Saat 6 civarıydı, ilk ilçeyi geçeli henüz 6 dakika olmuştu...

Erzurum'lu esnaflardan Sacit Çalık, Elazığ'da tutuklu kardeşini ziyaret için çıktığı yolda geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetti.

Kazaya karışan iki araçtaki biri henüz bebek, 5 kişinin vefat ettiği, 10 kişinin de yaralandığı kaza sonrası birçok ferdi tutuklu bulunan Çalık ailesinin acısı katlandı.

Merhumu tanıyanlardan Ahmet Fazıl Cemil, duygularını yazdı.
İşte o duygu dolu satırlar...

***

4 yıl önce fitne merkezlerinin ürettiği yalanlarla saldırıya uğramış bir abinin küçük kardeşiydi. Neresinden tutsan paçavra gazetelerin, neresinden tutsan palavra haberleriyle bir aile, kişilik suikastına maruz kalıyordu. Siyasetin ağır elinin, adaletin hassas terazisine bir eşek ölüsü gibi düşmesinden sonra endaze bozuldu.

Gözaltılar, tutuklamalar, hapisler birbirini takip etti. Meş'um bir el, mutlu yuva kuran kuşların yuvasına uzanan yılanlar gibi destursuz girmişti irfan meclisine. Her sabah ve akşam dualarıyla dudakları kıpırdayan kardeşlerin "BAKİ" olanı, özgürce aldığı nefesleri simdi kuytu bir odada ancak teneffüs edebiliyor, "YA SABIR, YA HU" nidaları arşı titretiyordu. 

"UFUK" insan çıktı geldi o günlerde. Kayınpederinin yalnız kalmasına dayanamamış bir yiğitti o da. Hizmetini mahpus damında devam ettirecekti. Göruşe gelen çocukları ve torunları, dede ve babayı bu iğreti yerde ticaret yapıyormuş gibi avutuldu. Doğruydu. Evet ticaret yapıyordu onlar.

Dünyanın fani dakikalarını Baki zamanlara değiştiriyorlardı. Nefis ve malını Allah'a satmak ve ona abd ve asker olmak ne kadar karlı bir ticaretti. Tevbe Suresi 111.  Ayette de Cenab-ı Hak "Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır." buyurmuyor muydu? 

Küflü mekanlar, bu kutlu insanlarla şereflenmiş, bir zikirhane, bir mescit, bir ubudiyet makamı, bir Yusufi medrese, bir Muhammedi okul olmuştu. Nurdan halelerin yerden göğe kadar manevi izdüşümleri yaşanıyordu bu meclislerde. Ancak by-paslı ve ameliyatlı kalp, hicrana, ayrılığa, iftiraya, haksızlığa, hizmet ettiği ve aidiyet hissettiği devletinin ötekileştirmesine dayanamadı. Kendisine hem damat hem arkadaş olanla hastane ve hapishaneyi paylaştılar. Onun hissesine hastane düştü.Tedaviler, ilaçlar derken haklarındaki iftira dosyalarına dosyalar eklendi. Tanımadıkları suçlar, tanımını yapamadığı kavramlarla birleşti, "suç" olup vücut buldu. Bu ağır ithamlar onu çok sevdiği yurdundan, alışık olamadığı diyarlara sürgün etti. 

Haftada veya 15 günde bir yapılan ziyaretlerin yerini şimdi usulca konuşmalar, sessizce mırıldanmalar aldı. Gören, araştıran, şikayet eden hafiyelere inatla geçti bu sabır devri. Dövene elsiz, sövene dilsiz davranabilmenin ağır yıpratıcılığıyla sineye çekildi küfürler. "YA SABIR"lar, hiçbir dönemde söyleyenin ağzına bu kadar yakışmamıştı. 

Memlekette geride kalanlarsa, ağır hukuksuzluk girdabında boğulmamak için duaya sarıldı. Görüşmeler "ASR" suresinin gölgesinde sonlanıyordu. Orada Hakkı ve sabrı birbirine tavsiye edenler, zarar ve ziyan edenlerin dışında tutulmuştu. 

Memleket memleket dolaştırılan Üstadlarının izinden gitti Ufuk insanlar. Erzurum'dan Van'a, Erzurum'dan Elazığ'a gönderdi onları zalim güruh. Çekilen her eziyetten vahşice zevk alan hayvanilerin sevinmesi, sevgi için atan kalpleri üzdü. Başka başka diyarlarda, anadan yardan arkadaştan uzak kalmak da hapishanenin boğuculuğuna boğuculuk kattı. 

O masumların, mağdurların ülkesinde olup onlara moral vermemek düşünülemezdi. Kahramanların hikayelerini ancak kahramanlar anlayabilir. Çünkü yaşanmayanlar anlaşılamaz. Mahpusluğun vermiş olduğu sıkıntıları gören, duyan, paylaşanlar da şüphesiz vardı. Alnında secde iziyle dolaşan "SACİT"ler, inanmışlığın verdiği güç ve azimle yollara koyuldular. 

"Bu yol uzaktır. 
Menzili coktur. 
Geçidi yoktur. 
Derin sular var" diyen Yunus Emreler, günümüzün yiğitlerine arkadaş olan yolları tarif ediyordu. Evet yollar uzundu,  Geçitlerden, sıralardan, GBT'lerden geçtikten sonra varılıyordu matluba. Seven sevdiğine ulaşabilmenin, aşık maşukla bir araya gelmenin hayalleriyle sürekli yolları aşındırdılar. Yollar aşındı ama sevgiler kar yumağı gibi gitgide büyüdü. Sevgi boğazda bir düğüm, yanakta bir gözyaşı, gözde buğulanma hissi oluşturdu. Gelip gitmeler, dünyanın kısır döngüsünü gözler önüne seriyor, ruhlar uhrevi televvünle tülleniyordu. 

15 günde bir Van... 

15 günde bir El-aziz...

Nöbetleşe gidilen her mahpus, orada olanları ve gidenleri sevindiriyor ama her ayrılış, dönüşü olmayan burkuntulara kapı aralıyordu. İlk görüşteki sonsuz özlem... kucaklaşma... hal hatır sorma... Derken gardiyanlarin gıcırtılı sesi ve görüşün bittiğini söyleyen ziller... Zaman ne hızlı tükeniyor, dünya buraya gelince ne kadar hızlı dönüyor,  dakika çarkları nasıl saniyeleşiyor, saatler  nasıl kanatlanıyordu. 

Giderken uçarak gidenler, döndükleri aynı yolun neden bu kadar karanlık olduğunu düşünüyor, zamanın heyulasına hülyalarını anlatamamanın ıstırabını yaşıyorlardı. 

Yine böyle bir günün erken sabahına uyandı gözler. Yine rüyalı bir günün renkleneceği zamanlardı. Bahar çiçekleri baharın çok yakında, hemen şurada olduğunu işaret ediyordu. Güneş, 7 rengiyle, beyazlardan henüz kurtulmuş yeşil sırtlardan gözünü yeni açıyordu. Karanlıklara inat bugün çok güzel olacaktı. 

Bu düşüncelerle Mayıs'ın 14'ü sabahı yeniden yola çıkıldı. Kilometreler kilometreleri kovaladı. Zamanın çıldırtıcılığına karşı bir yarış vardı. Hem sabır hem yol yarışı. 

Sabah 6 civarıydı. Erzurum'dan yola çıkmış, yoldaki ilk ilçeyi geçeli henüz 6 dakika olmuştu. Ne olduysa o anda oldu.
Düşünceler, tatlı hülyalar, kavuşma hissi, özlem tutkusu ağır bir çarpışmanın altında kaldı. Güneş bir anda guruba meyl etti. Hayaller duman duman dağıldı. Kesif bir benzin kokusu sardı her yanı. Bağrışmalar, feryatlar arşı inletti. 

8 - 10 sn. sürdü türbülans. Sabahın mahmurluğundan uyananlar dehşeti gördü. Vuslatla yanıp tutuşan, gönlü Yar'dan ve Yaratan'dan başkasını görmeyenin gözleri bu dünyaya kapandı, cennet yurduna açıldı. Yıllardır yollarında yorgun emekleyen Hak yolcusu, HAKK'a yürüdü. Hiçbir insanın zarar görmediği, herkesin yardımına koşan, iyi bir baba, iyi bir eş, iyi bir evlat, iyi bir kardeş, iyi bir amca, iyi bir dost, iyi bir dayı "Sacit Abi", ufunetli, dağdağalı, meşakkatli, ızdıraplı dünya zindanından ebedi, sermedi, hoş, en güzel, cemali tecellilerin cereyan ettiği Cennete, Cuma yamaçlarına yürüdü.

17 - 25 ten sonra "neden çocuk okuttun, burs verdin" diye hırpalanan...

Haramilerin çökmek istediği kurumları ayakta tutabilmek için direnen ve maddi yardımda bulunan...

Karınca ezmez efendilerin "terör örgütü üyeliği" ile suçlandığı ifritten günlerde 6 yıl hüküm giyen...

2. Ağır Ceza, İstinaf... Yargıtay... Ona yazılı, buna sözlü savunma derken hayatı mahkeme üçgenlerine sıkıştırılan...

Kendi acısı yetmiyormuş gibi 2 abisi aranan, 1 abisi kendisi gibi hüküm giyen, 2 eniştesi aranan, 1 eniştesi 1 yıl hapis yatan, 2 yeğeni hapis, 3 yeğeni aranan, 1 yeğeni istintaka tabi tutulan... 

Yurdunu yuvasını korumak için aç canavarlara, hilebaz düşkünlere, menfaat tufeylilerine, kömürden menfaat umanlara karşı duran...

Arada bir selamla yüreğinde güller açan...

Derdini paylaştığı muhacir, mahpus, mağdur, mescun ve muztarrinler icin yardımdan yardıma koşan ve ellerini semadan indirmeyen Abdullah Sacit'ti o. 

O bir memleketti benim yüreğimde.  Sabah süt toplamaya giderken oksijen... Pikniğe giderken bir yasemen... Dost meclisinde bir abi... Danışılacak bir yaren... Babanın olmadığı yerde bir baba... Kaldırılması ağır yükler karşısında bir Heraklit... Eşinin yanında bir Mecnun... Esra, Kübra ve Enes'in arkasında bir dağ... İhsan'ın yanıbaşında büyük dede... Mağdurun yanında bir Musa... Morali bozulanlara Mesih soluklu bir süvariydi... Şimdi o memleket... Bu aile... Şu uzakta görünen araç... Burada ağlayan masum bebek... Ve çocukluğumun bahçesinin gülleri... Uzak diyarların abileri... Okyanus ötesindeki akrabaları

YETİM KALDI...

Allah onu sevdikleriyle Haşr eylesin...
Makamını cennet eylesin.

***

Bu akşam o kadar durgun ki sular...
Gömül benim gibi kedere diyor.
İçimde maziden kalma duygular...

Ağla geri gelmez günlere diyor. 

Ey gönül! Gidenden ümidini kes...
Kaçan bir hayale benziyor herkes
Sanki gaipten kulağıma bir ses
Buluşmalar kaldı mahşere diyor. 

Ahmet Fazıl Cemil

16 Mayıs 2018 11:36
DİĞER HABERLER