Gazeteci-Yazar Veysel Ayhan'ın diktatörleri ve huylarını ele alan yazısı Tr724.com sitesinde yayınlandı.
Büyük fizik bilgini Newton’a kadar tüm fizikçilerin yanıldığı bir nokta vardı. O güne kadar tabiat felsefecileri “beyaz ışığın” saf, berrak ve temiz olduğuna inanıyorlardı. Buna karşılık diğer renkler ise kesinlikler saf ve temiz değildi.
Geçtikleri kirli ortamlar onları kırmızı, sarı, yeşil ve mavi yapıyordu. Örneğin saflık biraz bozulursa ortaya “kırmızı”, daha fazla bozulursa “mavi” ışık çıkıyordu. Onlar, cam prizmadan geçen beyaz ışığın gökkuşağındaki renkleri bu yolla oluşturduğunu sanıyordu.
Newton ise uzun deneyler sonrasında prizmadan geçen renkli ışığın değişmediğini tersine saf ve değişmez olanın beyaz ışık değil renkli ışık olduğunu bulmuştu. Bu olağanüstü keşfi sonrası heyecanlanan Newton, bu raporunu İngiltere Kraliyet Derneği’ne rahatça kabul ettireceğini sanıyordu.
Newton, derneğin fizikçilerinden beklediği kabulü göremedi. Bilakis dernek başkanı Robert Hooke kendisinden 7 yaş küçük bu yeni yetmeyi çekemedi ve klasik “renk teorisi”ni canla başla savunmaya devam etti.
FİZİKTEN SOSYOLOJİYE: FATİH HARBİYE
Tüm bilimler arasında paralellikler vardır. Fizikten sosyolojiye geçiş yapalım. Sosyolojik hayatta da “beyaz ve aydınlık” tıpkı fizikteki gibi renklerin karışımıyla ortaya çıkar. Eşyanın tabiatı bu. Barış ve bir arada insanca yaşamanın sırrı bunda gizli.
Türkiye, rengârenk bir topluma sahip. Tarih boyunca da bu böyle oldu. Kozmopolit semtler, farklı etnik kökenler, birbirine aykırı görüşler. “Renkler” bu ülkede “halk” düzeyinde hiçbir zaman bir diğeriyle çatışmadı. Her “etnik köken” ve “farklı görüş” bir renkti. Nişantaşı vardı, Beyoğlu vardı Fener vardı ama Fatih de vardı. Üsküdar da vardı. Hiçbir “rengi”, bir diğerine dönsün diye zorlayan yoktu. Herkes kendi “rengine” göre yaşam tarzı oluşturuyor, “rengine” uygun kıyafetler giyiyordu. Her renk, bir diğerine saygı gösteriyordu.
Kimse “sen niye kırmızısın, hayır beyaz olmalısın!” veya “Benim rengimde değilsen çek git!” demiyordu. Aksini iddia edenler tarih boyunca “diğer renklerin” dünyasını kararttı ama asla kendi rengine dönüştüremedi.
Halk düzeyindeki cari olan bu birlikte yaşama kültürü devlet düzeyinde maalesef sık sık bozuldu. Diktatoryal yönetimlere paralel gelişen devlet refleksleri hep aynı zulmü netice verdi.
KAHRAMANCIKLAR!
Bunun bozulduğu dönemler Türkiye’nin en kötü, en korkunç dönemleri oldu. “Bunu giyeceksin”, “Böyle inanacaksın”, “Sen Sünnisin”, “Sen Alevisin”, “Sen Kürt değil Türk’sün”. “Sen ticaret yapamazsın”. “Siz ülkeyi terk edin”…
Ve sonrası: İstiklal mahkemeleri, Dersim, 6-7 Eylül, Varlık Vergisi ve taş ocakları, 28 Şubat ve bugünün kıyımı…
Renk dayatma zorbalıkları ne yazık ki bizim toprakların karakteri. Ülke her zayıfladığında ortaya kahramancıklar çıktı. Her kendini kahraman sanan ülkeyi kendi çiftliğine çevirmeye kalktı.
PEKİ, BU GİDİŞİN SONU NE OLACAK?
Ne evrenin yasaları sosyolojiden bağımsız, ne de sosyoloji fizikten… Fizikte “beyaz”ın diğer “renkleri” kabulü yıllar alsa da Newton tüm renklerin alkışlarıyla 1727’de diğer âleme göçtü. “Sir Isaac Newton” unvanıyla ve “Royal Society of London”a başkan olarak hükümdarların taç giydiği, en soyluların gömüldüğü Westminster Manastırı’na gömüldü. Tabutunu üç Dük, iki Kont ve Lordlar Kamarası Başkanı taşıdı. Hayatının barış ve insanlığa adayanlar toplumlar toplu hipnoza tutulduğunda lince uğrasa da hipnozdan çıktığında asli saygınlıklarına kavuşuyordu.
HİTLER’İN AKİBETİ
Eşyanın tabiatına direnenler, evrenin yasalarına baş kaldıranlar ise kendini tarih çöplüğünde buluyor. Tıpkı hayatını Newton’un tezlerininin yanlışlığına adayan Robert Hooke gibi. Ve sosyolojide Hooke gibi masum olmayan “renk” “dikte-torlar”ı.
Hitler, Musolini, Stalin gibiler ve halen yaşayıp kendilerini ebedi sanıp 2023 rüyaları görenler.