Prof. Scott C. Alexander'ın Taziye Mektubu

Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz, Prof. Scott C. Alexander'ın muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi'ye yazdığı taziye mektubunu köşesine taşıdı.
Prof. Dr. Suat Yıldırım Hocamızla, New Jersey’deki stadyuma M. Fethullah  Gülen Hocaefendi’nin cenaze namazını kılmaya giderken, Suat Hocamız, Prof. Dr. Scott C. Alexander’ın taziyesini okuyordu. Şöyle diyordu:


Ona sonsuz istirahat ver, Ey Allahım,

ve üzerine ebedi ışığını saç.

Ruhu ve tüm iman edenlerin ruhları,

Allah’ın merhametiyle,

huzur içinde yatsın…

...ve hatırası hepimize bir nimet olsun.

Amin.
 

21 Ekim 2024 / 18 Rebiü's-Sani
 

 Sevgili Hizmet kardeşlerim:

Es-selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh.

Barış, Allah'ın rahmeti ve bereketi sizinle olsun.

Bugün size hüzünlü bir kalple yazıyorum.

Sizlerle ve ailelerinizle dayanışma içinde, zamanın içindeki yolculuğu milyonlarca insanın hayatını dönüştüren bir etki meydana getiren yol arkadaşımız, sevgili Hocaefendi'miz M. Fethullah Gülen’in ebediyete intikalinin üzüntüsünü yaşıyorum; Allah ondan razı olsun ve ona merhamet etsin.

Kutsal Kur'an'ın Nur Suresi, Allah’ın hayatımızdaki değişmeyen ve her yerde bulunan varlığının sırrını düşünmeye davet eder. Ünlü "nur ayeti" (ayetü’n-nur), Allah’ı gerçekten olduğu gibi, "göklerin ve yerin nuru" olarak tasavvur etmemiz için yüce bir metafor sunar.

Âyet, tek ve gerçek Allah'ı maddi varlığın sınırları içinde düşünmek yerine, Allah'ı, hayat şartlarımız ve kalplerimizin durumu ne olursa olsun, sürekli olarak yeryüzünü aydınlatan güneşe benzer bir şekilde deneyimlememiz gerektiğini önerir.

Öğretilir ki, nasıl güneş fiziksel dünyayı sürekli olarak aydınlatıyorsa, Allah da tüm varoluşa -görülen ve görülmeyen- üstün bir ışıkla lütuf eder, her türlü karanlığı ve belirsizliği dağıtarak bize Allah'ın eserinin muhteşem güzelliğini ve ihtişamını görme, kendi yerimizi ise ne kadar belirsiz olursa olsun fark etme imkanı verir.

Âyet, metaforu daha fazla derinleştirerek, Allah’ın nurunun dünyada nasıl yayıldığını anlatan nefes kesici bir benzetme yapar: Bu ışık, yeryüzündeki evlerimizin özel bir köşesinde veya nişinde (mişkât) asılı duran çok yönlü kristal bir lamba (misbah) aracılığıyla yayılır.

Hocaefendi’nin kaybıyla yaşadığımız derin üzüntü ve şaşkınlığı düşündüğümde, bunu her birimizin hayatının odalarında parlayan değerli bir lâmbanın sönmesine benzetmeden edemiyorum.

Sevgili Hocaefendi’mizin vefatını, İncil geleneğinin İsa’nın (aleyhisselam) öğrencilerinin ölümün onu sonsuza dek onlardan kopardığını düşündüklerinde hissettikleri şeye ya da Siret'in, O Lamba'nın lâmbası olan Hz. Peygamber’in (Allah ona  merhamet ve  selâmet  versin) nihayet geri dönmeyeceği bir yolculuğa çıktığını sandıklarında erken İslam toplumunun yaşadığı üzüntü, kaygı ve hatta paniğe benzetmeden edemiyorum —öyle bir panik ki, bazı yakın sahabelerin Peygamber’in vefat haberine geçici olarak inanmayı reddettiği rivayet edilir.

Ve şimdi, Hocaefendi’nin Yaradan'ına geri döndüğü bu aynı yolculuğa çıkmış olması nedeniyle bu üzüntü ve panik duygusunun beni ele geçireceği sırada, her birimizin, Allah’ın tüm Peygamberlerinin ve Elçilerinin (aleyhimüsselam) ve Hocaefendi gibi  Allah’ın dostlarının, kadın ve erkeklerin, hayatlarımızdaki yolculuklarımızı aydınlatan örneklerinden ders çıkarma çağrısını hatırlıyorum.

Bu ders, lambanın artık gözle görülür olmasa da, ışığının var olmaya devam ettiğidir.

Bu ışık, Hocaefendi aracılığıyla aldığımız bir lütuf olarak kalmaya devam eder. Kalır çünkü bu, her birimizin ait olduğu ve her birimizin annemizin rahminde tasarlandığı günden son nefesimizi verene kadar dönmekte olduğu Bir’in ebedi ışığıdır.

Sevgili öğretmenimiz ve kardeşimizin lambası gitmiş olsa da, onun aracılığıyla parlayan ışık kalır.

O ışık, Hocaefendi hayattayken onu alanlarımızın kalplerinde var olmaya devam eder.

Öyleyse, bundan teselli bulalım ve aynı zamanda üzerimize yerleştirilen sorumluluk yükü altında titreyelim.

Eğer amacımız Hocaefendi'nin hatırasını ve değerli mirasını onurlandırmaksa, onun istediğini bildiğim şeyi yapalım.

Onun dünya hayatının lambasının artık olmamasına rağmen, Allah’ın nurunun varlığını sürdüğünü kabul edelim ve tasdik edelim.

Ve aynı zamanda, şimdi sorumluluğun her birimize, insan kardeşlerimizin odalarında lambalar olmamız gerektiği konusunda mütevazı ve umutlu bir beklentiyle titreyelim.

Bu kutsal görevi kabul edelim ve Allah Teâlâ’ya hizmet ederek insanlığa, özellikle de yoksul ve mazlumlara, dünyanın sonsuz sıkıntıları ve denemelerinde Allah’ın şifa verici, hayat veren ve özgürleştirici ışığını tecrübe edebilecekleri yollarla yorulmadan hizmet ederek bu lambalar olalım.

Allah razı olsun.

İnanç, umut ve sevgiyle,

Saygılarımla,

Scott C. Alexander, Ph. D.

Bir tefsir profesörü olarak  Suat Yıldırım Hocam, Prof. Scott’ın bu izahlarını “Nur Âyetine farklı bir yorum getiriyor, güzel bir tevcih!”  mealinde sözleriyle bu mesajını değerlendirdi. Stadyumdaki parça parça konuşmalarında ise Scott,  tamamen M. Fethullah  Gülen Hocaefendinin eserlerinden nakiller yaptı…

“Kendimi zincirlerle kampa bağlarım ve asla  buna müsaade etmek istemem”

         Bu zât seneler önce Kalbin Zümrüt Tepeleri’nin İngilizcesi olan Sufizm kitabını okuduktan sonra  “Bu eseri ben ana dilinden de anlamak istiyorum diye oğlu ile beraber bir yaz tatilini İzmir’de geçirdi. Türkçe öğrenmek  için beş arkadaşımız kendisine yardımcı oldular. Bir gün tek başına çarşıya çıkıp Kemeraltı Caddesinde dolaşırken bir simitçiye uğruyor. Bunun konuşmasından simitçi yabancı olduğunu anlıyor. “Nerelisiniz?”  diye soruyor. O da “Amerikalıyım!”  deyince “Orada Hocamızı gördünüz mü? diye soruyor. Bu soru Scott’ın dikkatini  ve hayretini çekiyor.

         Bir ara “Hocaefendi’yi Amerika’dan Türkiye’ye göndereceklermiş diye haberler çıkınca Scott, “Kendimi zincirlerle kampa bağlarım ve asla  buna müsaade etmek istemem” demişti.

         Buralarda gerçekten Hizmeti ve Hocaefendiyi candan seven ve bu hususta her türlü şeyi göze alan civanmert dostlarımız var…
05 Kasım 2024 11:10
DİĞER HABERLER