Uzmanlar, radyasyona maruz kalanların bunu değişik yollarla başkalarına bulaştırabileceği uyarısında bulunuyor.
Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Japonya'da meydana gelen depremle birlikte Fukuşima Nükleer Santralinin reaktörlerinden radyoaktif sızıntının başladığını anımsatarak, bunun sadece Japonya'yı değil tüm dünyayı endişelendirmesi gerektiğini söyledi.
Radyasyonu yakından tanımanın ve zararlarını hatırlamanın vaktinin geldiğini ifade eden Küçükusta, biri iyonlaştırıcı, diğeri de iyonlaştırıcı olmayan iki tür radyasyon olduğunu anlattı. Küçükusta, kızılötesi radyasyon, radyo dalgaları, cep telefonu ve mikrodalga fırın radyasyonlarının iyonlaştırıcı olmadığını ve kimyasal bağlar üzerine etkileri bulunmadığını belirtti.
Bunların, çok yoğun olduklarında dokularda ısınmaya yol açabildiğini dile getiren Küçükusta, ''İyonlaştırıcı radyasyon ise kimyasal bağları etkilediği için çok zararlıdır ve kansere yol açabilir'' dedi. Küçükusta, X ışınları, gama ışınları ile alfa ve beta partiküllerinin bunların birer örneği olduğunu ifade ederek, ''Fukuşima'daki sızıntıda gama veya X ışınları yayılması söz konusu değildir'' diye konuştu.
Radyasyonun başkalarına bulaşma riski bulunduğuna dikkati çeken Küçükusta, şöyle devam etti:
''Radyasyona maruz kalanlar, radyasyon başkalarına ve temas ettikleri yüzeylere bulaştırırlar. Mesela, elbiselerine radyasyon bulaşan kişiler bunu oturduklarI sandalye ve koltuklara veya sarıldıkları insanlara bulaştırırlar.
Radyasyon vücutlarının içinde olan kişiler ise bunu yakınlarında bulunan insanlara bulaştırabilirler. Kan, ter, idrar gibi vücut sıvılarında radyasyon bulunabilir. Bu tür sıvılarla temasla da radyasyon geçer.''
Küçükusta, radyasyon ölçüm biriminin ''sievert'' diye adlandırıldığını ve kısaca ''Sv'' olarak ifade edildiğini anlattı. Bunun binde birinin ise ''milisievert'' olarak isimlendirildiğini belirten Küçükusta, bir diğer birimin ''rem'' olduğunu, bir sievertin 100 rem'e denk geldiğini söyledi.
Bir insanın bir senede maruz kalacağı radyasyon miktarının 100 milisievert olduğunu dile getiren Küçükusta, şunları kaydetti:
''Bu miktar yükseldikçe kanser riski de artar. Toplam bin milisievert radyasyon alınması kanser riskini yüzde 5 nispetinde artırır. Bir defada bin milisievert radyasyon alınması radyasyon hastalığına sebep olur; kanda akyuvarlar azalır ama öldürücü değildir. Beş bin milisievert radyasyon alanların yüzde 50'si bir ay içinde ölür.
Bir akciğer röntgeni 0,1 milisievert radyasyon alınmasına sebep olur. İnsanlar toprak ve kozmik ışınlardan senede 2 milisievert radyasyon alırlar.''
ANNE KARNINDAKİ BEBEKLER İLE ÇOCUKLAR RİSK ALTINDA
Küçükusta, Japonya'daki sızıntıda iyot-131 ve sezyum-137 radyoaktif maddelerinin sızıntısının söz konusu olabildiğinin ifade edildiğini belirterek, radyoaktif iyotun veya I-131'in havadan ağır olduğunu, fazla rüzgar olmaması halinde çok uzaklara gidemeyeceğini bildirdi. I-131'in yarı ömrünün (etkisinin yarı yarıya azalması için geçen süre) 8 gün olduğunu vurgulayan Küçükusta, etkinin iki ay sonra iyice azalacağı bilgisini verdi.
Küçükusta, radyasyonunun en çok ''hücreleri hızlı bölünen anne karnındaki bebekleri ve küçük çocukları'' etkilediğine dikkati çekerek, ''Erken doğum, düşükler, doğumsal gelişim kusurları ve başta tiroit olmak üzere kemik kanserleri ve lösemiler çok sık görülür'' diye konuştu.
İLK YAPILMASI GEREKEN TEST TAM KAN SAYIMIDIR
Radyasyona maruz kalındığın nasıl anlaşılacağına ilişkin olarak da Küçükusta, insanların vücutlarında, elbiselerinde, saç ve derilerinde ne miktarda radyasyon bulunduğunun ''Geiger'' aletleri ile ölçülebildiğini söyledi. Küçükusta, şunları kaydetti:
''Radyasyon bulaşmış olanların kıyafetlerini değiştirmeleri ve duş almaları gerekir. Radyasyonlu elbiseler, zararlı atıklar olarak işlem görmelidir. Sodyum iyodür detektörleri ile tiroit bezinde radyoaktif iyot tutulup tutulmadığı anlaşılabilir.
Radyasyondan etkilendiği düşünülenlere yapılması gereken ilk test tam kan sayımıdır. Çünkü, ilk bulgu akyuvarların sayısındaki azalmadır. Yüksek miktarda radyasyona maruz kalındığında dakikalar içinde Akut Radyasyon Sendromu (ARS) gelişir. Bu tablo radyasyon zehirlenmesi veya radyasyon hastalığı gibi isimlerle de bilinir.
Bu kişilerde, maruz kalınan radyasyon dozunun miktarına göre birkaç dakikadan birkaç güne değişen sürelerde bulantı, kusma, ishal ve deride yaralar meydana gelir. Bunlar bir ara iyileşmiş gibi görünebilirler ama daha sonra iştahsızlık, halsizlik, ateş gibi belirtilerle tekrar hastalanırlar. İlk etkilenenler kemik iliğindeki hücrelerdir; bununla ilgili olarak iç kanamalar ve enfeksiyonlar ortaya çıkmaya başlar. Havale ve koma da görülebilir. Bu dönem birkaç saat ile birkaç ay arasında sürebilir ve ölümle sonuçlanır.''
RADYASYON, HÜCRELERİN DNA'SINI ETKİLİYOR
Radyasyonun neden kansere yol açtığına dair Prof. Dr. Küçükusta'nın verdiği bilgiye göre, radyasyon hücrelerin DNA'sını etkiliyor. Meydana gelen hasar, DNA'nın kendini kopyalayamamasına yol açıyor ve hücre bölünmesi bozuluyor veya bölünürken hücre ölüme gidiyor. Bazı durumlarda ise DNA'da oluşan kırıklar, yeni hücrelere aktarılıyor ve DNA'da mutasyonlar meydana geliyor. Bu hasarlı ve diğer hücrelerin kontrolünden çıkmış hücreler de kanser oluşumuna yol açıyor.
Hücreleri daha hızlı bölünen çocuklar, radyasyonun kanser yapıcı etkilerine karşı daha duyarlı oluyor.
Radyasyon, yiyeceklere de bulaşıyor. 1950 ve 1960'lı yıllarda Nevada'da yapılan atom bombası testleri sırasında atmosfere I-131 radyoaktif maddesi karışıyor ve çayırda otlayan hayvanların sütüne geçiyor. Bu ineklerin sütünü içen çocuklarda trioit kanserleri ortaya çıktığı tespit ediliyor.
Radyasyon göl ve akarsu balıklarına da geçebiliyor.
Radyasyondan zarar görmemek için bu tür tehlikenin önceden tahmin edildiği durumlarda, insanların radyasyon kaynağından hızla uzaklaştırılması gerekiyor.
Radyasyonun yayılmış olduğu durumlarda ise insanların dışarı çıkmaması öneriliyor. Solunum yoluyla bulaşmaya karşı maske kullanılması isteniyor.
NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Potasyum iyodür verilerek, radyoaktif iyodun tiroit bezi tarafından alınması önlenebiliyor. Bu madde, vücudun diğer organlarını korumuyor ve kanser meydana geldikten sonra da bir faydası bulunmuyor.
Potasyum iyodür, tükürük bezinde iltihap, mide-bağırsak bozuklukları, alerjik reaksiyonlar ve deri döküntülerine yol açabiliyor. Bu madde, guatr, hipertroidi ve hashimatı hastalığı olanlar için zararlı olarak gösteriliyor.