Prof. Dr. Suat Yıldırım, dün dostu merhum Prof. Dr. Salih Akdemir'i ölüm yıldönümünde yazmış ve onu güzel hasletlerini yazıya dökmüştü.
Prof. Dr. Yıldırım'ın yazısında da bahsettiği, Hizmet Hareketi'ne yönelik başlayan hükümet kaynaklı iftira, yalan, ve karalama kampanyasına o dönem karşı çıkan bir avuç İslam Profesörü'nden olan merhumun, ölmeden önce Zaman Gazetesi için yazdığı yazıyı yeniden yayınlamayı uygun görüyoruz. O yazıda Hocaefendi başta olmak üzere Hizmet gönüllülerine iftira ve hakaretlerle saldıran kişi tövbeye çağrılıyor ve bilindiği üzere bu konuşmaları yapan kişinin imanını kaybedebileceği ifade ediliyor. Hizmet Hareketi mensubu olmayan Merhum Akdemir, bu yazı yayınlandıktan kısa süre sonra, (Ağustos 2014) geçirdiği rahatsızlık sonucu vefat etmiştir. İşte o yazı:
Vicdanları kanatan duruma bir hal çaresi önerisi
Prof. Dr. SALİH AKDEMİR / A.Ü. İlahiyat Fakültesi, Tefsir Anabilim Dalı Başkanı
15 Mart 2014, Cumartesi / Zaman Gazetesi
Vicdanlarımızı kanatan içinde yaşadığımız olumsuz süreci, uzmanlık alanımız olan, Vahiy Süreci doğrultusunda değerlendirmek ve çözüm yolları önermek istiyoruz.
İnsanlığa Son Çağrı olan Kur’ân-ı Kerim, inananlar için kıyamete dek devam edecek olan bir hidayet rehberi, bir yol göstericidir. Gerçek kurtuluş O’nun belirlediği yoldadır. Gerçekten de Kur’ân-ı Kerim, bu yaşadığımız sürecin ortaya çıkış nedenleri ve çözümleri konusunda bize yol göstermektedir. Genelde bu gibi süreçler, birtakım provokatörlerin, çıkarcıların ve münafıkların kışkırtması ile başlar. Kur’ân-ı Kerim bu gibi durumlardan korunmak için, izlememiz gereken yol konusunda bizleri aydınlatmaktadır: “Ey inananlar! Eğer fâsık biri size bir haber getirecek olursa, bilmeden bir halka kötülük etmemeniz ve dolayısı ile yaptıklarınıza pişman olmamanız için, onun doğruluğunu iyice araştırın. İçinizde Allah’ın elçisi olduğunu bilin. Eğer o, birçok işte size uymuş olsaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalplerinize güzel göstermiş, inkârı, fıskı ve isyanı ise size çirkin göstermiştir. İşte onlar, Allah’ın lütfu ve nimeti sayesinde doğru yolu izleyenlerdir. Allah, gerçekten de çok iyi bilen, çok bilge olandır.” [49 Hucurât Sûresi,6-8]
İşte bu gibi çıkarcı, kötü niyetli, işbirlikçi kişiler, inananları birbirlerine düşürebilmektedirler. Böyle bir durum söz konusu olduğunda, yapılması gereken, sürece soğukkanlılıkla ve bilgelikle yaklaşmasını bilmektir. Konuyu derinlemesine araştırmadan atılacak adımlar, pişmanlık doğuracak sonuçlar doğurabilir. Bu gibi durumlarda yapılması gereken, inananların, Kur’ân-ı Kerim’in şu ayetleri doğrultusunda hareket etmeleridir:
“İnananlar, ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin aralarını düzeltin ve Allah’ın sevgisine kavuşmanız için de (daima) Allah’ın bilincinde olun! Ey inananlar! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasınlar. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın! İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir namdır! O halde kimler tövbe etmeyecek olurlarsa, bilsinler ki, onlar, zalim olanlardır!” [49 Hucurât Sûresi, 10-11] Kardeşlerin aralarını bulma konusunda yapılacak en önemli iş, kardeşleri birbirlerine karşı kullanacakları üslup konusunda gereken uyarıları yapmaktır. Üslup konusunun inanan bir insanı iman dairesinden çıkaracağı ayette açık bir biçimde ifade edilmiştir. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün ilk zamanlarda sorunun aşılması konusunda tarafları öncelikle üsluplarını, yani söylemlerini değiştirmeye davet etmesi bu bakımdan son derece anlamlıydı. Gerçekten de öncelikle yapılması gereken budur. Bu yapılmadığı takdirde problemin çözülemeyeceği açıktır. Bülent Arınç Bey’in önceden sahiplendiği cemaatin yurtdışındaki okullarının ve iş bağlantılarının gerçekleşmesinde Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yönlendirmelerini ve katkılarını hiç kimse inkâr edemez. Milyonların gönlünde taht kurmuş bir zatın, Kur’ânî ahlaka uygun düşmeyen birtakım çirkin lakaplar ile vasıflandırılarak karalanmak istenmesi, sadece Cemaat’e bağlı olanları değil, ülkemizde ve dünyada pek çok mü’mini derinden yaralamış ve üzmüştür. Bazıları Fethullah Gülen Hocaefendiyi sevmeyebilir, görüşlerini ve yaklaşımlarını beğenmeyebilir ve onları dilediği gibi eleştirebilir. Bu, onların en doğal hakkıdır. Ancak doğal olmayan, yanlış olan, inanan biri için, “Yalancı peygamber, sahte veli, içi boş âlim müsveddesi” gibi son derece çirkin ifadelerin hem de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tertiplediği bir ödül töreninde kullanılmasıdır. Burada üzücü olan, bu sözler karşısında, hiç kimsenin hiçbir tepki göstermemesidir. Bu sıfatlar, ancak dinsiz biri için kullanılabilir. Bir insanın dinsizliğine hükmetmek ise, açıkça kendisi ifade etmediği takdirde, sadece Allah’a ait bir haktır. Yüce Mevlâ’mız, bu konuya şöyle dikkatlerimizi çekmektedir:
“İnanan ve iyi işler yapanlara gelince; Biz, onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağız; onlar orada sürekli kalacaklardır. İşte bu Allah’ın gerçek vaadidir: Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir ki...? (Ancak, cennete kimin gireceğine karar vermek) ne sizin ne de kitap ehlinin istemesine göredir. Kim, bir kötülük işlerse, ondan dolayı cezalandırılır ve kendisi için Allah dışında ne bir dost ne de yardımcı bulur. Şu halde, ister erkek isterse kadın olsunlar, kimler, inanmış olarak, iyi işler yaparlarsa, çok iyi bilin ki, onlar, cennete girecek ve zerre kadar haksızlığa uğratılmayacak olanlardır. ” [4 Nisâ Sûresi, 122-124]
Yeri gelmişken hemen belirtelim ki, Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Bir kimse, birine küfür isnat ederse ve o özellik onda yok ise, küfür isnadı kendine geri döner.”
Aynı durum Cemaat üyelerinin “Haşhaşiler” olarak nitelenmesi için de geçerlidir. İnananlar ile ilgili bu gibi nitelemelerde bulunanların acil olarak yapması gereken, bir an önce tövbe ederek, hatalarından geri dönmeleridir. Aksi halde onlar ile ilgili ayet son derece açıktır: “Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın! İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir namdır! O halde kimler tövbe etmeyecek olurlarsa, bilsinler ki, onlar, zalim olanlardır!” [49 Hucurât Sûresi, 11]
Kur’ân adına yapılmasını gerekli gördüğüm bu açıklamalardan, bazıları benim Cemaat üyesi olduğum sonucuna ulaşabilirler. Hemen belirteyim ki, benim Cemaat ile hiçbir bağım yoktur. Herkes çok iyi bilir ki, ben, inanmayanlar da dâhil olmak üzere herkese eşit mesafede duran biriyim. Bir Kur’ân hâdimi olarak bana düşen, her zaman doğruları söylemektir. Bu yazıyı yazmamın nedeni de budur. Amacım, inananları, değerleri savunanları, başlarına gelecek olanlar konusunda bilinçlendirmektir. Gereken tedbirler, zamanında alınmadığı takdirde bizleri bekleyen olumsuzluklardan kurtulmamız asla olası değildir.
Aslında içinde bulunduğumuz durum iç açıcı da değildir. Böyle bir kanaate ulaşmamın nedeni, medyanın ve basının, gerçeklerden uzak bir biçimde, kutuplara ayrılması, hiç çekinmeden birbirlerine karşı yalanlarda ve iftiralarda bulunmalarıdır. Bu çıkmazdan kurtulmak için seçim yapmak zorundayız. Ya gerçek inananlar olarak, her ne pahasına olursa olsun, her zaman doğruları, değerleri, aleyhimize olsa bile savunacağız ya da inancımızı kaybetmek pahasına onları savunmayacağız. İnananlar için seçim bellidir: Her ne pahasına olursa olsun, gerçekleri savunmak… Aksi davranışların bizi Yüce Mevla’mızın rahmetinden uzaklaştıracağı açıktır. Bu girdaptan kurtulmanın yolunu Yüce Mevla’mız bize açıkça bildirmektedir: “Ey inananlar! Allah elçisi, her ne zaman sizi size hayat verecek olan konulara çağıracak olsa, Allah’a ve elçiye uyun ve Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O’nun huzurunda bir araya getirileceğinizi bilin! Fitne konusunda her zaman duyarlı olun; çünkü o, (çıktığında) özellikle sadece içinizdeki zulmedenlere bulaşmakla kalmaz… Allah’ın da cezalandırma konusunda çok şiddetli olduğunu bilin!” [8 Enfâl Sûresi, 24-25]
Demek ki, fitne ve fesat konularında her zaman duyarlı olmamız gerekir. Fitneden kurtulmanın yegâne yolu da, inananlar olarak birbirimizi kardeşler ve dostlar olarak görmemizdir… Aksi halde fitneden kurtuluş, İlahî buyruk gereği, asla söz konusu olmayacaktır: “İnkâr edenler de birbirlerinin dostları ve koruyucusudurlar. Eğer siz de (aranızda onlar gibi) davranmazsanız, ülkede baskı, zulüm ve (dolayısıyla) çok büyük bir kargaşa egemen olur.” [8 Enfâl Sûresi, 73]
Şu halde biz inananlara düşen, birbirimizi, birbirini yok etmek isteyen düşmanlar olarak görmek yerine, dost olarak görmeye çalışmaktır. Bu kardeşlik ve dostluk sürecini bir an önce gerçekleştiremezsek bizi bekleyen acı son ortadadır. Bu durum ise, ancak güzel ülkemizin gelişmesini istemeyen bazı dış güçleri sevindirir. Zaten onların amacı, güzel ülkemizi parçalamak değil midir? Şurasını hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, yeryüzünde gerçek anlamda barışın, sevginin, kardeşliğin ve adaletin egemen kılınması, sömürü sistemlerinin yok olması, her ne pahasına olursa olsun değerleri savunan lider bir Türk devletinin varlığına bağlıdır. Birleşmiş Milletler’de sürekli bir biçimde tanık olduğumuz olaylar, bu konuda ne kadar haklı olduğumuzu açıkça gözler önüne sermektedir.