Samanyoluhaber yazarı Prof. Dr. Osman Şahin bu haftadandan itibaren Pazartesi ve Cuma günleri, iki gün yazacak.
PROF.DR. OSMAN ŞAHİN- SAMANYOLUHABER.COM
ALLAH HAKKINDA GÜZEL ZAN VE RAHMET 4
Bediüzzaman Hazretleri Onsekizinci Söz’ün ikinci noktasına serlevha edilen “(O Allah ki), yarattığı her şeyi güzel ve muhkem yaptı.” (32/7) âyetindeki bir sırrı şöyle ifade etmektedirler:
“Her şeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hâdise, ya bizzat güzeldir; ona hüsn-ü bizzat denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki; ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zâhiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zâhirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.”
Zahiren çirkin gibi gözüken fırtınalı yağmurlar, çamurlu topraklar, sonbaharda meydana gelen tahribatlar ve ayrılıklar perdesi altında, güzel baharların vücuda gelmesinin hazırlıkları devam etmektedir.
Üstad Hazretleri, insanların kendilerine bakan sonuçları itibarıyla, hadiselerin şer veya hayır olduklarına karar vermelerinin büyük problemlere yol açtığına dikkat çekmektedirler: “Fırtına, zelzele, veba gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişâfı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemâsız kalan birçok istidâd çekirdekleri, zâhiri çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir.
Güya umum inkılâplar ve küllî tahavvüller, birer mânevî yağmurdur. Fakat insan, hem zâhirperest, hem hodgâm olduğundan zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhâkeme ederek şer olduğuna hükmeder. Hâlbuki; eşyanın insana ait gayesi bir ise, Sâni’inin esmâsına ait binlerdir…
Hem insan hodgâmlık ve zâhir-perestliğiyle beraber, her şeyi kendine bakan yüzüyle muhâkeme ettiğinden pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hilâf-ı edep zanneder…
Nasıl ki, bize görünen çirkin mahlûkların ve hâdiselerin zâhirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli sanat ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâni’ine bakar ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar ve pek çok zâhirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitâbet-i kudsiyedir.”
Batılı Devletler Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında tecrübe ettikleri büyük acılardan ve yıkımlardan aldıkları derslerin neticesinde, asırlar boyunca aralarında devam edegelen büyük savaşların yaşanmasına neden olan ayrılıkları ve ihtilaf sebeplerini bir kenara bırakıp, ancak 20. Yüzyılın ikinci yarısından sonra bir birlik haline gelmeye muvaffak olabilmişlerdir. Esaret altında bulunan ülkeler bu dönemde bağımsızlıklarını elde edebilmişlerdir. Dünya savaşları, zahiren büyük şerlere yol açmış olmalarına rağmen neticesi itibarıyla büyük hayırlara da vesile olmuşlardır.
Asr-ı Saadetle İslâm Dünyasında yaşanmaya başlayan he türlü insan hakları, adalet, başka kültür, din ve milletlerle beraber yaşam kültürü gibi hususlara, Batı Dünyası ancak Dünya Harplerinin yol açtığı büyük felaketleri yaşadıktan sonra belli ölçüde ulaşabilmişlerdir.
Yaşanan veba gibi büyük felaketler de başıboş rastgele meydana gelmezler. “Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musîbet başa gelmez…” (64/11). Cenab-ı Hakk’ın bu musibetlerle de murad buyurduğu birçok hikmetler söz konusudur. Buradan hareketle, Corona virüsünün bütün dünyada bu şekilde yaygın olması ve uzun suredir devam ediyor olmasının da, zamanla anlaşılabilecek çok hikmetleri barındırmış olduğu söylenebilir.
RABBİMİZ MERHAMETİ KENDİ ZATINA TEMEL BİR İLKE EDİNMİŞTİR
14. Lem’a’nın İkinci Makamında bütün Kainat’ı kuşatan rahmet hakikati şöyle ifade edilmektedir: “Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşahede, rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedâhe, yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlûkatı terbiye eden, bilbedâhe, yine rahmettir. Ve, bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koşturan, bilbedâhe, rahmettir. Ve bu hadsiz fezayı ve boş ve hâli âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, bilmüşahede, rahmettir. Ve bu fâni insanı ebede namzet eden ve ezelî ve ebedî bir Zâta muhatap ve dost yapan, bilbedâhe, rahmettir.”
Üstad Hazretlerinin burada ele aldığı bu temel hakikat “Âyetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman onlara: “Selam sizlere!” de! Rabbiniz merhameti kendi Zatına temel bir ilke edinmiştir. Sizden kim bilmeyerek bir günah işler de sonra ardından tövbe eder ve halini düzeltirse Onun da gafur ve rahîm (çok affedici ve merhametli) olduğunu bilmelidir. (6/54)” ayet-i kerimesinde ne güzel ifade edilmektedir. Her şeyde asıl olan rahmettir. Rahmet olarak görülmeyen hususlar ise, bu rahmet hakikatine aykırı olarak hareket edilmesi, şirk ve isyan içerisine girilmesinden dolayı bu rahmetten istifade edilmemesinden kaynaklanmaktadır.
Hazret-i Bediüzzaman 15. Şua’da “Errahmanirrahim” kelimesini açıkladığı yerde bu rahmeti şöyle anlatmaktadırlar: “Güya kâinat, gül çiçeğinin yaprakları ve mısır sümbülünün gömlekleri gibi birbiri içinde sarılı, yüz binler ayrı ayrı, çeşit çeşit sofralardır ki; o sofralar adedince ve onlardaki taamlar ve nimetler miktarınca diller ile ve ayrı ayrı, küllî ve cüz'î lisanlar ile bir Rahmân-ı Rezzâk’ı, bir Rahîm-i Kerîm’i bütün bütün kör olmayana gösterir.”
Bu açıklamadan sonra, akla gelen “Bu dünyadaki musibetler, çirkinlikler, şerler; o ihatalı rahmete münâfidir, bulandırıyor.” sorusuna cevap verilmektedir: “Her bir unsurun, her bir nev'in, her bir mevcudun; küllî ve cüz'î, müteaddit vazifeleri ve o her bir vazifenin çok neticeleri ve meyveleri var. Ve ekseriyet-i mutlakası, maslahat ve güzel ve hayır ve rahmettirler. Ve az bir kısmı, kabiliyetsizlere ve yanlış mübâşeret edenlere.. veya ceza ve terbiyeye müstahak olanlara.. veya çok hayırları sümbül vermeye vesile olanlara rast gelir.”
“VEYA ÇOK HAYIRLARI SÜMBÜL VERMEYE VESİLE OLANLARA RAST GELİR.”
Günümüzdeki yaşanan ifritten sürece de bu açıdan bakılabilir. Bela, musibetler ve zahiri celalli olan hadiseler neticeleri itibarıyla çok büyük güzelliklere vesile olmaktadırlar. Bir de eğer bunları yaşamak zorunda kalanlar peygamberler ve peygamberlik davasının varisleri ise, böyle olaylar çok daha büyük ve bereketli hayırları meyve vermektedirler. Allah’ın (celle celâluhu) verdiği, sümbüllenerek çoğalan bu büyük lütuflar karşısında, hakikat erleri bile büyük hayretler ve şaşkınlıklar yaşarlar.
Yaşadıkları bu eza ve cefaların neticesinde, hayatlarının en büyük gayesi olan hizmet-i imaniye ve Kurani’ye’de çok büyük inkişaflar meydana gelmektedir. Bir taraftan en yüksek hedefleri olan, kendilerinin hakiki tevhide ulaşmaları ve Allah’a (celle celâluhu) yakınlaşmaları gerçekleşirken diğer taraftan da hizmet imkân ve ortamları hazırlanarak, Hizmet’in yeni kitlelere ulaşması mümkün hale gelmektedir. Bu, tarih buyunca böyle olduğu gibi, içinde bulunduğumuz zaman diliminde, Üstad Hazretleri, Hocaefendi ve cemaatlerinin yaşadıklarında da bu boyutları görmek mümkündür.
Üstad Hazretleri, Mektubat’ta, A’li Beyt ile ilgili “O mübarek zâtların başına gelen o feci, gaddârâne muâmelenin hikmeti nedir?” sorusuna verdiği cevapta, dört adet hikmetleri zikrettikten sonra, asıl dikkat edilmesi gereken boyuta şöyle dikkat çekmektedirler: “Mezkûr dört esbap, zâhirîdir. Kader noktasından bakıldığı vakit, Hazreti Hüseyin ve akrabasına o facia sebebiyle hâsıl olan netâic-i uhreviye ve saltanat-ı ruhaniye ve terakkiyât-ı mâneviye o kadar kıymettardır ki; o facia ile çektikleri zahmet, gayet kolay ve ucuz düşer. Nasıl ki bir nefer, bir saat işkence altında şehid edilse; öyle bir mertebeyi bulur ki, on sene başkası çalışsa, ancak o mertebeyi bulur. Eğer, o nefer şehid olduktan sonra ona sorulabilse “Az bir şey ile pek çok şeyler kazandım.” diyecektir.””
Günümüzdeki Hizmet insanlarının durumu da aynen bu şekildedir. Hadiselerdeki rahmet vecihlerinin ve lütfedilenlerin farkında olanlar, yaşanmış felaketler ve acılar çok büyük olsa da “keşke bunlar yaşanmasaydı” düşüncesine girmezler, ama ifritten sürecin, bela ve musibetlerin ve mazlumların mağduriyetlerinin bir önce bitmesi için de dua dua yalvarırlar.
Üstad Hazretleri, 15. Şua’da, bu hususu anlamaya yardımcı olacak tespitler yapmaktadırlar: “Zâhirî, cüz'î bir şer; bir çirkinlik olur, bir merhametsizlik görünür. Eğer o cüz'î şer gelmemek için, rahmet tarafından o unsur ve küllî mevcut, o vazifesinden men edilse; o vakit bütün hayırlı, güzel, sâir neticeleri vücut bulmaz. Bir hayrın ademi, şer ve bir güzelliğin bozulması, çirkinlik olması itibarıyla o neticeler adedince şerler, çirkinlikler, merhametsizlikler husûl bulur. Demek birtek şer gelmemek için yüzer şerler, merhametsizlikler irtikâb edilir ki; bütün bütün hikmete, maslahata, rubûbiyetteki rahmete muhalif düşer.
Mesela kar, soğuk, ateş, yağmur gibi nevilerin yüzer hikmetleri, maslahatları içinde bazı dikkatsiz ve ihtiyatsızlar, sû-i ihtiyârlarıyla kendileri hakkında şer yapsa; mesela elini ateşe soksa, “ateşin hilkatinde rahmet yoktur” dese; ateşin had ve hesaba gelmeyen hayırlı, maslahatlı, merhametli faydaları onu tekzip edip ağzına vurur.”