Resepsiyondaki Karbon Yoğunluğu!

''İlk kez bu yıl dikkatimi çekti; meğer Milli Bayramlar dolayısıyla verilen resmi resepsiyonlara katılmama gibi bir hürriyetiniz de yokmuş. Katılamayacaksanız bunun için meşru bir mazeretinizin olması gerekiyor. Devlet Protokolü, “Düğüne gelmedin ama, hediyeni gönder!” türünden bir ısrarla, davetiye sahiplerini yakın takibe alıyor ve psikolojik baskı altında tutuyor.''
Kadir Gürcan / samanyoluhaber.com
Resepsiyondaki Karbon Yoğunluğu!

Televizyonlarda, 29 Ekim Kutlamalarından etkilenen küçük oğlan “Biz de bir şeyler yapsak!” diye manalı manalı gözümün içine bakınca, görmezden gelip “Bu yıl kış sert geçecek. Baksanıza, daha Ekim ayında dışarı çıkılacak gibi değil!” diyerek konuyu değiştirdim. Öyle ya, okul tatillerine endeksli çocuk istekleriyle, kışın soğuğundan ürken orta ve ileri yaştakilerin talepleri farklı oluyor. 

Bizim öğrenciliğimizde Milli Bayramlar, siyah-beyaz televizyon renksizliğinde, def-i bela cinsinden geçiştirilen günlerdi. Soba ile ısınan büyük sınıflarda, bej renkli duvarları ucuz malzeme ile bir kaç haftalığına süslemek, geride tatlı nostaljiler bırakacak kadar tesir icra etmedi.

Milli Kutlamalar münasebetiyle verilen resepsiyonlar da çok farklı değil. Sadece katılanların bildiği soğuk protokol, sıradan düğün törenlerine benziyor. Kutlamadan daha çok, davetlilerin kimler olduğu, kimin katılıp kimin yan çizdiği, oğlan ve kız evinin itibarı için gayret sarf edenlerle, sadece ortalığı kolaçan etmek için orada bulunanların katıldığı garip, sıkıntılı bir rutin. Televizyon başında resepsiyonu seyredenlerin, oradaki işleyiş ve protokol hakkında en küçük bir fikirlerinin olduğunu zannetmiyoruz. Şunca yıldır ben de takip ediyorum, anlamış değilim. Sadece, havada kesif bir karbon yoğunluğunun olabileceğini düşünüyorum.

Önceki yıllarda, sivil hükümet ile askeriye arasında bilek güreşi haline dönüşen 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos ve 29 Ekim devlet törenlerinde askeri kanat hükümete olan tavırlarını ortaya koyarlardı. Yani herkesin, manalı bakışlarla birbirini süzdüğü, elinden gelse bir kaşık suda boğacağı gergin ortamların şiddeti kutlamadan sonraki bir kaç haftanın en sıcak konuları arasında olurdu. İsmine kutlama denip, ellerin tetikte olduğu ve yaprak düşse, şarjörlerin boca edileceği daha gergin bir ortam tahayyül edemiyoruz.

Siyasi krizlerin hiç eksik olmadığı Türkiye Siyasetinde, devletin sahibi gibi davranan ruh hastalarının gönlünü etmek neredeyse imkansız. Kime ne zaman kızacakları, kime dalaşıp, kimi yeni düşman edinecekleri belli olmadığı için resepsiyondaki davetlilerin diken üzerinde bir akşama sabretmeleri gerekiyor. İktidarın yanında dursanız yalaka, muhalefetin yanına yaklaşsanız işbirlikçi ve hain, parti içi muhaliflere selam verseniz suyun ısınmış, lavabolara yakın dursanız sağlığınız hakkında olmadık dedikodulara malzeme olma durumundasınız. 

İlk kez bu yıl dikkatimi çekti; meğer Milli Bayramlar dolayısıyla verilen resmi resepsiyonlara katılmama gibi bir hürriyetiniz de yokmuş. Katılamayacaksanız bunun için meşru bir mazeretinizin olması gerekiyor. Devlet Protokolü, “Düğüne gelmedin ama, hediyeni gönder!” türünden bir ısrarla, davetiye sahiplerini yakın takibe alıyor ve psikolojik baskı altında tutuyor.

Bu yılki 29 Ekim Kutlamaları'nın başka bir özelliği de vardı. On günlük Suriye Krizinden yeni bir başkumandan üretenler, ellerindeki malzemeyi sergilemek için fırsat kolluyorlardı. 29 Ekim imdatlarına yetişti. Saray Beslemeleri bu fırsatı kaçırır mı? Görgüsüz düğün sahipleri gibi, davete katılanların getirdiği hediyeleri cümle aleme duyurmak için var güçleriyle bağırırken, davete icabet etmeme cüretini gösterenlere karşı da etmedik cazgırlık bırakmadılar. Başkumandan'ın katıldığı bir protokole katılmamak kimin haddine? Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda despot bir idarenin kutsanacağı kimsenin aklına gelmemiştir. Şaşıracak bir şey yok! Son yüz senedir tekrar edilen bu. Hallerinden memnun bir azınlığın, kutlamanın keyfiyetinden çok, protokol hiyerarşisinde yerlerini almaları, memleket meselesilerinin çok çok önündedir.

Suriye Krizinde, iktidarın yanında yer almakta bir an tereddüt etmeyen sanatçı kesimi, iktidarın isteklerini karşılamakta zorlanıyor. Daha on beş gün önce, yaptıkları bağışlarla milliyetçilik ipini göğüsleyenler, Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonuna katılmayacaklarını söyleyince birden boy hedefi haline geldiler. Ne yapalım, dolduruşa gelip, on beş günde üretilen yeni Başkumandan'a aldanmayacaktınız.

Ben en çok, modern bir espri ve komedi trendi yakalamış ve yıllardır Türk insanına kahkaha zevki yaşatmış stand-up sanatçısına acıdım. Suriye Operasyonu'na yardım yaptığında milli kahraman gibi alkışlandı ama Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonuna katılmayınca, yemediği laf kalmadı.

Şimdiki gençler rüşde erdiklerinde, on beş günlük bir operasyondan üretilen Başkumandan ve etrafındaki saz ekibine şu an bizim güldüğümüzden daha fazla gülecekler. Keşke o meşhur komedyen de, 29 Ekim resepsiyonundaki ciddiyetini, Suriye Operosyonunda da gösterebilseydi. O zaman hayatının stand-up'ını yapmış olurdu.

Başından beri Suriye Krizi'nin şahsi bir mesele olduğunu söyledik. Suriye Operasyonu'nun yanlış olduğu ve yine şahsi kaprislerine yenilmiş müstebitlerin can simidi arayışı olduğundan emindik ve ordu için bağış da yapmadık. Resmi Resepsiyonlara katılmak zorunda kalıp karbon soluma zorunluğumuz da yok. 29 Ekim'in soğuk gününü sıcak odamızda geçirdik. Bundan büyük saadet mi olur?

Neyse ki, bizim küçük oğlanın aklı daha bu kadar derin mevzulara yetmiyor. Ekim'in soğuğu işime yaradı. Tek problem kaldı. O da bahar günlerine denk gelen 23 Nisan ve 19 Mayıs kutlamalarına ikna edici bir mazeret bulmak.

04 Kasım 2019 11:59
DİĞER HABERLER