''Ruh, içinde olan potansiyel gücünü ortaya çıkarınca, maneviyat âlemine açılabiliyor. Ama o âlemde ruhanîler, cinnîler ve şeytanlar da var. Ama bir mürşid-i kâmilin kontrolünde ve rehberliğinde olmazsa, çok tehlikeli ve kötü noktalara gidebilir, dönülmez girdaplara kapılabilir…''
Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
“Bahar Neşidesi” isimli eserinde Muhammed F. Gülen Hocaefendi, “Hint fakirlerinin anlattıklarına göre yoga yapan insanlarda olağanüstü haller meydana geldiği söyleniyor. Bu konuda ne buyurursunuz?” sorusuna cevap verirken şöyle diyor: “Bir kısım ‘insanî lâtifelerini’ geliştiren herkes, gayb âlemine muttali olabilir. Cenab-ı Hakk'ın müsaade ettiği çerçevede içinde bazı şeyleri bilir ve müşahede eder. Bu, tamamen kalbe söz dinletme ile alâkalı bir meseledir. Ve bu hususun dinle dinsizlikle, Müslüman, Hıristiyan veya Yahudî olmakla hiçbir alâkası yoktur. RUH’un GÜÇ ve KUVVETİ ile zuhurunu temin eden, onu TEN kaydından kurtararak sınırsızlığa çıkaran kim olursa olsun, Cenab-ı Hak ona bu mazhariyeti lütfeder. Ancak bir kere daha hatırlatmak isterim ki, bunlar aslında hiçbir kıymeti ifade etmezler, asıl olan CENAB-I HAKKIN RIZASIDIR.”
Maneviyat âlemine açılma bir potansiyel olarak insanda mevcuttur. Bu riyazat yolu ile olur. Çünkü madde inceldikçe hayatiyet şiddetlenir. Ruh güçlenir. Madde kalınlaştıkça ve yoğunlaştıkça ruh zayıflar… Ruh, içinde olan potansiyel gücünü ortaya çıkarınca, maneviyat âlemine açılabiliyor. Ama o âlemde ruhanîler, cinnîler ve şeytanlar da var. Ama bir mürşid-i kâmilin kontrolünde ve rehberliğinde olmazsa, çok tehlikeli ve kötü noktalara gidebilir, dönülmez girdaplara kapılabilir…
M. Fethullah Gülen Hocaefendi bu hususta şöyle diyor: “Birincisi: İspirtizma, ruh ve cinler gibi şeylerle meşgul olanlar, umumiyetle rehbersizlikten ötürü bazı güçlü, kuvvetli cinlerin tesiri altına girerler ve artık zihnen ve fikren bizim bulunduğumuz mekân boyutları içinde kalamazlar. Bu sebeple başkaları onların tutum ve davranışlarını ters görür ve konuşmalarında da hezeyan bulurlar. Gerçi hekimler onların gördüğü ve duyduğu bazı şeylere ‘Halüsinasyon’ derler. Halbuki onlar boyut değiştirip başka bir âlemle kontak olmuşlar, oradan gelen sesleri dinliyor ve oraya seslerini gönderiyorlardır. Böyleleri çoğu zaman rehbersizliğin getireceği risk ve problemlere maruz kalırlar. Binaenaleyh bu türlü seanslar tertip edip cinleri ve şeytanları çağırma yoluna gitmek, tehlikeli bir uğraştır.
“Günümüzde bazı insanların, kendilerine Mevlana, İmam Gazzali, İmam Rabbânî gibi kimselerin bir şeyler dikte ettirdiğini söylemeleri Hasan Sabbah’ı akla getiriyor. Ona da evvela bu türlü esintiler gelmeye başlamış ve ilerleyen zamanlarda tamamen yoldan çıkmıştır. Bugün bu iddalarda bulunanların da pek hayırlı olacağını zannetmiyorum. Esasen Hasan Sabbah, Selçukluların ilk yıllarında Nizamülmülk gibi büyük kimselerin de arkadaşıydı. Muvâzenesini bulamadığından dolayı materyalizm bataklığına saplanan Ömer Hayyam da aynı devrin insanıdır. Menşei aynı olmasına ve ilim adına İslam dünyasına pek çok şey kazandırmasına rağmen materyalist düşünceden kurtulamamıştır.
“Aynı medresenin talebelerinden Hasan Sabbah da gözü kapalı spiritüalizme dalmış ve kendisini bir daha da kurtaramamıştır. Habis ruhların (şeytanların) tasallutuna maruz kalan Hasan Sabbah’a önce müceddit olduğuna dair esintiler gelmiş, sonraları kendisinde bazı garip haller de müşâhede etmesiyle birlikte iyice yoldan çıkmıştır. Onu âdeta maskara haline getiren bu habis ruhlar kendisine sahte cennet ve cehennemler yaptırarak binlerce sünnîyi kılıçtan geçirmesine sebep olmuşlardır. Karmati hareketi de böyle başlamıştır. Tarihte habis ruhların tasallutuna maruz kalmış, Kur’an ve Sünnetin beyanatının dışında, yeni şeyler ortaya koyan, kendilerince yeni bir çığır açan insanların misalleri pek çoktur.
“Geçmiş dönemlerde peygamberlik iddiasında bulunan çok sayıda insan çıkmıştır. Bunların sonuncusu, yirminci asırda İslâm âlemine çok pahalıya mal olan, Kâdiyanilik’in kurucusu Gulam Ahmed’dir. Hayatına baktığımızda benzerlerin de olduğu gibi onun da cinlerin tasallutuna maruz kaldığını görürüz. Bu insan da başta çok masumdur ve Hindistan’da yaygın olan yogizme reaksiyon olarak ve İslamı yüceltme maksadıyla cinlerle temas etmiştir. Bilindiği üzere yogizmde müthiş bir ruh gücü vardır. O da bunlara galebe çalmak ve bu yolla İslâm'ın üstünlüğünü göstermek istemiştir. Müslümanlar arasında bu işin cereyan etme şekline FAKİRİZM denir. Gulam Ahmed fakirizm ile işe başlar fakat HABİS RUHLAR onun üzerinde de hükümlerini icra etmeye başlarlar. İlk başlarda kendisine devamlı surette müceddit olduğu fikri telkin edilir. Her şeyin şirazeden çıktığı yirminci asırda bunları düzene koyacak olanın kendisi olduğu söylenir. Daha sonraları bu habis ruhların Gulam Ahmed’i (daha sonra kurulan) Pakistan’a ve Hindistan’a karşı Batılı sömürgeci devletler hesabına çalışmaya sevk ettiği görülür. Keza Gulam Ahmed’in kitaplarında, kendileri müstakil bir İslâm devleti kursalar dahi hiçbir zaman başkalarının kendilerine getireceği saadeti temin edemeyeceklerini söyler. Gulam Ahmed’e göre ancak İngilizler sayesinde cennet gibi bir hayat yaşama imkânı vardır. İnsan, dünyada başkasının esiri olursa âhirette hür olacaktır. (…) Sonraki beyanlarına baktığımızda Gulam Ahmed karşımıza bu sefer daha farklı çıkar. Bu defa da o, kendisinin âhir zamanda beklenen mehdi olduğunu iddia eder. Son safhada Hz. Mesîh olduğunu iddiaya başlar.”
Rehbersiz riyazattan çekinmek, Kitap ve Sünnet ölçüsünden ayrılmamak gerekiyor…