK’de düzenlenen 16’ncı maddeye göre ‘Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir’ deniliyor.
PVSK'de 2007 ve 2015 yıllarında yapılan değişikliklerle, polisin ateşli silah kullanma konusunda arttırılan yetkilerine tereddüt göstermeden başvurmaları sonucu, yaşam hakkı ihlallerinin önemli ölçüde arttığı gözlenmektedir. Yasanın öngördüğü gibi ‘son seçenek’ olarak silahını kullanması gereken polis, makul şüphe, öngörü ve takdir gibi yeterince eğitimini almadığı soyut kavramlara kendince bazı anlamlar yükleyerek, neredeyse ‘ilk seçenek’ olarak silahını ölümcül sonuç verecek şekilde kullanmaktadır.”
Raporda, son 14 yılda 93 çocuğun, 70 kadının ve 241 erkeğin öldürüldüğü bilgisine yer verildi.
Raporda, sorunun çözümü için ise şu öneriler sıralandı:
“* Görevli polis hakkında yaşam hakkı ihlaline ilişkin bir soruşturmanın olduğu durumlarda, söz konusu kişinin aktif görevde kalmasına müsaade edilmemeli ve terfi verilmemelidir.
* Hukuka aykırı öldürme vakalarında savcılar daha hafif suçlar yerine daima öldürme suçundan dava açmalıdır. Açılan davalar bağımsız, tarafsız ve etkili yargı organlarınca görülmeli, olası cezasızlık algısının önüne geçilmelidir.
* Polisin taraf olduğu yaşam hakkının ihlal edildiği davalarda, başta delilleri toplama ve muhafaza olmak üzere tüm iş ve işlemlerin yanı sıra soruşturmaya esas alınacak olay yeri inceleme görevi polis gücünden alınıp jandarma gücüne verilmeli, böylelikle delil yaratma ve delil karartma iddialarının önüne geçilmelidir.
* Yakınlarını kaybeden ve şikayette bulunan kişilere karşı misillemede bulunulmamasına yönelik adımlar atılmalıdır. Şikayette bulunan kişilere karşı uygulanan karşı suçlama uygulamalarına son verilmelidir.
* Tehdit altında bulunduklarını ifade eden tanıkların, mağdurların, mağdur ailelerinin ve üçüncü tarafların kendilerini emniyette hissetmelerini sağlayacak daha güçlü ve etkili koruma programlarının uygulanması bir öncelik olarak ele alınmalıdır.
* Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nun 4.maddesine (2559 sayılı yasanın 16.maddesine) eklenen ‘Makul şüphe, öngörü ve takdir’ gibi kavramları konusu, polise verilen eğitimlerde ayrıntılı şekilde işlenmelidir.
* Ölümcül güç kullanımının son çare olarak ve yalnızca gerektiğinde, hayat kurtarmak için kullanılabileceğinin yasalarda soyut kavramlarla değil, somut kavramlarla ve net olarak ifade edilmesi, mevzuatın uluslararası standartlara uygun hale getirilmesi sağlanmalıdır."