[Prof. Dr. Osman Şahin yazdı] “Benim yerim neresi?” kavgası

Samanyoluhaber yazarı Prof. Dr. Osman Şahin 'güven inşâsı' serisine devam ediyor.

"Benim yerim neresi?" kavgası
Prof. Dr. Osman Şahin | Samanyoluhaber

Fethullah Gülen Hocaefendi doksanlı yıllarda hususi dairede yaptıkları bir sohbette, Hizmet’te idareci olarak görev alan bazı insanların çok küçük şeylere takılabildiğini ve bunlar yüzünden kavga edebildiklerini ifade ettikten sonra, “Benim yerim neresi?” diyen bu idarecilere hitaben şunları söylemektedirler: “A birader, bunca lütuflar karşısında, senin yerin kuyunun dibi olsun… Çekil geriye başkası yapsın ne olacak… Bunu kendimiz de yapabiliriz. Yani bir prensip koyarız, kırk yaşına gelen herkes kenara çekilecek, inziva yapacak, arkadan gelen gençlere yaptıracağız bu işi diyebiliriz. Olur biter mesele, ama niçin bilgi birikimi ve tecrübe birikimi olan bu insanlar küçük meselelerin kavgasını veriyorlar. Önde mi olacağım, arkada mı olacağım, benim yerim neresi, ben neciyim burada, canım ağa ol paşa ol kalk helayı temizle ne olur yani “demektedirler. Bunlara çok üzüldüğünden bahsederek “Bunlar yakışıksız, önemsiz ama duymadığım gün de yok, rahatsız oluyorum”

Gönüllü bir hareket olmasına, adanmışlık ve beklentisizlik en önemli vasıfları olmasına rağmen, kırk yaş veya üstündeki idarecilerde görülmeye başlayan bazı problemlerden bahsedilmektedir. Çözüm olarak kırk yaş üstündekilerin kenara çekilmelerinin bir seçenek olduğu, ama bu insanların sahip oldukları tecrübe ve birikimlerinin önemli olmasına binaen, böyle bir yola başvurulmak istenmediği de ifade edilmektedir.

Sohbet şöyle devam etmektedir: “İlla ben olacağım burada, benim dediğim olacak. Bunlar yakışıksız şeyler. Allah (CC) alır elimizden. Çok ağırıma gidiyor çok. Her defasında keşke ölseydim diyorum. Elli sene temsil de etmiş olsan, şimdi de temsilden tenezzül et, in aşağıya. Ne olur Allah aşkına! Halid bin Velid (RA) gibi elinin altındakinin emrine gir, hizmet et. Ne olur yani Allah aşkına. Böyle “” Yerim nedirin” kavgası veriliyor. “

Hizmette idarecilik yapan insanların her zaman bu vazifeyi bırakmaya ve elinin altındakilerin emrine girmeye hazır olmaları gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Sohbetin devamında, yöneticiliğin sürekli devam etmemesi ve dolayısıyla bir meslek olarak görülmemesi, bir yük olarak düşünülmesi ve fırsatlar oluşur oluşmaz bu konumları bırakmak ve kaçmak gerektiği hususunda tahşidât yapılmaktadır. 

“Vazife onundur ki, o ‘benim değildir’ der. Onun değildir ki, o, vazifeye ehil olduğunu iddia eder.” (Hz. Ebû Bekir (RA))

Hocaefendi “Müflis, Riyâset Hırsı ve İstiğna” başlıklı Herkül Nağme’de meseleyi şu şekilde ele almaktadırlar: “Bir makam ve mansıp, onu isteyip delicesine peşinden koşan kimselere verilmemelidir. Çünkü makam talep eden kimsede hırs var demektir. Hırs ise, istediğini elde etmek için insanı bazı hakikatleri feda etmeye sürükleyebilir. Onun için, bir yere yükselme, bir mevkî ihraz etme ve bir makam sahibi olma gibi tutkular, insanları çok defa bazı hakikatleri görmekten alıkoyar…

Layık olmadığı halde bir makamı tutmak veya bir mevkîyi işgal etmek de ahirette iflas ve kayıp sebeplerinden biridir. Bir köy muhtarlığından devlet başkanlığına kadar her makamın kendi çapında sorumlulukları vardır ve bir idareci raiyyetindeki herkesin haklarını ödemeden o iflas ve kayıptan kurtulamaz…

Hazreti Sıddîk, halife seçildikten üç gün sonra kürsüye çıkmış ve “Ey insanlar! Hilafeti kabul edişim, sizi yönetmeye aşırı istekli olmamdan değildi; bozgunculuktan ve ihtilaflardan korkmuştum. Şimdi ise, işi size bırakıyorum, istediğinizi başınıza getirebilirsiniz!” diye hitap etmişti…

Unutulmamalıdır ki, hırsla seçilme sevdasına tutulan ve “İlla ben olayım” diyen insanlar arasında hata etmeyen tek bir fert gösterilemez. Buna karşılık, “Bu işe ehil birisi olsun da, kim olursa olsun.” diyen insanlar arasında hata eden insan sayısı azdır. Nitekim Allah Rasûlü (SAV) Abdurrahman b. Semüre’ye (RA) hitaben, “Ey Abdurrahman! Baş olmayı isteme; eğer isteğin üzerine o görev sana verilirse, onunla başbaşa bırakılırsın. Şâyet sen istemeden sana verilirse, o işte ilâhî yardım görürsün.” demişti.” 


Hz. Ömer (RA) “Kendi yerine halifeliğe oğlun Abdullah’ı düşünmez misin?” sorusunu “Bir aileden bir kurban yeter” diye cevaplayarak yöneticilikten kaçınılması gerektiğine, Hz. Ali (RA) ise atların binilerek yöneticilikten kurtulmak için çok iyi bir vasıta olduklarına dikkat çekmişlerdir.  

Herkes ayrılıp gideceği günü düşünmeli…

Yukarıda zikredilen sohbette de, Hocaefendi bunun böyle olması gerektiğini ifade etmektedirler: “Benim burada çektiğim çile bitmedi mi daha, benim yerime bu arkadaşı koysanız, o götürse olmaz mı? denmeli. Allah aşkına, peygamberinin hatırına, inanıyorlarsa Kur’an hatırına bu anlayışa kilitlensinler biraz, benim çilem bitmedi mi, şu beldenin başına bir başkasını getirsinler, ben geri çekileyim desinler. Sanki anahtarı elinde bulundurmak, sanki orada son söz sahibi olmak çok önemli bir şeymiş gibi, Allah katında önemli bir şeymiş gibi, rıza ağırlığında bir şeymiş gibi, o giderse rıza da gider gibi. Çok yanlış. Bağışlarsanız çok çocuksu şeyler, çocuklar yapar böyle. 

Allah aşkına herkes ayrılıp gideceği günü düşünmeli, Naci Bey ayrılıp gideceği günü düşünmeli, Erdoğan Bey ayrılıp gideceği günü düşünmeli, çilem ne zaman doluyor benim. Ben buradan ayrılayım başkası gelsin, bu işi yapsın da benim sorumluluğum biraz daralsın yani… Niçin bu has dairede bu ihlasa müesses bir dairede arkadaşlar bu kadar bencil olabiliyorlar?” 

Hocaefendi “Susadığımız Soluklar” başlıklı Kırık Testi’de ise olması gerekeni şöyle ifade etmektedirler: “Ve hiç olmazsa bir Katon gibi, kendi insanına karşı, mükellefiyetlerini yerine getirdikten sonra, makamdan, mansıptan sıyrılarak bir kenara çekilip, ikinci bir sorumluluk ve vazife ânını beklesin! Bu kutlular dünyasının ilk hakikat erleri, kendilerine emaret teklif edilince kaçmışlar. Ve yüklenme mecburiyetinde kalınca da, tekrar ber tekrar kendilerini azletmiş ve başka istidat ve liyakatlilerin iş başına geçmesini istemişlerdi…”

Tabi ki, burada hizmet etmeyi bırakmak manası kastedilmemekte, idari işlerden kaçınmak gerektiği, ama hizmet ile alakalı herhangi bir vazife terettüp ettiğinde ise o işleri yapmanın bir vecibe olduğu ifade edilmektedir. Hazreti Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Sebeb-i mesuliyet ve hatar olan metbûiyete, tâbiiyyeti tercih edip, imamet ve öncülük işinde başkalarını rahatsız edecek şekilde önde görünmeme” hizmet insanlarının bir düsturu haline gelmelidir.

Kendini vazgeçilmez olarak görmek hastalığı…  

Hocaefendi, zikredilen hastalıklara binaen, bir dönemin saf temiz ve birbiriyle uyum içinde çalışan insanlarına lütfedilen bu konumların geri alınabileceğini ve o zaman neden bu bizden alındığını anlamadan oturup ahu vah edeceğimizi ifade ettikten sonra, arızaların sebebi olarak herkesin kendisini görmesi gerektiğini söyleyerek sohbete devam etmektedirler: 

“Oysaki bizden kaynaklanıyordur. Yani daha mahviyet içinde, daha işi aşağıdan alarak yürüseler arıza olmayacak o zaman, herkes bağırarak konuşuyorBen arkadaşların birbirlerine olan tavırlarında sertliklerinde hakperestlik adına bir şey görmüyorum, katiyen hakperestlik değil. Sadece neden benim lafımın üstüne, benim sözümün üstüne söz geldi meselesi var. Kaldı ki hani bir yerde gerçekten karşı taraf haksız bile olsa, sükût etmekle hiçbir şey kaybetmeyiz. Mü’min insaflıdır, zamanla insafa bağlı o düşünce neyse ortaya çıkacaktır ve o zaman o düşünceden vazgeçeriz”.

Sohbetin devamında ayrıca, en büyük bir problemin vazife alan insanların kendilerini vazgeçilmez görmeleri olduğu dile getirilmektedir: “Rükün gibi, kendinizi rükün gibi görüyorsunuz, size aşağıdan itiraz yapılsın istemiyorsunuz. Yanlış bence. Büyüklüğün emaresi kendini küçük görmektir. Küçüklerde küçüklüğün emaresi büyük görünmektir. Küçük göründükçe Allah yükseltir insanı. Kendini öyle zirvelerde gördükçe küçülür, büyüyemez hiçbir zaman. Allah İndinde zaten büyüklüğü kaybeder. Arkadaşların nazarında da istiskal edilir. 

Allah istihdam etmiş. Getirmiş koymuş buraya. Bunun hatırına her şey yapılır gibi geliyor bana. Burada ilelebet bizi bir yerlerde temizliğe mahkûm etse değer. Hatta kariyerleriniz vardır, uzmanlıklarınız vardır. İlelebet bu uzmanlığınızın dışında bir istihdam söz konusu olsa bile değer bu iş için, ona (bir akademisyen için) diyelim “eğer elinden geliyorsa bir kısım besteler yap” dense bence hiç tereddüt etmeden gelmeli yapmalı, çok rahatlıkla bu işi arkadan gelen yetişmiş olanlar yapsın demeli…  

Büyüklük kendimizi küçük göstermekle desteklenmeli, büyüklük tevazu, mahviyet ve hacâlet halinde olmalı. Bununla beslenmeli, yoksa Allah’ın lütufları bizim büyüklüğümüzden kaynaklanmış gibi gösterilirse, Allah bizi bizimle baş başa bırakır ve mahvederiz.  Bizden bize mahcup edecek şeylerden başka bir şey gelmez. Bu sözü değişik bir üslupla Üstad ifade eder. Allah bizi bize bırakmasın. Günde yüz defa deseniz az olur. Allah bizi bize bırakmasın. Batırırız bu işi.”

09 Ekim 2020 12:38
DİĞER HABERLER