Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih yeni köşe yazısını 'Rezonans için frekans paylaşımı' başlığıyla kaleme aldı.
Malum, aynı frekansta olan iki diyapazon âletinden herhangi birisi titreşime girerse öbürü de ihtizaza gelir. Ama aynı frekansta değillerse bu rezonans gerçekleşmez. Onun için M. Fethullah Gülen Hocaefendi, yaptığı duaların şahıslar için geçerli olması için onların da aynı duygu, düşünce ve hallerle dolu olması gerektiğini söylüyor. “Ben hep ümitliyim, dualarıma da devam edeceğim. Edeceğim ama kendilerine dua ettiğim şahısların, kendileri hakkında da en az benim kadar dua etmiyorlarsa, benim duamın ne ehemmiyeti olur ki? Yani onlar, ‘Allah’ım rahat yaşayacağımıza bizi ihlaslıca yaşat’ İmkanlar içinde yüzeceğimize bize hasbîlik lütfeyle! İnsanların gönüllerini fethetme duygusuyla bizleri donat!’ demiyorlarsa, ben dua etsem ne olur, etmesem ne olur! Veya onlar, benim istediğimin tersini istiyorlarsa, mal-mülk-menal diyorlarsa ve daha liseyi bitirmeden, bir an evvel okulu bitirip evlensem diye düşünüyorlarsa, ben onların ihlas ve samimiyetleri adına dua etsem ne olur, etmesem ne olur! Yahut benim -yeminle ifade edebilirim – her gün ihmal etmeden kendileri için, ‘Allahümme ic’alnâ min ibâdike’l-muhlisine’l-muhlesîne’l-veriîne’z-zâhîdîne’r-râdîne’l-mardiyyîne’l-muhibbîne’l-mahbubine’l-mukarrabîne’ dememe mukabil onlar bunu hayatlarında bir kere dahi demiyorlarsa, duygu ve düşünce itibariyle hep başka başka kurgu ve hayallerle yaşıyorlarsa ve ‘Ah bir cismanî zevk!’ deyip,
Hizmeti tâlî bir iş olarak görüyorlarsa ve ancak atmosfer hazır hale getirildiğinde, altlarında araba, ceplerine telefon konulduğunda hizmet ediyorlarsa, ben dua etsem ne olur, etmesem ne olur? “Bu mevzuda sizi ‘dua etmiyorsunuz’ şeklinde itham etmekten Allah’a sığınırım. Ama şunu da unutmayın, şayet siz, geleceğin, bugüne göre, beş-on kat katlanmış şekilde zuhurunu bekliyor ve İlâhî inayet, vekalet, kefâlet, kefâet, sizi sarıp sarmalasın arzusunda iseniz, Asr-ı Saadet dönemine, ya da Hz. Üstad’ın devrine dönüp bakmak zorundasınız. Yani ilhamı, Kur’an’ın nüzul faslından ve Nur’un ilk döneminden almak mecburiyetindesiniz.
Evet, buna göre Resulullah’ın o şanlı Ashabının rengine boyanmak gerektir. Hiç olmazsa, Barla kahramanları gibi şekillenmek şarttır. Unutmamak gerektir ki, arkadan gelenler de bize göre şekillenecektir.
“Ayrı bir hususa temas etmek istiyorum: Sahabe asrına ‘Altın Çağ’, ‘Işık Çağ’ dedirten Kur’an’dır. Zamanın bir dönemini altın dilim haline getiren de Kur’an’dır ve Sahabe dönemine denk Osmanlıların dirilişini sağlayan da yine Kur’an’dır. Ancak, üç-dört asır ki, o Kur’an evlerimizde atlas işlemeli mahfazalar içinde başınızın ucunda asılı olmasına rağmen, yattığımız odadan, ictimaî, iktisadî ve kültürel hayatımıza kadar geniş bir dairede ona yabancılığımızın yalnızlığını yaşamakta ve tabiî hata bizden kaynaklanmakta. Çünkü ondan kâmil-i mükemmel olarak istifade edebilmek, onunla tam konsantrasyona bağlıdır. Evet o mükemmel vericiye karşı, elde bir almacın olmasına bağlıdır. Onunla frekans paylaşımı şarttır. Kur’an böyle olduğu gibi sabah-akşam okuduğunuz eserler de böyledir. İçinizde onun hafızları olabilir. Fakat bütün bu okuyup, ezberledikleriniz, sizde, hayatınızı yeniden gözden geçirme fikrini uyarmıyorsa, siz ondan istifade edememişsiniz demektir.
Allah Resulünün beyan buyurduğu gibi: ‘İnsanlar öyle bir dönemi idrak edecekler ki, Kur’an bir vâdide, onlar da bir vadide bulunacaklar.’ Evet, Kur’an’ın bize bir şeyler ifade edebilmesi, onu Sahabe anlayışı, Sahabe felsefesi, idraki ile algılamaya bağlıdır. Nurların aynı tesiri meydana getirebilmesi de ilk dönemin hâlis talebeleri ölçüsünde onlara rabt-ı kalb etmeye bağlıdır. Belki de bunlar gerçekleştiğinde bir taraftan kemmiyet daha hızlı artacak ama öte taraftan keyfiyet daha bir derinleşecektir. Böylece, kemmiyet keyfiyetin bir boyutu olarak geleceğe yelken açacağız…”
(Fasıldan Fasılan -3)