"Şu gün şöyle olacak, bugün böyle olacak şeklindeki asılsız rivayet ya da kehanet türünden yorumlardan ziyade, sahih ve muhkem bilgilerle meşgul olmalıyız. Aslı olmayan şeylere bina edilen yorum ve görüşlerden kaçınmalıyız."
Doç. Dr. Kadir Paksoy | samanyoluhaber.com
'Ramazan ayında bir ses/gürültü olur' Hadisi Hakkında Bazı Tahliller
Yakın zamanda internette ve mesajlaşmalarda hatta medyada yaygın olarak karşılaştığımız bir hadis ve üzerine bina edilen bir kısım yorumlar görmekteyiz. Birçoklarının bu konuda kafası karışmış vaziyette olduğu da bir gerçektir. Kimileri bu hadisin aslını araştırmaksızın inanmakta ve yaymakta, kimileri bu rivayeti bir bilene sormalı diye ihtiyatla yaklaşmaktadır.
İşte bu makalede bahse konu olan hadisi tahlil edeceğiz.
Hadisin metni mealen şöyledir:
“Ramazan ayında bir ses/gürültü olur. Dediler ki: Ya Rasulallah! Başında mı, ortasında mı, sonunda mı olur? Buyurdular ki: Hayır, Ramazan ayının ortasında olur. Eğer ortasındaki (15.günün) gecesi Cuma gecesi ise bu gürültü vuku bulur. Bu gürültü sebebiyle yetmiş bin kişi bayılır, yetmiş bin kişi konuşamaz hale gelir, yetmiş bin kişi kör, yetmiş bin kişi de sağır olur. Dediler ki: Ya Rasulallah! Bundan kim kurtulur? Buyurdular ki: “Evinde kalan, secde yaparak Allah’a sığınan ve açıktan tekbir getiren kurtulur. Bu gürültüyü diğer bir gürültü takip eder. İlk gürültü Cebrail’in, ikinci gürültü ise şeytanın sesidir. Ramazan’da gürültü olur, Şevval’de kargaşa vuku bulur, Zilkade’de ise kabileler birbirinden ayrışır. Zilhicce’de hacılara saldırı olur. Muharrem ayına gelince nedir Muharrem? Onun başında ümmetime bela gelir ama sonu ümmetimin kurtuluşudur. İşte böyle bir zamanda bir müminin üzerinde kurtulmasını sağlayan kısa da olsa yol alan bir bineğe sahip olması, onun için yüzbinlik değerine ulaşan bir saraydan daha hayırlıdır.”
(Bu hadisi Taberâni, el-Mu’cemu’l-Kebîr adlı eserinde (cilt 18, sayfa 333) şu senedle nakleder: Ahmed b. Abdilazîz b. Necdet – Abdulvehhâb b. ed-Dahhâk – İsmail b. Ayyâş – el-Evzâî – Abde b. Ebî Lübâbe – Feyruz ed-Deylemî – Resulullah (s.a.v.)
Hadisle ilgili değerlendirmelere gelince, Heysemî, Taberanî’nin naklettiği bu rivayeti tenkit ederek şöyle demiştir: “Bu hadisin senedinde Abdulvehhâb b. ed-Dahhâk adında metruk (hadisleri terk edilen) bir ravi vardır.” (Mecmeu’z-zevâid ve menbeu’l-fevâid, 7/310)
İbnü’l-Cevzî, uydurma hadislere dair yazdığı el-Mevzuât adlı eserinde şu bilgileri kaydetmiştir:
“Bu hadis sahih değildir. el-Ukaylî, bu hadisin senedindeki Abdulvehhâb’ın makbul bir ravi olmadığını zira onun metruku’l-hadîs yani hadisleri terk edilen bir şahıs olduğunu söylemiştir. İbn Hibbân, Abdulvehhâb b. ed-Dahhâk hakkında demiştir ki: O, hadis hırsızlığı yapardı (bir hocadan duymamış olduğu hadisi ondan duymuş gibi rivayet ederdi). Bu sebeple onun hadislerini delil olarak kullanmak helal olmaz. (Kitabu’l-Mecruhîn ve’d-duafâ ve’l-metrukîn, II, 198) Dârekutnî ise bu ravi hakkında münkerü’l-hadîs tabirini kullanmıştır. Bunun anlamı, o şahsın hadislerinin münker olduğu yani adalet ve zabt yönünden zayıf bir ravinin güvenilir raviye aykırı bir şekilde rivayet etmesi ve rivayetinde tek kalması demektir ki, böyle bir hadis delil olarak kullanılamaz. Dolayısıyla hadis imamları, bu ravinin rivayetlerini terk etmişlerdir. (el-Mevzuât, III, 288).
Kimi hadis imamlarına göre senedde yer alan İsmail b. Ayyaş da zaif bir ravidir. Abde b. Ebî Lübâbe ise Feyruz ed-Deylemî ile karşılaşmamış, ondan hadis almamıştır. Feyruz ed-Deylemî hakkında ise onun Rasulullah’ı görüp görmediğinde ve hadis işitip işitmediğinde âlimler ihtilaf etmişlerdir. Dolayısıyla hadisin senedinde bir ya da daha fazla kopukluk (inkıta) söz konusudur.
Bu hadisin farklı senedle gelen şevâhidi hakkında hadis münekitleri, bütün hepsinin son derece zaif olduğunu, birinin diğerini takviye edecek durumda bulunmadığını dolayısıyla bu hadise itimat edilemeyeceğini ve üzerine bir hüküm bina edilemeyeceğini belirtmişlerdir.
Nitekim muhakkik alimlerden el-Mübârekfurî, bu rivayetin farklı isnadlarına temas ederek şöyle demiştir: “Bu hadis, farklı vecihlerden muttasıl olarak birkaç sahabeye nisbet edilmekte ise de bunların hiçbirisi delil olmaya elverişli bir mertebeye ulaşmamaktadır. Çünkü bu rivayetlerin hepsi illetlidir. Hatta bazı rivayetler bazısından daha zayıftır. Bu itibarla birçok hadis imamı, bu rivayetlerin tamamının batıl ve uydurma olduğuna hükmetmişlerdir… Gel gelelim garip olan şu ki, bazı âlimler bu rivayetlere dayanarak zikri geçen gürültü ve sarsıntıyı, kabilelerin ayrışması/vuruşması ve benzeri hususları Mehdi’nin zuhuruna delalet eden alametlerden saymaktalar… Oysa bilinen bir gerçek varsa o da şudur: Bu türden meselelere dair verilecek hükümler, son derece zayıf hadislere ve kopuk rivayetlere bina edilemez. Dolayısıyla bu rivayetleri delil almaktan kaçınmak gerekir.” (el-Mübârekfurî, el-Fiten li Ebî Amr ed-Dânî, 5/973).
Gelecekle ilgili, ahir zaman ve kıyamet alametleri gibi konular, fiten ve melahim rivayetleri olarak değerlendirilmektedir. Bu konuda pek çok sahih ve makbul rivayetin yanı sıra yığınla münker ve uydurma rivayet vardır. Bu tür rivayetlerin çok iyi tetkik edilerek ve özellikle hadis imamlarının görüşlerine dayanılarak kabul ya da reddi gerekir. Rivayetin kaynağına ve sened ile metin tenkidinin yapılıp yapılmadığına bakılması icap eder. Nitekim yukarıdaki rivayetin yer aldığı kaynak, Taberanî’nin sahih olsun zayıf olsun her türlü hadisi kitabına koyduğu geniş bir eserdir. İçinde pek çok münker ve uydurma rivayet bulunmaktadır. el-Heysemî başta olmak üzere birçok hadis münekkidi, Taberanî’nin rivayetlerini tenkit süzgecinden geçirmişler ve sıhhat ya da zafiyetine dikkat çekmişlerdir. Onlar, mezkûr rivayeti de tetkik ederek makbul olmadığını belirtmişlerdir.
İbnü’l-Kayyim, el-Menâru’l-münîf adlı eserinde (s. 63), uydurma hadisleri tespit etmede bir kısım esasları zikreder ve bunlardan birisi de üzerinde durduğumuz hadis kabilinden gelecek hakkında “şu sene içinde şöyle olur, bu ay içinde böyle olur” şeklindeki rivayetler olduğunu belirtir. Ardından da tahlil etmekte olduğumuz “Ramazan ayında bir gürültü/sarsıntı olur…” hadisini bu türden uydurma rivayetlere bir misal olarak kaydeder.
Ali el-Kârî, İbnü’l-Kayyım’ın bu görüşüne katılır ve şunu ilave eder: “Hasılı, bu rivayetin sened ve metin yönünden batıl olduğu bizim için netleşmiş durumdadır.” (el-Esrâru’l-merfua fi’l-ahbâri’l-mevzua, s. 145)
Netice: Hadis münekkitlerine dayanarak yapılan bu değerlendirmelere göre; Ramazanla ilgili mezkûr rivayete itimat edilemeyeceği ve hüküm bina edilemeyeceği açıktır. Asırlar öncesine gitmeden yakın zamana baktığımızda bile 2001, 2004, 2009 ve 2012 yıllarında da Ramazan’ın ilk günü ve 15. günü Cuma olmaktadır. Ne var ki o yıllarda da böyle bir alamet çıkmamıştır. Dolayısıyla insanların bu tür kuruntulara kapılmamaları gerekir. Şu gün şöyle olacak, bugün böyle olacak şeklindeki asılsız rivayet ya da kehanet türünden yorumlardan ziyade, sahih ve muhkem bilgilerle meşgul olmalıyız. Aslı olmayan şeylere bina edilen yorum ve görüşlerden kaçınmalıyız.