Şeytanın yaratılmasında cüz’î şerler ile beraber bir çok küllî hayırlı maksadlar ve insanî kemâlat vardır. Evet bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar mertebeler var; insanın mahiyetindeki istidatta dahi ondan daha ziyade mertebeler var.
SAFVET SENİH- SAMANYOLUHABER.COM
Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “(Ey Resulüm) de ki: ‘Yâ Rabbî, eğer onlara vâd edilen o azabı bana göstereceksen, beni o zâlimler güruhu içinde bırakma!’ Biz, onlara vaad ettiğimiz azabı sana göstermeye elbette kâdiriz. Fakat sen, onlar ne yaparlarsa yapsın, yine de kötülüğü en iyi tarzda savuştur. Biz onların, senin hakkında asılsız iddialarını pek iyi biliriz. Sen de ki: ‘Ya Rabbi! Şeytanların vesvese ve kuruntularından, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım!’ Âhireti inkâr edenlerin birine ölüm gelip çatınca, (tam o sırada, her biri Cehennemdeki yerini ve iman etmiş olması halinde gireceği Cenneti görünce,) işte o zaman, ‘Ya Rabbi’ der, ‘ne olur beni dünyaya geri gönderin, tâ ki, zâyi ve heder ettiğim ömrümü telâfî edip salih ameller işleyeyim.’ Hayır, hayır! Bu onun söylediği mânasız bir sözdür. Çünkü dünyadan ayrılanların önünde, artık diriltilecekleri güne kadar bir berzah (kabir hayatı) vardır.” (Müminûn Suresi, 23/93-100)
Bu âyetlerde, ifade edilen şeytanın vesveselerinden Cenab-ı Hakka sığınmanın sırları ve hikmetleri üzerine sorulan sorulara On Üçüncü Lem’a’da Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği cevaplardan bazıları:
“Mutlak ekseriyetle dalâlet ve şer menfidir, tahriptir, yok olmak ve bozmaktır. Yine ekseriyet-i mutlaka ile de hidayet ve hayır, müsbettir ve vucûdîdir, imar ve tamirdir. Herkese malumdur ki; yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam, bir günde tahrip eder. Evet bütün esas organların ve hayat şartlarının varlığı ile devam eden insan hayatı, Cenab-ı Hakkın kudretine mahsus olduğu halde; bir zâlim, bir organı kesmesiyle, hayata nisbeten yokluk sayılan ölüme, o insanı maruz bırakır. Onun için TAHRİP EN KOLAYDIR sözü ata sözü hükmüne geçmiştir.
“İşte bu sırdandır ki, ehl-i dalâlet, hakikaten zayıf bir kuvvet ile pek kuvvetli ehl-i hakka bazan gâlip geliyor. Fakat ehl-i hakkın öyle muhkem bir kalesi var ki, ona sığındıkları vakit, o müthiş düşmanlar yanaşamazlar, bir halt edemezler. Eğer muvakkat bir zarar verseler ‘Güzel âkıbet, elbette takva sahiplerinindir.’ (Âraf Suresi, 7/128) âyetinin sırrıyla ebedî bir sevap ve menfaatle o zarar telâfî edilir. O metin kale, o sağlam sığınak ise, Muhammed Aleyhisselamın Şeriatı ve onun Sünnetidir.
* * *
“Şeytanın yaratılmasında cüz’î şerler ile beraber bir çok küllî hayırlı maksadlar ve insanî kemâlat vardır. Evet bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar mertebeler var; insanın mahiyetindeki istidatta dahi ondan daha ziyade mertebeler var. Belki zerreden güneşe kadar dereceleri var. Bu istidatların inkişafları, elbette bir hareket ister, bir muâmele gerekir. Ve o muameledeki terakki zenbereğinin hareketi, mücâhede ile olur. O mücahede ise, şeytanların ve muzır şeylerin varlığı ile olur. Yoksa, melâikeler gibi, insanların da makamı sâbit kalırdı. O halde insan nevinde, binler neviler hükmünde sınıflar bulunmayacak… Cüz’î bir şer gelmemek için bin hayrı terk etmek, hikmet ve adâlete aykırıdır.
“Her ne kadar, şeytan yüzünden insanlar dalâlete giderler. Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle keyfiyetle ve kaliteye bakar, kemiyete az bakar veya bakmaz. Nasıl ki bin ve on çekirdeği bulunan bir zât, o çekirdekleri toprak altında kimyevî bir muameleye mazhar etse, ondan on tanesi ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama verdiği menfaat, elbette bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir. Öyle de, nefis ve şeytanlara karşı mücahede ile, yıldızlar gibi insan nevini şereflendiren ve nurlandıran on kâmil insan yüzünden o neve gelen menfaat, şeref ve kıymet, elbette, haşarat nev’inden sayılacak derecede süflî ehl-i dalâletin küfre girmesiyle insan nevine vereceği zararı hiçe indirip göze göstermediği için, rahmet, hikmet ve İlâhî adâlet, şeytanın varlığına müsaade edip musallat olmalarına meydan vermiş.
“Ey ehl-i imân! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız: Kur’an tezgâhında yapılan takvâdır. Ve siperiniz, Resul-i Ekremin (S.A.S.) Sünnet-i Seniyyesidir. Silahınız, Allah’a sığınmak, istiğfar etmek ve Allah’ın korumasına iltica etmektir.” (On Üçüncü Lem’a, Hikmet-i İstiaze, Birinci ve İkinci İşaretler)