''İslamiyetin, iman meselesinin, insanların fıtratlarında meknî en derin duygularına kâmil mânada idrak ettirilmesi, gerekiyor. Yoksa oturmamış bir iman bazılarının İslâm adına büyük yanlışlar yapmalarına bile sebep olabilir...''
Abdullah Aymaz / Samanyoluhaber.com
Muhammed Fethullah Gülen Hocaefendi “Ruhumuzun Heykelini Dikerken” isimli kitabında yeryüzü mirasçılarının sekiz vasfını anlatıyor. Biz seneler önce söylenip yazılan bu özellikleri tekrar mütalaa edip anladıklarımızı takdim edelim:
“Mirasçının birinci vasfı kâmil imandır. Kur’an; insanın yaratılış gayesini marifet ufku, muhabbet ruhu, aşk-u şevk buudu ve ruhânî hazlar televvünleriyle ‘iman-ı billah’ olarak tesbit eder.” diyerek Hocaefendi, Allah’a imanın, kuru bir inanç olmadığını; bilakis Kur’anî derinlik açısından marifetullah ufuklu (ki; yetmiş bin mertebeli Esma-i Hüsnâ’da terakkiye açık güzelliklerle) muhabbetullah ruhlu ve bundan doğan aşk ve şevk boyutlu ve bunların neticesi ruhanî hazlar ile renk renk zevklerle donanmış bir iman ve iz’an olduğunu ifade ediyor. Devamla: “İnsan, yerinde kendi özünden varlığın derinliklerine yollar vurarak, yerinde varlıktan değişik kesitler alıp özünde değerlendirerek iman ve düşünce dünyasını inşa etmekle sorumlu tutulmuştur. Bu, aynı zamanda onun ruhunda meknî bulunan insanlık gerçeğinin ortaya çıkması demektir.” diyor. İnsan genleri üzerinde yapılan bir çalışmanın neticesinde “İnsanda İNANÇ GENİ VAR” tesbiti yapılmıştı. Bu meselenin maddi bir tesbiti olmakla beraber, bir gerçeğin de ifadesiydi. Belki de ELEST BEZMİ’nin bilim diline bir esintisi olarak da değerlendirilebilir…
Pek çok mühtedinin ilk EZAN’ı işitince dillerinden dökülen aynen şu ifadeler olmuştur: “Kendimi, tozlu yollardan evime dönmüş olduğumu hissettim.” Belki de EZAN, ELEST BEZMİ’ni hatırlatıyor… Bir zamanlar İsveç’in İstanbul Başkonsolosluğunu yapan Dr. İngmar Karlsson, şöyle demişti: “Tayinimiz Pekin’e çıkınca iki-üç yaşlarındaki kızım ‘Baba evimize gidelim, anne evimize dönelim…’ dedi durdu. Birkaç gün sonra komşumuz olan Pakistan Konsolosluğundan okunan EZAN’ı işitince; ‘Artık şimdi evimizdeyim!’ dedi. Meğer Şam’da okunan ezanlar, onu evinde hissettiriyormuş. Şam’dan Pekin’e gelince EZAN sesinden mahrum kaldığı için, ‘Evimize dönelim’ diyormuş. Yani EZAN’da evine dönme duygusu var…
İslamiyetin, iman meselesinin, insanların fıtratlarında meknî en derin duygularına kâmil mânada idrak ettirilmesi, gerekiyor. Yoksa oturmamış bir iman bazılarının İslâm adına büyük yanlışlar yapmalarına bile sebep olabilir...
1998’de İngiltere’de ziyaret ettiğimiz Prof. Dr. Colin Tourner şunları anlattı:
1970’te Ortadoğu üzerine doktora çalışması yapmaya başladım. 1975’te İslamiyeti kabul ettim. 1979’da Ruslar Afganistan’a girince, İngiltere’deki Müslümanlar Londra’da toplanıp bu işgali protesto için bir yürüyüş organize ettiler… Ben de bu yürüyüşe katıldım. Çeşitli sloganlar atıyor, arada bir “Allahü Ekber” veya “Lâ ilâhe illallah” diye bağırıyoruz. Yine böyle bir “Lâ ilahe illallah” demiştik. Bizi seyreden İngilizlerden birisi bana “Lâ ilahe illallah”ın ne ifade ettiğini sordu. Ben de “Allah’tan başka ilâh, Tanrı yoktur” dedim. O kişi, “O kadar ben de biliyorum; esasen bu neyi ifade ediyor?” dedi. Belli ki, o kadarcık bir mealle tatmin olmamıştı. Ben de bunu yeterli görerek başka bir şey söylemedim. Ama bu husus kafama takıldı... Bu yürüyüşün akabindeki günlerde Pakistanlı, Mısırlı, Bangladeşli Müslümanların camilerine gidip hocalarına benim daha neler söylemem gerektiğini sordum. Onlar da ‘Sen söyleyeceğini söylemişsin’ mânasında karşılıklar verdiler. Evim kitap doluydu. İslamda, şeriatta bankacılık, siyaset, diplomasi, hâriciye, ekonomi gibi konular üzerinde yazılmış kitaplardı bunlar, ama iman üzerine bir şey yoktu. Müfehrese (Yani Kur’an kelimelerinin fihristesini ihtiva eden kitaba ) baktım. Yüz tane iman kelimesi geçmişse, on tane İslam kelimesi geçiyordu. Kur’an’da bir defa şeriat kelimesi geçmekte idi. Ama bizim kitapların hepsi de şeriat üzerineydi. Çünkü ben İslamiyeti Siyasal İslam görüşüne mensup kimselerden tanımıştım. Bu hususta bir çelişkiyi fark ettim. Çalıştığım üniversitenin mescidine gidip oradakilere de ‘Benim bu kişiye neler söylemem gerekirdi?’ diye sordum. Orada bulunan bir Türk kardeş bana Âyetü’l-Kübrâ isimli bir kitap uzattı: ‘O sorunun cevabı bu kitapta var’ dedi. Ben ‘Tasavvufa karşıyım, bunu okumam’ deyince ‘Cevap bunda, bu tasavvuf, tarikat kitabı değil, tefekkür kitabı’ meâlinde sözler söyleyip mutlaka okumam gerektiği üzerine ısrarda bulundu. Mecburen bir bakayım diye aldım. Bir okudum, gerçekten cevabın onda olduğunu gördüm. Hemen o kardeşi buldum. Dedim ki; ‘Bu kitabın üzerinde Risale-i Nur Külliyatı’ diye yazıyor. Demek ki, bu seriden daha başka kitaplar da var. Bana onlardan getirir misin?’ O da gitti, bana büyük bir kitap getirdi. ‘Sözler’ imiş. Merakla okumaya başladım. Otuzuncu Söz’deki ‘Ene’ bahsine geldim. İnsana ‘benlik’ duygusunun veriliş sırrını okuyunca kendimden geçtim. Çıldıracağım; böyle bir kitap yazılamaz... İşte bizim muhtaç olduğumuz konular! Bir İngiliz’in ‘İslamda Bankacılık’ kitabına ne ihtiyacı var. O Marifetullah’a Allah hakkında bilgilere muhtaç... Bu bilgiler de işte bu Risale-i Nurlar’da…
Evet herkesin kâmil bir imana ihtiyacı var. Zaten M. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin dediği gibi yeryüzü mirasçılarının birinci vasıfları KÂMİL İMAN…