[Safvet Senih yazdı] Ayetü'l-Kübra

“Andolsun ki, O (Muhammed) Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü." (Necm Suresi, 53/18)

Âyetü'l-Kübra
SAFVET SENİH | Samanyoluhaber 

“Andolsun ki, O (Muhammed) Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.” (Necm Suresi, 53/18) 

Bu âyet-i kerime Efendimizin (S.A.S.)  Mirac yolculuğunun anlatıldığı yerde geçmektedir.

M. Fethullah Gülen Hocaefendinin bu âyet üzerindeki tesbitlerini takdim etmek istiyorum.

“Efendimizin (S.A.S.), Cenab-ı Hakkın varlığını gösteren âfâkî ve enfüsî delilleri gözüyle görmesi, gözüyle gördüklerini bir iç müşahedesiyle hakiki boyutları içinde sezip değerlendirmesi, böyle bir rü’yetin (görmenin) lutfî neticesi. Evet bu büyük insanın nazarı küllî olduğundan müşahedesi de muhittir (ihatalı, kuşatıcıdır). Bu itibarla da İlahî tecellileri mânîsiz, hâilsiz, perdesiz, engelsiz görebilir. Görüş ufku böyle olan birinin söyleyeceği sözler hakkında ise sıradan ihsanlar hiçbir kritikte bulunamazlar. Arzda durup semayı seyredenlerin nazarı ile, evinde oturup burnunun ucunu bile göremeyenlerin nazarı elbetteki, bir olmaz.
“İster AYET ile KÜBRÂ sıfat-mevsuf şeklinde düşünülerek ‘Rabbinin en büyük âyetlerinden bir şey gördü.’ diyelim; ister ‘min’ kelimesini zâid farzederek ‘Rabbinin en büyük âyetlerini gördü’  şeklinde anlayalım, o kadri yüce zât ve min veçhin O Şahs-ı Semî ü Basîr, zaman-mekan üstü gök yolculuğunda, Cenab-ı Hakkın rububiyetinin mucizelerinden ve eşyanın perde arkası acaibinden öyle büyük alâmetlerle yüz yüze geldi, öyle aşkın temaşalara açıldı ve öyle erilmez müşahede ufuklarına erdi ki, O’nun dolaştığı o makam ve mertebelerdeki İlahî tecellileri hiçbir beyan ve ifadenin ihata etmesi ve seslendirmesi mümkün değildir. O zâtın dolaşıp döndüğü ufuklardaki nurları ve sırları sadece O duymuş ve O hissetmiştir; bir başkasının o vüsat ve o büyüklükte müşahedeye muktedir olması da söz konusu değildir. Zira o ölçüde büyük olmayan öyle bir mazhariyetin vâridatı sayılan Âyetü’l-Kübrâ’yı göremez. Âyetü’l- Kübrâ Hz. Zât-ı Ahad ü Samed değildir. Bu itibarla da görülen Allah’ın zâtı  değil, en büyük âyetleridir. Mebdeden (başlangıçtan) müntehaya (nihayete) varlığın önünün arkasının perdesiz, hâilsiz O’na delâleti, işareti ve gürül gürül O’nun ifadesidir. Zât-ı Hakkın idrak ve ihata edilmesi ‘Onu gözler idrak edemez’ fehvasınca söz konusu olmasa da rü’yeti her zaman mümkündür. Ancak âyetimn tasrihiyle (apaçık ifadesiyle) görülen O değil. Onun Peygamberimize müyesser  olmuş en büyük âyetleridir.
“Bu rüyet ve bu temâşâya, kainat ağacının mürekkebi ve hilkat ağacının çekirdeği, O Şeref-i Nev-i İnsanın nuru olması itibariyle, kendi hakikatının  kitabını okuma ve mâhiyet-i münkeşifesinin (inkişaf edip gelişmiş mahiyetinin) ağaç, dal, yaprak ve meyvesini müşahede de diyebiliriz ki, böyle bir seyahat varlığın ilk plan ve projesiyle alâkalı kader kalemlerinin cızırtılarının duyulabildiği zaman ve mekan üstü noktadan Arşın gölgesinde âvâm etmeye ve Rıdvan ufkunda iltifata ermeye kadar upuzun bir mütalaa ve müşahedenin ünvanı olmuştur.” (Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar) 
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Yedinci Şua Risalesinin bir ismi de ÂYETÜ’L-KÜBRA  Risalesidir… Bu muhteşem Risale, Hz. Ali Efendimizin (R.A.)  Celcelûtiye Kasidesinde “Âyetü’l-Kübrâ hürmetine  musibetten beni musibetten kurtar bana emniyet ve huzur ver.” diye diyor. Kerametle, ondan haber veriyor. Üstad Hazretleri de diyor ki: “Evet Hz. Ali’nin (r.a.)  Âyetü’l-Kübra hakkında verdiği haberi, tam tamına Denizli hadisesi tasdik etti. Çünkü bu Risalenin gizli tab’ı (basılması) hapsimize vesile oldu.. ve onun kudsî ve çok kuvvetli hakikatının galebesi, beraat ve necatımıza (kurtuluşumuza )  ehemmiyeti bir sebep oldu. Ve Hz. Ali’nin (r.a.) gaybi kerametini körlere de gösterdi. Ve hakkımızdaki ‘Ve bi’l-Âyetü’l-Kübrâ eminnî mine’l-fecet’ duasının kabulünü isbat etti.”
Bu Risale “Yedi kat gök, dünya ve onların içinde olan herkes Allah’ı tesbih (takdis ve tenzih) eder. Hiçbir şey yoktur ki, Allah’ı hamd ile tenzih etmesin. Ne var ki, siz onların bu teşbihini iyi anlayamazsınız. Bunca azametiyle beraber, kullarının gaflet ve cürümlerine karşı, O, Halim’dir (Çok müsamahalıdır),  Gafur’dur (çok affedicidir).”  (İsra Suresi, 17/44)  Âyetinin bir tefsiridir. Kainat seyyahının ihtişamlı bir tefekkür miracıdır. Miracî gerçekleri bir derece hissedebilmek için bu Risalenin çok iyi mütalaa edilmesi gerekir. 

04 Haziran 2020 11:20
DİĞER HABERLER