Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih, yeni köşe yazısını 'Risale-i Nurlar ve samizdat' başlığı ile kaleme aldı.
Arkadaşımız Nebi İlker Sevim Bey, “Barla'da Doğan Işık: Risale-i Nur Hareketi ve Sovyet Rusya'daki Samizdat Edebiyatı Karşılaştırması" diye bir çalışma yapmış. Bunu sizlere aynen aktarmak istiyorum.
Gizli Yazıların Gücü: İki Farklı Coğrafyada Direniş Edebiyatı
1927 yılında ufak bir Anadolu köyü olan Barla'da, zorunlu ikamete tabi tutulan bir din âliminin kalemi, tüm engellere rağmen yaklaşık yüz yıl boyunca milyonlarca insanı etkileyecek bir hareketin temellerini atıyordu. Bediüzzaman Said Nursi'nin sürgününde te’lif etmeğe başladığı Risale-i Nur Külliyatı, Türkiye'nin modernleşme sürecinde bastırılmaya çalışılan dini düşüncenin yaşaması ve yayılması için bir can simidi olacaktı.
Anadolu'nun bağrında başlayan Risale-i Nur hareketinden yaklaşık 20 yıl sonra, binlerce kilometre ötede, Sovyetler Birliği'nde totaliter rejimin baskısı altında yaşayan aydınlar, resmi sansürü aşmak için Nur hareketi ile hemen hemen aynı metotlarla, elle yazılan, teksir makineleriyle çoğaltılan ve elden ele dolaşan "Samizdat" adı verilen yeraltı edebiyatını oluşturuyorlardı. Farklı inanç sistemleri ve siyasi koşullar altında ortaya çıkan iki önemli hareketinin ilginç benzerliklerini inceleyelim.
Barla'da Bir Kıvılcım: Risale-i Nur'un Doğuşu
1927 yılında Bediüzzaman Said Nursi, rejim tarafından "tehlikeli" görülen fikirleri nedeniyle Isparta'nın ücra bir köyü olan Barla'ya sürgün edildi. Osmanlı'nın son dönemlerinde ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında yaşanan büyük toplumsal dönüşümler, modernleşme adı altında getirilen seküler uygulamalar ve dini hayatın kısıtlanması, Nursi'yi manevi bir direniş başlatmaya itmişti.
Barla'da geçirdiği sekiz yıl boyunca, Nursi'nin kaleme aldığı tefsir ve risaleler, el yazısıyla çoğaltılarak gizlice dağıtıldı. "Nur Talebeleri" olarak bilinen talebeleri, bu metinleri büyük bir fedakârlıkla elle çoğaltıp dağıtma görevini üstlendiler. Kadın-erkek, genç-yaşlı binlerce insan, Risale-i Nur'un yayılmasında aktif rol oynadı.
Nursi'nin eşsiz üslubu, Kur'an'ı modern bilim ve felsefe ışığında yorumlaması ve inanç meselelerini akli delillerle savunması, eserlerinin geniş kitlelere ulaşmasının en önemli nedenlerindendi. Risale-i Nur, sadece dini bir metin değil, aynı zamanda modernizmin getirdiği manevi bunalımlara karşı bir panzehir niteliğindeydi.
Sovyet Rusya'da Direniş: Samizdat Edebiyatı
Sovyetler Birliği'nde özellikle Stalin döneminde şiddetlenen sansür, resmi ideolojinin dışında kalan her türlü düşünce ve sanat eserinin yayınlanmasını imkânsız hale getirmişti. Bu baskı ortamında, 1950'lerden itibaren "Samizdat" (kendini yayınlamak) adı verilen bir yeraltı edebiyatı doğdu.
Samizdat metinleri, rejim tarafından yasaklanan edebi eserler, felsefi yazılar, dini metinler ve politik manifestoları içeriyordu. Anna Ahmatova, Boris Pasternak, Aleksandr Soljenitsin gibi yazarların eserleri, daktilo kopyaları halinde çoğaltılıp elden ele dolaşıyordu. "Bugün oku, yarın ver" prensibiyle hareket eden bu yeraltı ağı, totaliter rejimin bilgi kontrolünü kırmak için etkili bir yöntem oldu.
İki Hareketin Benzerlikleri
1. Üretim ve Dağıtım Yöntemleri: Her iki hareket de resmi kanalların dışında, el yazması veya ilkel çoğaltma teknikleriyle metinleri üretiyor ve gizli ağlar aracılığıyla dağıtıyordu.
2. Takibat ve Cezalandırma: Gerek Risale-i Nur okuyucuları gerekse Samizdat metinlerini çoğaltanlar, devlet tarafından takip ediliyor, tutuklanıyor ve hapis cezalarına çarptırılıyordu.
3. Manevi Motivasyon: Her iki hareketin de katılımcıları, sadece entelektüel değil, aynı zamanda manevi bir motivasyonla hareket ediyordu. Risale-i Nur talebeleri dini inançları, Samizdat aktivistleri ise özgürlük idealleri uğruna büyük riskler alıyordu.
4. Topluluk Duygusu: Her iki hareket de takipçileri arasında güçlü bir dayanışma ve aidiyet duygusu oluşturdu. Metinlerin elden ele geçmesi, okuyucular arasında manevi bir bağ kuruyordu.
5. Uzun Vadeli Etki: Her iki hareket de doğdukları rejimlerin çöküşünden sonra bile varlıklarını sürdürdü ve toplumsal hafızada önemli bir yer edindi