Samanyoluhaber.com yazarı Prof. Dr. Osman Şahin , Sahabeyi anlamak ve onlara yapılan saldırılar yazısının 26. yazısını kaleme aldı
Prof.Dr. Osman Şahin
Sahabeyi anlamak ve onlara yapılan saldırılar-26
Önceki yazıda Hz. Muaviye’nin adalet-i izafiye düşüncesini zulümlerine perde yapmak için kullanan ve Siyasal İslâm adına ortaya çıkan zalimlerin ve münafıkların aslında, Şia’ya olan yakınlıkları ve dinde reform arzusu sahibi olmalarına binaen ve bu hususta en büyük engel olarak gördükleri sahabe engelini aşabilmek için malzeme olarak kullanmak istediklerinden dolayı, hakikatte, bunların Hz. Muaviye’ye düşman oldukları konularını ele almıştık.
Halbuki, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat cephesinde durum tamamen farklıdır ve bunların tam tersi istikametindedir. Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat Âl-i Beyt’e muhabbette çok daha ileridedirler. Zaten, Ehl-i Sünnet alimlerinin ve büyüklerinin içerisinde önemli bir kesim Âl-i Beyt-i Nebeviye’ye mensupturlar.
Âl-i Beyt-i Nebeviye’ye olan tarafgirlikleri veya mensubiyetlerinden kaynaklanan muhabbetleri, onları ifrat ve tefritlere düşürmemiştir. Hristiyanların Hz. İsa’ya ve Şia’nın Hz. Ali’ye muhabbetlerindeki ifratları gibi vartalardan korunabilmişler, Kur’an ve Sünnet’e tam bir bağlılıkla hareket edebilmişlerdir. Kur’an’i ve Nebevi beyanlar ile sena edilerek nazara verilen, tezkiye ve tathir edilen sahabelerin hepsine karşı saygıyla hareket etmişler, onların doğruluklarını, güvenilirliklerini, niyetlerindeki sağlamlıklarını tasdik etmişler ve böylece onlar üzerinden gelen Kur’an ve Sünnet’i tam olarak alıp dinlerinin sıhhatini koruyabilmişlerdir.
EHL-İ SÜNNET ULEMÂSI VE BÜYÜKLERİNİN YAKLAŞIMLARI
O dönemlere yakın yaşayan, fıkıh ve hadis alimleri o dönemlerde yaşananları değerlendirmişler ve ittifakla, Hz. Muaviye (RA) dahil, sahabe efendilerimizin tamamının niyetlerindeki sağlamlık ve duruluğu ifade etmişler ve asla sahabeye dil uzatılmasına izin vermemişlerdir.
Ehl-i Sünnet ulemâsından ve büyüklerinden, İmam-ı Rabbani Hazretlerinin hem oğlu hem de vekili olan Muhammed Ma’sum Fârûkî Hazretleri’nin yaklaşımlarını buna bir örnek olarak verebiliriz; Muhammed Ma’sum Fârûkî Hazretleri’nin, Şerhi Divan-ı Kütüb-i Tevârih’de geçen, Hz. Ali ve Hz. Muaviye (R.anhüma) arasında karşılıklı olarak birbirlerine lanet okuttukları ile ilgili rivayetler kendisine sorulduğunda, bu soruya “Mektûbât” adlı eserinde verdiği cevapta, konumuza ışık tutan tespitler yapmaktadırlar.
Bu tarih kitabında geçen iddiaların tutarsızlığını ortaya koymak için, büyük imam, öncelikle sahabeye ait bazı hususiyetleri ve faziletleri nazara vermekte, dinde lanet etmenin çirkinliği, sahabelerin böyle bir çirkinliği işlemekten uzak oldukları ve böyle bir yola asla başvurmadıklarının delillerini açıkladıktan sonra, bizlere önemli bilgiler ve düsturlar vermekte ve böyle yanlış rivayetlerin yol açtığı tehlikelere dikkat çekmektedirler:
Bilgi: “Tepeden tırnağa kadar rahmet olan Hazret-i Emir (Hz. Ali- kerremallahü teala vecheh) -hâşâ ve kellâ- herhangi bir Müslümana bile lanet etmemiştir. Nerde kaldı ki, Peygamber efendimizin ashâbına ve hele çok kere hayır dua ettiği Muaviye’ye lanet etmiş olsun. Hazret-i Emir, Muaviye ile birlikte olanlar için, ‘Kardeşlerimiz, bize uymadı. Kâfir ve fâsık değildirler. İçtihadları ile hareket ediyorlar’ buyurdu. Bu sözü, bunlardan küfrü ve fıskı uzaklaştırmaktadır. O halde, niçin lanet etsin?”
Düstur: “Bundan anlaşılıyor ki, bu gibi sözler, Hazret-i Emir’e iftiradır. Onu kötülemektir. Bundan başka, Muaviye, Hazret-i Emire, Hasan ve Hüseyin’e ve diğerlerine lanet etmeğe başladı demek de, Muaviye hazretlerine iftira olur. Tarihçiler söylüyor ise, bunların sözü, nasıl sened olabilir. Dinin esasları tarihçilerin sözleri üzerine kurulamaz. Bu meselede, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin ve O’nun eshâbının sözlerine bakılır.” Böyle konularda, dinin temellerinden olan sahabenin konuşulduğu yerde, sıhhati şüpheli bilgileri de eserlerine alan tarihçilerin sözleri delil olarak Kabul edilemez. Onun yerine, bu konularda daha yetkin ve daha çok bilgi sahibi olan ve gelen haberlerin sıhhati konusuna çok büyük önem veren İmam-ı Azam Ebu Hanife ve O’nun ashâbı gibilerin sözlerine bakılmalıdır.
Tehlike veya tehdid: “Evet, Beni Ümeyye halifeleri senelerce minberlerde Ehl-i beyte lanet ettirdiler. Ömer bin Abdülaziz, buna son verdi. Allah’u Teala, Ona bizim tarafımızdan büyük mükafatlar versin! Lakin Muaviye de, Emevi halifelerinden ise de, ona dokunulamaz. Bu din büyüklerine dil uzatmak, onları kötülemek, onlardan bize gelmiş olan din bilgilerini bozmağa, kötülemeğe sebep olur. Hiçbir Müslüman, bunu lâyık görmez ve kabul edemez.”
Muhammed Ma’sum Fârûkî Hazretleri’nin buradaki yaklaşımını, ehl-i Sünnet uleması ve büyüklerinin hepsinde görmek mümkündür. Bu görüşler İmam-ı Rabbani Hazretlerinin Mektubat’ında geçen görüşlerinin özeti gibidir.
Ömer Nasuhi Bilmen bu konuyu ele aldığı “Ashâb-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları” adlı eserinde, Hazret-i Muaviye’nin Hazret-i Ali’ye lanet okumadığıyla ilgili delilleri ele almakta ve Emeviler’den bazılarının Hz. Ali ve taraftarlarına sebebi; sövüp sayma anlamında olmadığını, Hz. Ali’nin harekatını tenkit, kendilerine karşı yaptığı savaşların yerinde olmadığı, Hz. Osman’ın katillerine karşı gerekeni yapmayıp müsamaha gösterdiği gibi şeyler olduğunu ifade etmektedir.
Diğer taraftan, Abdülkadir Geylan’i Hazretleri, Hazret-i Hasan’ın kendi rızasıyla hilafeti Hazret-i Muaviye’ye teslim etmesiyle, Hazret-i Muaviye’nin hilafetinin meşru hale geldiğini ifade etmektedirler. Dolayısıyla, Hazret-i Ali’ye lanet okutturmasına dair ortada sebepler bulunmamaktadır. Olsa olsa, siyaset ve idare alanında Hazret-i Ali’nin uygulamalarının tenkiti yapılmıştır. Ancak, hilafeti kendisinden sonra oğlu Yezid’e devretmesiyle, hilafet saltanata dönüşmüş, bu saltanata Ehl-i Beyt’in baş kaldırmasıyla gelişen olaylar neticesinde, Emevi halifeleri, Hazret-i Ömer bin Abdülaziz’e kadar devam edecek olan lanet okutma işini başlatmışlardır.
İmam-ı Rabbani Hazretleri Mektubat’ına, ehl-i Sünnet ulemâsı ve büyüklerinin ashab-ı kiramın hepsinin hayırla yad edilmesi ve bu hususta aralarında bir fark bulunmadığı konusundaki beyanlarını alarak, şöyle bir hüküm ortaya koymuşlardır: “Şüphesiz bu Rasûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) sohbeti bereketi ile, Hz. Muaviye’nin (radıyallahu anh) hatası, Veysel Karani’nin ve Ömer bin Abdülaziz’in doğru işlerinden daha hayırlı, Amr bin As (r.a.)’in yanılması bunların bilinçli yaptıkları işten daha üstün olmuştur. Çünkü Resulullah (SAV)’i görmek, melek ve vahye şahit olmak ve mucizelere tanıklık etmekle bu ulu insanların imanı olmuştur.”
EHL-İ SÜNNET ULEMASININ VE BÜYÜKLERİNİN GÖSTERDİĞİ HASSASİYET VE DUYARLILIK
Bu art niyetli saldırıların ve bu saldırıların yol açabileceği büyük zararların farkında olan Ehl-i Sünnet büyükleri ve alimleri, Âl-i Beyt muhabbetinde ve onlara tarafgirlikte hiç kimsenin yetişemeyeği insanlar olmalarına rağmen, Hz. Muaviye’nin diğer sahabelerden (radıyallahu anhüm ecmain) farklı olmadığına, niyetindeki sağlamlığa, hakperest olduğuna, doğruluğuna ve dine yaptığı hizmetlerine hep şehadet etmişlerdir. Aynı zamanda, Hz. Muaviye (radıyallahu anh) hakkında, bundan farklı olarak, menfi konuşanların yanlış bir yolda olduklarını söyleyerek sürekli ikaz etmişlerdir.
Bu büyüklerden İmam-ı A'zam Ebu Hanife, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafii, Ahmet bin Hanbel, Ömer bin Abdülaziz, Abdülkadir-i Geylani, İmam-ı Buhari, İmam-ı Gazali, Abdullah ibni Mübarek, İmam-ı Rabbani, Muhammed Ma’sum Fârûkî, İbni Hacer-i Mekki, Hâfız İbni Hacer el-Askalânî, Ebu’l-Leys Semerkandî, İmam-ı Şaranî, İmam-ı Kurtubî, Mevlana Celaleddin Rumi, Ebussuud Efendi ve Bediüzzaman Said Nursi (radıyallahu anhüm) gibi önemli insanların, Hz. Muaviye’nin bir sahabe olarak faziletleri, niyetinin duruluğu ve samimiyeti hakkında, hiçbir tereddüt eseri göstermeden hüsn-ü şehadette bulunmalarını örnek olarak verebiliriz. Buraya aldığımız isimler, böyle düşünüp ifade eden çok sayıda insan arasından seçtiğimiz birkaç tanesidir. Sahabe efendilerimizin içerisinden de birçoğunun benzer hüsn-ü şehadetlerini görmek mümkündür.
İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin bu konuya örnek olabilecek bir hükmü şöyledir: "Hazret-i Muaviye'yi, sevmemek onu kötülemek, Hazret-i Ebu Bekir’i ve Hazret-i Ömer’i sevmemek bunları kötülemek gibidir. Ona sövene, bunlara sövene verilen cezayı vermek lazımdır.”
İmam-ı Malik Hazretlerinin, “Hazret-i Aişe, Hazret-i Osman, Hazret-i Muaviye ve Hazret-i Amr bin As dalalette idiler” diyenlerin cezalandırılmaları gerektiğini ifade etmektedirler.
Sadece birkaç örnekle işarette bulunduk. Az bir kaynak taraması ile, çok bol miktarda mevcut olan bu şehadetlere ulaşılabilir. İnşaAllah bir sonraki yazıda bu konuya devam edelim.