“Evlâ olan, ‘En doğrusunu Allah bilir’ nefsin öldürülmesi değil; Sahabenin gittiği yoldaki gibi tezkiye ile temizlendirilip öldürülmeden varlığının devamını sağlamaktır. Bu ise, ekser evliyanın mânevî yolculuğu olan seyru sülûkünde olduğu şekilde onun tamamıyla ölmesinden, hikmet sırrına yani yaratılış hikmetine daha muvafıktır. (
SAFVET SENİH- SAMANYOLUHABER.COM
Mesnevî –Nuriye’de Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Bil ki: Nefis pek acib bir şeydir. Eğer tezkiye edilip temizlenirse, Cenab-ı Hakkın Güzel İsimlerinin definelerinin tecellilerini idrâk etmek için nihayetsiz aletler ve hadsiz mizanlarla dolu bir hazinedir. Günaha dalıp azgınlaştığı takdirde ise, yılanlar, akrepler ve haşaratla dolu bir mağara olur.
“Evlâ olan, ‘En doğrusunu Allah bilir’ nefsin öldürülmesi değil; Sahabenin gittiği yoldaki gibi tezkiye ile temizlendirilip öldürülmeden varlığının devamını sağlamaktır. Bu ise, ekser evliyanın mânevî yolculuğu olan seyru sülûkünde olduğu şekilde onun tamamıyla ölmesinden, hikmet sırrına yani yaratılış hikmetine daha muvafıktır. (Öyle ya Allah nefsi, öldürsünler diye yaratmış olamaz. Şeytanın bir yaratılış hikmeti olduğu gibi, elbette nefsin de öyle bir sır ve hikmeti vardır.)
“Evet NEFSİN KÖKÜNDE şiddetli bir açlık, büyük bir ihtiyaç, acip bir zevk var. Seciyelerinin mecrâsı değiştiğinde, onun zemmedilip kötülenen HIRSI, doymak bilmez bir İŞTİYAKA ınkılab eder; uğursuz meşum GURURU her türlü ŞİRKTEN kurtuluş vesilesi olur; nefsine ve zâtına muhabbeti, RABBİNİN Z TÎ MUHABBETİ hâlini alır ve hâkezâ… Böylece GÜNAHLARI SEVABA DÖNÜŞMÜŞ OLUR.” (Şemme, 69. İ’lem)
“Ehl-i velâyet, her ne kadar nefsi öldürmeye muvaffak olurlar, kötülük emreden nefsi öldürürler; yine sahabeye yetişemiyorlar. Çünkü sahabelerin nefisleri tezkiye ve tathir edilip temizlendiğinden; nefsin mahiyetindeki pek çok cihazlar ile, ubudiyetin çeşitlerine şükür ve hamdin kısım kısım farklı nevilerine daha ziyade mazhardır. Nefsi öldürdükten sonra, velilerin ubudiyetleri basitlik peyda eder.” (Yirmi Yedinci Sözün Zeyli, İkinci Vecih)
“Elhâsıl: Nefs-i emmâre tahrip ve şer cihetinde nihayetsiz cinâyet işleyebilir, fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’îdir. Evet bir haneyi bir günde harap eder, yüz günde yapamaz.
“Lâkin eğer enaniyeti bırakıp, hayrı ve vücudu Cenab-ı Hakkın yardımından istese, şer ve tahripten vazgeçse, istiğfar ederek tam kul olsa o vakit ‘Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara çevirir.’ (Furkan Suresi, 25/70) âyetinin sırrına mazhar olur. Ondaki nihayetsiz şer kabiliyeti, nihayetsiz hayır kabiliyetine inkılab eder. Ahsen-i Takvim kıymetini alır, âlâ-yı illiyyine çıkar.” (Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, Birinci Nükte)
“Mesela, gelecek ENDİŞESİ hissi herkeste var. Şiddetli bir surette herkeste var. Şiddetli bir surette ENDİŞE ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbalde yetişmek için elinde bir senet yok. Hem, RIZIK cihetinde bir TAAHHÜD altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakiki, uzun ve gâfiller hakkında TAAHHÜD altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder.
“Hem, maka ve makama karşı şiddetli bir HIRS gösterir. Bakar ki, muvakkaten onun nezaretinde verilen o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riya ve gösterişe vesile olan makam, o şiddetli HIRSA değmiyor. Ondan haki makam olan mânevî mertebelere ve Allah’a yakınlık derecelerine, âhiret azığına ve hakiki mal olan S LİH AMELLERE yönelir. Fena haslet olan MECAZÎ HIRS ise, âlî bir haslet olan HAKİKÎ HIRSA inkılab eder.
“Hem mesela, şiddetli bir İNAT ile ehemmiyetsiz, geçici fâni şeylere karşı hissiyatını sarf eder. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen bir şeye bir sene inat ediyor. Hem zararlı ve zehirli bir şeye, inat nâmına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarf etmek, hikmet ve hakikate aykırıdır. O şiddetli inadı, o lüzumsuz geçici şeylere vermeyip, âlî ve bâkî iman hakikatlarına İslâmî esaslara ve uhrevî hizmetlere sarf eder. O rezil haslet olan mecâzî inat, güzel ve âli bir haslet olan hakikî inada, yani hakta şiddetli SEBATA döner.
“İşte, şu üç misal gibi, insanlar insana verilen mânevî cihazları, eğer nefsin ve dünyanın hesabiyle kullansa ve dünyada ebedi kalacak gibi gâfilâne davransa, rezil ahlaklara, israflara ve boş, mânasız şeylere vesile olur. Eğer hafiflerini dünya işlerine ve şiddetlilerini, âhiret ve mânevî vazifelerine sarf etse, övülen ahlâklara menşe, hikmet ve hakikate uygun olarak ebedî saadete vesile olur.” (Dokuzuncu Mektup, Sâlisen)