[Prof. Dr. Osman Şahin ] Cevabı çarpıtılan soru

Bazıları ısrarla süreçte Hizmet hareketinin yaşamış olduğu mağduriyetleri ve mazlumiyetleri nazara vererek, Hizmet Hareketinin başarısız olduğunu iddia etmektedirler.
Prof. Dr. Osman Şahin

Bazıları ısrarla süreçte Hizmet hareketinin yaşamış olduğu mağduriyetleri ve mazlumiyetleri nazara vererek, Hizmet Hareketinin başarısız olduğunu iddia etmektedirler. Hatta daha da ileri giderek “Hâlbuki hakikaten ve kaideten, bir cemaatin hareketiyle vücuda gelen müsbet mehâsin ve şeref ve ganimet, o cemaate taksim edilir ve efradına verilir. Ve seyyiât ve tahribat ve zâyiat ise, reisinin tedbirsizliğine ve kusurlarına verilir” düsturuna dayanarak bu başarısızlığın faturasını Fethullah Gülen Hocaefendi’ye çıkarmak istemektedirler.

Bu insanların insafsız, yanlış ve zalimane iddialarındaki bazı tutarsızlıklara ve bazılarının kötü niyetlerine dikkat çekmek istiyorum.

Bir hareketi bitirmek için en etkili metod nedir?..   

Tarih boyunca, bir hareketi yok etmek için en etkili yol olarak, o hareketin başındaki insanı yıpratarak bitirme yolu kullanılmıştır.

Şer güçlerin eskiden beri kullanageldikleri bu etkili metodları,  Üstad Bediüzzaman Hazretleri 13. Şua’da ele almaktadırlar: “Evet kardeşlerim, saklamaya lüzum yok. O zındıklar, Risale-i Nur’u ve şâkirtlerini tarîkata ve bilhassa Nakşî tarîkatine kıyas edip, o ehl-i tarîkatı mağlup ettikleri plânlar ile bizleri çürütmek ve dağıtmak fikriyle bu hücumu yaptılar.

Evvelâ: Ürkütmek ve korkutmak ve o mesleğin sû-i istimâlatını göstermek. 

Ve sâniyen: O mesleğin erkânlarının ve müntesibîninin kusuratlarını teşhir etmek. 

Ve sâlisen: Maddiyyûn felsefesinin ve medeniyetinin câzibedar sefâhet ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsat etmek ile mâbeynlerinde tesânüdü kırmak.. ve üstadlarını ihânetlerle çürütmek.. ve mesleklerini fennin, felsefenin bazı düsturlarıyla nazarlarından sukut ettirmektir ki; Nakşîlere ve ehl-i tarîkata karşı istimâl ettikleri aynı silâh ile bizlere hücum ettiler, fakat aldandılar.”

Aynı taktiklerin günümüzde Hizmet Hareketi’ni bitirmek adına da aynen kullanılmakta olduğunu görüyoruz.  Ürkütmek ve korkutmak adına sürekli yurt içinde ve yurt dışında yapılan operasyonlarla, Hizmet Hareketi mensuplarına isnat ettikleri su-i istimaller üzerinden sürekli bir gündem oluşturmakla kuvve-i maneviyelerini kırmak ve güveni zedelemek ilk kullandıkları taktiktir.

İkinci olarak, başta Hocaefendi olmak üzere Hizmet Hareketi içerisindeki erkanların kusurlarını ve hatalarını teşhir etmektir ki tarihte bu metodu kullanarak bir çok tarikati bitirme noktasına getirdikleri, Risale-i Nur hizmetini de bitirmek için aynı yola başvurulduğu  ama bunda muvaffak olamadıkları Üstad Hazretleri tarafından ifade edilmektedir.

Bu noktaya 14. Şua’da ayrıca şöyle temas edilmektedir: “Şimdi en ziyade bizi ve Nur’ları vurmak ve sarsmak için en fena plân, Nur talebelerini birbirinden soğutmak ve usandırmak ve meşrep ve fikir cihetinde birbirinden ayırmaktır.”

Üçüncü kullanılan taktik ise, bazı insanları dünyanın cazibedar güzellikleri ile (mal, makam, şehvet vs.) kandırarak davaya ihanet etmelerini sağlamak olduğu ifade edilmektedir.

Maalesef günümüzde, Hizmet Hareketi içerisindeki bazı insanlar, hadiselerin verdiği şokla bilmeyerek ve dışarıdaki bazı art niyetli insanlar da bilerek bu işe hizmet etmektedirler. Bu noktada yaptığımız işlerin böyle bir neticeye alet edilip edilmediğini sık sık kontrol etmek gerekmektedir. Cemaati bitirebilmenin en etkin yolu Hocaefendi’yi yıpratmaktan ve ona olan güveni sarsmaktan geçmektedir. Buna binaen, hücumların ekseriyeti bu amaca yönelik olarak yapılmaktadır. Buna muvaffak olamadıklarında ise, Üstad Hazretlerine de yapmaya çalıştıkları gibi O’nu yok etmenin yollarına tevessül etmektedirler. 

Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise mâneviyatta kördür…

Bir diğer husus ise, meselelere böyle yaklaşan insanların Hizmet-i imaniye ve Kur’aniyenin mahiyetini gerçekte anlayamadıklarıdır.  Bunlar yanlış bir kıyasla, manevi ve uhrevi olan hizmeti maddi ve dünyevi oluşumlara benzetmektedirler. Öyle olunca da başarı ve başarısızlık kriterleri yanlış olmaktadır. Halbuki manevi hareketlerde girdi ve çıktılar maddi oluşumlardan farklı olduğu gibi amaçlar,  gayeler, başarı ve başarı kriterleri de çok farklıdırlar.

Mesela, Şua’larda ifade edilen böyle bir hedef ve gayeyi maddi oluşumlarda görmek mümkün değildir: “Evet, biz bir cemaatiz. Hedefimiz ve programımız; evvelâ kendimizi, sonra milletimizi idam-ı ebedîden ve dâimî, berzahî haps-i münferitten kurtarmak.. ve vatandaşlarımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek.. ve iki hayatımızı imhâya vesile olan zındıkaya karşı Risale-i Nur’un çelik gibi hakikatleriyle kendimizi muhafazadır.”

Hizmet Hareketi’ni bir maddi şirkete benzetip, meydana gelen maddi kayıplara bakarak “Hizmet Hareketi başarısız olmuştur. Sorumlusu da başındaki zattır diyenler” Üstad Hazretleri’nin ifade buyurdukları “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise mâneviyatta kördür.” hastalığıyla ma’lûl insanlardır. Bunlar, başında Hocaefendi’nin bulunduğu Hizmet Hareketi ile elde edilen güzellikleri, başarıları, milyonlarca insanın bu davayı benimseyip hak ve hakikat yoluna girdiğini ve Hizmetin bütün insanlık için bir umut haline geldiğini ne anlayabilirler, ne de görebilirler.

Yine bu insanlar elden giden maddi imkanlar ve kurumlara bakarak, Hizmet’in mağlup olduğu düşüncesine kapılırlar. Halbuki bunların sadece araçlar olduğu, bu imkanların kullanılarak milyonlara hizmet hareketinin ve dolayısıyla manevi değerlerin gittiğini ve insanların iman,  maneviyat ve ahlâk adına olan kazanımlarını idrak edemezler.

Meselelere bu çarpık ve maddeci bakış açısıyla bakanlara göre, peygamberler ve peygamber varisleri de ekseriyet itibarıyla başarısız olmuşlardır. Gerçek başarı ve başarısızlığın ne olduğunu bilemeyen bu zavallıların kriterlerine göre hareket edildiğinde, peygamberler ve varisleri de bu zahiren yaşadıkları başarısızlıklardan sorumlu tutulmalıdırlar.

Bunların sahip olduğu bu çarpık bakış açısı ile hareket edildiğinde maddi güç, kuvvet ve imkanları ellerinde bulunduran ve bunları hak cephesine karşı kullanan, mazlumları ezen zalimlerin, firavunların, tiranların ve nemrutların başarılı olduklarını kabul etmek gerekir. Bugün birilerinin buradan hareketle, bugün milyonlara zülmedenlerin haklı ve mazlumların haksız oldukları sonucunu çıkarmalarında olduğu gibi.

Uhud harbinden sonra Efendimiz’e (sav) “Ya Rasûlullah, siz bu işte başarısız oldunuz. Dolayısıyla peygamberlik vazifenizi bırakmanız gerekir” ya da Üstad Hazretleri neredeyse talebelerinin ekseriyetiyle beraber hapse atıldıklarında “Üstadım, siz bu işte başarısız oldunuz. İşin başında olduğunuza göre bu işin sorumlusu olarak sizin bu işi bırakmanız gerekir” denseydi ne kadar tuhaf ve anlamsız olurdu.

İnşaAllah sonraki yazılarda, yukarıda ifade edilen hususlar çerçevesinde, Hizmet Hareketi’nin yaşadığı süreci, başarılı mı yoksa başarısız mı olduğunu ve bu hususta risalelerde ve pırlantalarda bu meselenin ele alınış keyfiyetini detayları ile analiz etmeye çalışacağız.

Şimdilik, hadiseleri doğru yorumlamanın nasıl olacağını, sürecin nasıl okunması gerektiğini ve “yaşananlar bir başarı mıdır yoksa hezimet midir” sorusunu cevaplarken kullanılacak kriterlerin neler olması gerektiğini anlamamıza yardımcı olacak ve 14. Şua’da geçen bir parçayı örnek olarak buraya almakla iktifa edelim.

Bir süreç okuması örneği…

“Böyle bir nevi şekvâ kalbe geldi: “Neden bu tâzib oluyor, hizmetimize faydası nedir?”

Birden bu sabah kalbe ihtar edildi ki: Siz, bu şiddetli imtihana girmek.. ve inceden inceye sizi kaç defa “altın mı, bakır mı” diye mihenge vurmak.. ve her cihette sizi insafsızca tecrübe etmek.. ve “nefislerinizin hisseleri ve desiseleri var mı, yok mu” üç-dört eleklerle elenmek; hâlisâne, sırf hak ve hakikat nâmına olan hizmetinize pek çok lüzumu vardı ki, kader-i ilâhî ve inâyet-i rabbâniye müsaade ediyor. Çünkü böyle meydan-ı imtihanda inatçı ve bahaneci insafsız muârızların karşısında teşhir edilmesinden herkes anladı ki; hiçbir hile, hiçbir enaniyet, hiçbir garaz, hiçbir dünyevî, uhrevî ve şahsî menfaat karışmayarak, tam hâlis, hak ve hakikatten geliyor. Eğer perde altında kalsaydı, çok manalar verilebilirdi. Daha avâm-ı ehl-i iman itimat etmezdi. “Belki bizi kandırırlar” der ve havas kısmı dahi vesvese ederdi. Belki “bazı ehl-i makamat gibi kendilerini satmak, itimat kazanmak için böyle yapıyorlar” diye daha tam kanaat etmezlerdi. Şimdi imtihandan sonra, en muannit vesveseli dahi teslime mecbur oluyor. Zahmetiniz bir, kârınız bindir inşaallah.”

NOT: Bu yazı 13 Eylül 2019'da TR724.com da yayınlanmıştır 
10 Eylül 2021 17:04
DİĞER HABERLER