PKK'nın silah bırakması, geçtiğimiz haftaların en önemli gündem başlıklarından biriydi. Samanyoluhaber.com yazarlarından Harun Tokak, bu dikkat çeken gelişmeden yola çıkarak yıllar öncesinde dağa çıkan gençleri kazanmak için yapılan önemli çalışmaları köşesine taşıdı.
Poşu
Geçtiğimiz günlerde, “Silahlara Veda” töreni yapıldı. Tören bir dağın dibinde oldu. KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Bese Hozat; “Sizlerin huzurunda silahlarımızı özgür irademizle imha ediyoruz.” dedi. Sonra silahlara veda seremonisi başladı. Otuz PKK’lı, silahlarını ve palaskalarını sırayla çıkararak hazırlanan dev demir kâseye koydular. Bese Hozat, eline meşaleyi aldı, silahları tutuşturdu. Alevler gökler yükseldi. Silahlara veda edildi. “Silahlara Veda” romanının yazarı Hemingway, “Ne kadar haklı gerekçeleri olursa olsun savaş bir insanlık suçudur.” diyor. 20. yüzyılın en önemli romanları arasında gösterilen kitabı okurken her sayfada bedeninizden bir parça daha eksildiğini hissediyorsunuz. Kopan kollar, parçalanan bacaklar, yere dökülen bağırsaklar ve boşuna asker yolu bekleyen analar, sevgililer, çocuklar… Dağın eteğinde “Silahlara Veda” töreni bitince Kadın ve erkek militanlar yine geldikleri gibi sessizce taş merdivenlerden dağa doğru tırmanmaya başladılar. Bu esnada çocukları PKK’da olan anneler ve bazı siyasetçiler gözyaşlarını tutamadılar. Çıkışı vardır da inişi yoktur o dağların. Doğuda dört yıl öğretmenlik yaptım. Bir sabah gelirsin her gün görmeye alıştığın hayat dolu bir veya birkaç öğrencinin sırası bomboştur. Bir hüzün kaplar içinizi. Bir çaresizlik kuşatır. Gönüllü gidenler olsa da bazı genç kızlar ve erkekler zorla dağa götürülür. Her evden en az bir kişi dağa kurban vermek zorundadır. İşte o zaman analar çaresiz kalır. Geceleri dağlarda yankılanan kurşun sesleri anaların yüreğini paramparça eder. Dağlarda ölüm kovalayan yavrularının fotoğraflarına sarılıp yatarlar. Tören vesilesiyle o analardan birinin de silahları ateşe veren Bese Hozat’ın anası olduğunu öğreniyoruz. Geyik Oran Ana, “Bese’nin yaşadığını bilmiyorduk.” diyor. “Kızım gideli 25 yıl oldu. “ Çok yaşlıydı, zor konuşuyordu. Yüzü güneş kavruğu idi. Ağzında diş kalmamıştı. “Kızım dönsün kurbanlar keseceğim.” diyor. “Yedi kurban keseceğim.” Geyik Oran ananın feryadında yarım asırlık acının tarihi yatıyordu. Terör geride onulmaz yaralar bıraktı. Evler yıkılıdı, ocaklar söndü, köyler boşaltıldı. Yarıdan fazlası asker, polis, korucu olmak üzere 15 binden fazla insan şehit oldu. Terör saldırılarında yaklaşık 30 bin kişi de yaralandı. Ölen PKK’lı sayısı yaklaşık 50 bini geçti. Terörün Türkiye'ye maliyeti ise 2 trilyon dolardan fazla… Geçenlerde Emniyet müdürü Hasan Yılmaz’ın “İnsanın Başkenti” adındaki kitabı elime geçti. Her hikâyenin sonundaki “Neden daha önce gelmediniz?” sözü kitabın başından sonuna kadar bir fon müziği gibi sürüyor. Fethullah Gülen Hocafendi, evlerle, yurtlarla, üniversite hazırlık dershaneleriyle, okullarla, etüt merkezleriyle, üniversitelerle dağa giden yolların önüne bariyerler oluşturmaya çalıştı. Çok hayırlı hizmetler oldu. PKK dağa çıkmalara mâni oluyor diye doğudaki yurtları, okulları ateşe verdi. İdealist insanlar yılmadı. Kahramanca mücadele verdi.
Hasan Yılmaz’ın kitabından bir şey daha anlıyorum ki o yıllarda fedakâr polislerimiz de boş durmamış. Hasan Yılmaz kitabına, “Kendini ve Çocuklarını Zehirlemek İsteyen Anne” başlıklı bir yaşanmışlık hikayesiyle başlıyor.
“2009 yılıydı.” diyor. “Urfa’da görev yapıyordum. Terör, narkotik ve çocuk şube ekipleriyle ev ziyaretleri yapıyorduk. Bir okul müdürü, çocuk şube müdürümüze Meryem adında bir kız öğrencinin davranış değişiklerinden bahsetmiş. Bir akşam Meryem’in ailesine gittik. Baba, anne ve altı çocuk bir odada yaşıyordu. Duvarlar, eşyalar, giydikleri elbiseler yoksulluk yağmurlarında sırılsıklamdı. Aile çok perişandı. Büyük erkek çocuk İstanbul’da çalışıyormuş. Aile bir miktar onun gönderdiği para ve yaz aylarında anne ile kızların tarlada, çapada çalışmaları ile geçimlerini zar zor sağlıyormuş. Yanımızda getirdiğimiz kırtasiye ve erzak paketlerini girişte kapının arkasına bir yere bıraktık. Paketleri size getirdik diye onları utanca boğmadık. Baba sanki bizim ziyaretimizden hiç memnun olmamıştı. Hep sustu. Sorularımıza kaçamak cevaplar verdi. Sonraki gün anne büyük kızı ile ziyaretime geldi. “Hasan Bey, ziyarete geldiğiniz günü nasıl tespit ettiniz?” dedi. “Arkadaşlar belirledi.” dedim. “Ben dün sabah namazında camide dua ve tövbe ettim. Akşam yatmadan önce kendimi ve çocuklarımı fare zehiri ile zehirleyecektim. Eğer gelmemiş olsaydınız ben kendimi ve çocuklarımı zehirlemiş olacaktım. İşte o akşam siz geldiniz. Ortanca kızıma telefonunuzu vermişsiniz. Bir sıkıntınız olursa arayın, demişsiniz. Kocam, okuyup da ne yapacaklar diye çocuklarımı dağa gönderecekti. Sizden sonra tonla sopa yedim. Vücudumun her tarafı kan revan içinde kaldı. O halimle ellerimi açtım; “Allah’ım sana şükürler olsun, sesimi, feryadımı duydun. Bu polisleri çocuklarıma çare olarak gönderdin.” dedim. Vücudumun her tarafı morardı, kafamdan kanlar akıyordu. Hiçbir tarafıma yatamadım. Küçük bahçede çömelerek sabahı ettim. Hiç şikayetçi değilim. Rabbim sesimi işitmiş ve sizi göndermişti. Herkes yattıktan sonra kalkıp ben kan revan içinde şükür namazı kıldım.” Hasan Yılmaz, “Aile kurtuldu.” diyor. “Küçük kızın böbrek rahatsızlığı vardı. Tedavi ettirildi. Büyük kıza iş bulundu. Eğitim gören ortanca kıza burs temin edildi. Yurda yerleştirildi. Üniversite okudu. Mezun oldu. Şu anda bir işte çalışıyor. “Bizi o gece o eve gönderen kimdi? Bu olay bizi kamçıladı.” Diyor. Sokaklarda çöp toplayan, çeşitli suçlara karışmış, terör, madde bağımlısı gibi gençlerle ilgili dört ayrı proje geliştirdik. İki ay boyunca çocuk şubeden komiser Mehmet Bey ve iki çalışma arkadaşı güneş doğmadan çok önce yollara düşerek, sokakta çöp toplayan çocuk ve gençleri tespit etti. Sabahın erken saatini seçmemizin sebebi bu çocuklar çöp arabaları geçmeden önce çöp topluyorlardı. Çöp arabaları geçince geride bir şey bırakmıyordu. Arkadaşlarımız 60’a yakın genç tesbit ettiler. Bu gençler, kaynakçılık garson, kaportacılık, oto tamiri, kuaför ve müzik, halk oyunları gibi eğitimler aldılar. Kişisel gelişim, genel kültür, temizlik adabı, görgü kuralları gibi eğitimler de verdik. Eğitim dönemi sonunda gençler ve onlara emek veren eğitimciler uçakla İzmir, Çanakkale gibi illere geziye götürüldü. İlk defa uçağa biniyorlardı. Uçak kalkınca hep bir ağızdan, “Uçiiik Mehmet Ağabey, uçiiik!”diye bağırmışlar. Bu gençler anneler gününde annelerine polis evinde yemek verdiler. Yemekten sonra bir anneye sordum. “Polisimizden memnun musun?” “Evladım! Onlara polis deme,” dedi, “Onlar seher vakti evimize çıkıp gelen melekler.” Proje sorumlusu Komiser Mehmet’ e annenin sözlerini aktarınca göz yaşlarını tutamadı. Yıllarca tek tip insan yetiştirmeye çalıştık. İnsanların inanç ve kültürel değerlerini yok saydık. Genetiğini değiştirmeye çalıştık. Acı tablo ortada… Yazar Hasan Yılmaz kitabında “17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonu” sonrasında tutuklanarak Silivri’ ye gönderilen İstanbul Terör Müdürü Ömer Köse’nin eşi Semra Köse’den dinlediği bir hikayeye de yer veriyor. Semra Köse,“Koordinatörlüğünü şu an Silivri’de yatan Serdar Bayraktutan’ın yaptığı “7 Kentten 7 Tepeli Kente” projesi kapsamında Doğu Anadolu’dan 50 kadar genç İstanbul’a gelmişti” diyor. “Eşim Ömer Köse fırsat buldukça gençlerin programına katılıyordu. Ama ben sürekli onlarla beraberdim. Tertemiz, heyecan dolu ışıl ışıl gençlerdi. Aslında hepsiyle ilgili ayrı ayrı anlatacaklarım var ama ben bugün size Aydın’ı anlatacağım. Aydın, Şırnak’lıydı. Lise son sınıf öğrencisiydi. Boynunda poşusu, hiç gülmeyen yüzüyle hemen dikkati çekiyordu. Gözlerinin içindeki samimiyet, saflık ve temizliği görülmeğe değerdi. Onu biraz konuşturmak istedim. İlk gün başarılı olmadım. Boynundaki poşusunu fotoğraf çektirmek için isteyene bile vermiyordu. 3. gündü. Bir yerde çay içerken Aydın, eşim Ömer’den telefon numarasını istedi. Ömer verdi. Aydın hemen çaldırdı. Kocaman açılmış gözleriyle, “Hayret, ilk defa bir polis bana çekinmeden gerçek telefonunu veriyor.” dedi. Ben neden bu kadar şaşırdığını sordum. “Yenge biz doğuda polisi sevmeyiz. Onlar da bizi sevmez ve muhatap olmazlar. Sizi geldiğim günden beri izliyorum. Kendi çocuklarınız gibi ilgileniyorsunuz, bizimle vakit geçiriyorsunuz. Buna çok şaşırdım. Biz polisleri düşman olarak biliyorduk. Özür dilerim. Akranlarımdan bazıları dağa çıktı. Ben de bir ara dağa çıkmayı düşündüm. Size söz veriyorum teneffüslerde bile ders çalışıp üniversite okuyacağım.” Ayrılık vakti gelmişti. Sabah 6.00’da havaalanındaydık. Doğu yakası yeni aydınlanıyordu. Buruk bir vedalaşma oldu. Sabahın ilk ışıklarında gençler uçağa binmek üzere kontrolden geçti. Bir ara ortalık hareketlendi. Aydın koşarak yanıma geldi. Boynundan hiç çıkarmadığı poşusunu boynuma taktı. “Beni ve arkadaşlarımı unutma yenge, olur mu?” dedi. Dilim tutulmuştu. Öylece göz yaşları içinde kalakaldım. Aydın unutmadı bizi. Hep aradı, sordu. Bir kandil gecesi arayıp unuttuğu soyadımızı sordu. “Köse.” dedik. Nedenini sorduğumuzda “Sizin için hatim okudum. Soyadınızla dua edeceğim.” dedi. Hayatımızın en güzel hediyesidir bizim için o hatim. Bir de Aydın’ın boynuma doladığı o poşu…
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.