PROF.DR. OSMAN ŞAHİN- SAMANYOLUHABER.COM
Günümüzde, bazıları Ehl-i Beyt muhabbetini ve bu muhabbet üzerine bina edilmiş olan Emevi düşmanlığını kullanmakta, hakiki Ehl-i Sünnet ve ve’l cemaatin temsilcileri olan Ehl-i Beyt’e yapılan zulümlerle günümüzde Hizmet Hereketi mensuplarına yapılan zulümleri aynileştirerek, Ehl-i Beyt’e zulmetmiş bazı Emevi halifelerine olan kinden de istifade ederek, “işte bu zulümlere sebebiyet veren bu zalim Emeviler Sünnî’liği ve Ehli- Sünnet düşüncesini, yaptıkları cinayetlerine mazeret oluşturmak için meydana getirmişlerdir.” gibi hakikatten çok uzak iddialarda bulunabilmektedirler.
Maalesef, hadiselerin asıl mahiyetlerine vakıf olamayan, bu mevzudaki gerçek bilgilere ulaşamayan ve günümüzde yaşanan hadiselerin mağdurları olmalarından kaynaklanan tepkiselliklerinin de etkisiyle, bu iddialara bazı insanların inandıkları görülebilmektedir.
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, Ehl-i Sünnet’in veya Sünnî İslâm’ın hakiki temsilcileri Emeviler değillerdir. En başta Ehl-i Beyt olmak üzere sahabe efendilerimiz ve daha sonra dönemlerinin idarecilerine karşı hakkı savunma konusunda pervasız ve korkusuz bir mücadele vermiş olan başta mezhep imamları olmak üzere Müçtehidin-i İ’zam efendilerimiz bu işin gerçek sahipleridirler. Şüphesiz ki, bunlar arasında Kureyş’in büyük ailelerinden birisi olan Beni Ümeyye’den de insanlar bulunuyordu.
Hazret-i Ali (RA) dönemine gelindiğinde, İslâm alemindeki Müslümanlar toplum içerisinde azınlık haline gelmişlerdi. Yapılan fetihler neticesinde, her dinden ve kültürden insanların bir arada yaşadığı bir yapı meydana gelmişti. O dönemde yaşayan sahabelerin ve tabiinin temsilleri, tebliğleri ve hizmetleri sayesinde, bir taraftan İslâm binasının inşası ve muhafazası adına çok büyük işler yapılırken diğer taraftan da bu bölgelerdeki halk arasında İslâm hızlı bir şekilde yayılma imkânı bulmuştur.
Emeviler döneminde, Ehl-i Beyt-i Nebevi’nin varlığı, Emevi halifeleri için büyük bir rekabet sebebi olduğu için, Emevi halifeler her zaman, İslâm dininin hakiki sahipleri olan Ehl-i Beyt’ten geriye düşmemek için daha fazla dine sahip çıkmaya kendilerini mecbur bilmişlerdir.
Bunun önemli bir neticesi olarak, Emevi döneminde Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat yani Sünnî İslâm düşüncesi bir engelle karşılaşmamış ve o dönemde yaşayan sahabeler ve onların yetiştirdiği tabiinin büyük imamları tarafından çok sağlam bir şekilde temelleri atılarak bütün topluma mal edilebilmiştir.
Yani, Sünnî İslâm düşüncesini inşâ edenler veya temellerini atanlar sahabeler, tabiin ve Ehl-i Beyt imamlarıdır. Sonrasında ise, onların attıkları bu temeller üzerinde, İslami ilimleri herkesin istifade edebilmesi için sistemli hale getirenler ise başta mezhep imamları olmak üzere Müçtehidin-i İ’zam efendilerimiz olmuşlardır.
Neticede, zalim idarecilerin gelip zulmettiği dönemler de dahil, bu hakiki peygamber varislerinin İslâm’ın yayılması, yaşanması, tebliği ve temsili adına yaptıkları hizmetler bütün hızıyla devam etmiş ve böylece muazzam medeniyetlerin inşasına muvaffak olunabilmiştir. Emevi ve Abbasi sonrası dönemler için de durum bundan farklı değildir.
HAKİKİ PEYGAMBER VARİSLERİ HAKSIZLIKLARA VE ZALİMLERE KARŞI HER ZAMAN MÜCADELE ETMİŞLERDİR
Sahabeler, tabiin ve tebe-i tabiinin büyükleri, mezhep imamları gibi Müçtehidin-i İ’zam hem Emeviler hem de Abbasiler döneminde, baştaki idarecilerden bağımsız olarak, İslâm binasının inşasının tamamlanmasını gerçekleştirmişlerdir. Bu hususta onları engellemek isteyen idareciler olduğunda ise onlarla en güzel bir şekilde mücadele etmesini de bilmişlerdir.
Bu gerçeğe rağmen, tarih boyunca İslâm alimlerinin yöneticiler karşısında bu mücadeleyi vermedikleri ve menfaatleri adına onlara itaat ettikleri gibi bir düşünce kesin bir hakikatmiş gibi dillendirilebilmektedir.
Halbuki, bunun böyle olmadığına dair sayısız delileri ve örnekleri hakiki peygamber varislerinin hayatlarında bulmak çok kolaydır. Aslında, sahabelerin, Ehl-i Beyt ve tabiin imamlarının, mezhep imamlarının ve diğer Müçtehidin-i İ’zam’ın bu uğurda verdikleri mücadeleler ve fedakarlıklar herkesin malumu olan şeylerdir.
Bunu görmeyip de ulemâ-i sû (kötü alimler) olarak isimlendirilen bazı kötü alimleri nazara vermek suretiyle genellemelere gidenler ve “bütün alimler böyledir” diyerek gerçekleri çarpıtanlar ise sadece cerbeze yapmaktadırlar.
Özellikle bu asırda, çok cazibedar hale gelen dünya nimetlerinin tiryakisi haline gelen bazı insanlar, bu hususta engel olarak gördükleri dini hükümleri arzu ve isteklerine uygun hale getirmek için dinde reform yapılmasını istemektedirler. Bu hedeflerine ulaşmaları önündeki en büyük engel ise Sünnî İslâm dinidir. Bu insanlar bu mücadelelerinde tarih boyunca hakiki İslâm’la mücadele içerisinde olan bazı akımlardan, dalalet fırkalarından ve müsteşriklerden de çok büyük destek görmektedirler.
Tarihte yaşanmış kırgınlıklar ve mağduriyetler, bunlar neticesinde meydana gelen tarafgirlikler, ifrat dereceye varan muhabbetler, kinler, nefretler ve düşmanlıklar Sünnî İslâm düşüncesine zarar verebilmek adına kullanılmaktadırlar.
Aslında, sahabe döneminde meydana gelen fitneler, Cemel ve Sıffin gibi vak’alar ve Emeviler döneminde gerçekleşen zulümler bahane ve malzeme yapılarak, Sünnî İslâm’a, mezhep imamlarına ve dinin temelleri olan sahabelere ve dolayısıyla Sünnete ve hadislere saldırılmaktadır.
Bu saldıranların kimler oldukları, bu hücumlarının arkasındaki asıl hedeflerinin neler olduğu hususları, Hazret-i Bediüzzaman tarafında İçtihat Risalesi olan 27. Söz’de detaylı ve ikna edici bir üslup ile ele alınmaktadır. (Bu konu
Sahabelere kimler ve neden saldırıyorlar? ve
Dinde Reform Peşinde Olanlar başlıklı seri yazılarında daha detaylı olarak ele alınmaktadır.)
TİRAN VE AVENELERİ VE HİZMETTEN PİŞMANLIK DUYANLAR ARASINDAKİ BENZERLİK
Günümüz Türkiye’sindeki Tiran ve aveneleri de Sünnî İslâm’dan çok rahatsızdırlar. Çünkü, Sünni İslâm, onların gayrı meşru yollardan elde ettikleri dünya nimetlerinden diledikleri gibi istifade etmelerinin önündeki en büyük engeldir. Her ne kadar siyasi emellerine ulaşmak için sürekli dini su-i istimal etseler de Sünnî İslâm’ın en büyük düşmanları bu insanlardır.
Buna binaen, Sünni İslâm’a zarar verecek her türlü saldırılara dolaylı veya dolaysız destek vermektedirler. Diğer taraftan, dünyevi haz ve lezzetlerden diledikleri gibi istifade etmelerine izin veren Şii düşüncesinin ülke çapında yaygınlaşması adına da büyük bir gayret içerisindedirler.
Bir zamanlar, Mut’a nikahının İslâm’da haram olduğuna dair Hizmet hareketi tarafından organize edilen konferansa çok büyük tepkiler veren bu güruhu, Hocaefendi
"İman Zaafı ve İslam’ın Gurbeti" başlıklı Bamteli’nde şöyle tasvir etmektedirler:
“Çünkü Müslüman göründükleri ve “Onu ikâme edeceğiz, toplumun temel düşüncesi haline getireceğiz; herkes ona göre yaşayacak!” dedikleri halde, şayet haram-helal tefrik etmiyorlarsa, gırtlaklarına kadar levsiyât içinde yaşıyorlarsa, bohemlikten sıyrılamıyorlarsa, fuhşiyâtı “mut’a nikâhı” adı altında tecviz ediyorlarsa, hatta bazıları itibarıyla bunu Kur’an-ı Kerim’in tefsiri içine sokmaya çalışıyorlarsa, bunlar öyle korkunç tahribâttır ki, zannediyorum, kâfirler bu ölçüde bir tahribâtta bulunmamışlardır.”
İşin daha da tuhaf tarafı ise daha önceleri Hizmet ile bir şekilde irtibatlı olup da bugün Hizmet’in aleyhine geçen ve en insafsız eleştirileri yapan yazar çizer ekibindeki bazılarının da söylemlerinde bu Ehl-i Sünnet düşmanlığına soyunmuş olmalarıdır. Kimisi açıktan bazen sahabelere ve bazen de mezhep imamlarına saldırmakta, kimileri de akaid (inanç) ile ilgili hususlara girdiklerinde Ehl-i Sünnet akaidini ve onları temsil eden büyükleri yerden yere vurmaktan çekinmemektedirler.
Bu insanlardan bazıları, Hizmet’ten uzaklaşmalarında çok etkili bir sebep olan dünyevi imkânlardan ve konforlardan faydalanma arzularının önündeki en büyük bir engel olarak Sünnî İslâm’ı kabul etmektedirler. Bazıları da saf değiştirip Hizmet’in aleyhine geçmelerini haklı çıkarabilmek için, Ehl-i Sünnet’in bu zamandaki en önemli bir temsilcisi ve müdafi olan Hizmet hareketinin ve başındaki Hocaefendi’nin karşısında kendilerini konumlandırmak zorunda görmektedirler.
Neticede, bu güruhta Sünnî İslâm’a karşı bir düşmanlık meydana gelmiştir. Bunlar, İslâm dini ve Hizmet’le eskiden beri mücadele veren kesimlerin desteğini de arkalarına alarak, bu uğurda büyük bir mücadele içerisine girmişlerdir.