''İşte Nurcu diye, hapishane hapishane dolaştırdığımız, karakol karakol dayak attığımız suçlulardan biri. Biz, bunları affetmiyoruz da… Diyeceksiniz ki, hepsi bu kıratta adamlar mı? Değil tabiî… Ama hepsi de bu ihlâsta, bu yolda, bu gönülde insanlar. Bu insanları suçlu diye affetmek bile bir saygısızlık. Ancak onlardan af ve özür dilememiz lâzım.''
Ali Emir Pakkan / samanyoluhaber.com
Tek parti döneminde Bedüzzaman hedefteydi, selam vereni tutukluyorlardı. Takipler ve davalar DP iktidarında da sürdü.
Devrin gazeteleri resmi ideolojiye bağlıydı. Sık sık Said Nursi’yi karalayan yayınlar yapılıyordu. Lehine yazı yazmak cesaret işiydi.
Osman Yüksel Serdengeçti, Said Nursi ile görüşen ender yazarlardan biriydi. İstanbul’daki ziyaretinden izlenimlerini mecmuasına yazdı.
1952’de Malatya hadisesinden dolayı tutuklanmıştı. Cezaevinden çıktıktan sonra ikinci defa Said Nursi’yi ziyarete gitmişti. Isparta’daki görüşmeyi de kaleme aldı.
Serdengeçti’nin yazıları, şiirleri hep dava konusu oldu. Fikirlerinlerinden dolayı defalarca yargılandı, tabutluk ve işkencelerden geçirildi. Ama o aydın duruşundan geri adım atmadı, doğru bildiğini söylemekten çekinmedi.
Bediüzzaman ve Nur talebelerinin linç edildiği o karanlık günlerde Serdengeçti, Said Nursi için "En az bir Sokrattır" demişti. Bakın şu satırlar onun:
“İmanı, sıradağlar gibi muhkem. Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı imanlı bağrını siper etmiş. Allah demiş, Peygamber demiş, başka bir şey dememiş. Başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur. Hiçbir zalim onu eğememiş, hiçbir âlim onu yenememiş... Kayalar gibi çetin, müdhiş bir irade... Şimşekler gibi bir zekâ... İşte Said Nursi!..
Niçin Sokrat bu kadar büyüktür? Bir fikir uğruna hayatı hakir gördüğü için değil mi? Said Nur en az bir Sokrat'tır; fakat İslâm düşmanları tarafından bir mürteci, bir softa diye takdim olundu. Onlara göre büyük olabilmek için ecnebi olmak gerek.”
(1952, Mart, Serdengeçti)
1960 darbesinden sonra genel seçimlere gidilecekti. Osman Yüksel Serdengeçti, Konya’dan adaylığını koydu. Seçim çalışmaları yaparken tutuklandı. Cezaevinde Nur talebeleri ile birlikteydi. "Nurcu" diye insanlara zulüm edilmesine tepki gösterdi:
"1961’de Konya’da seçimlere girmiştim ve propagandanın ikinci günü, sebepsiz tereddütsüz tevkif olunmuştum. İşte Dr. Sadullah Nutku ile o zaman, orada karşılaştım. Beni gıyaben tanıyordu. İlk karşılaşmamızda, ilk hitabı şu oldu: ‘Gazanız mübarek ola!’ Cevap vermedim; çok öfkeli ve hınçlı idim. O, mütemadiyen bana bakıyor, bana yakın olmak istiyordu. ‘Cenab-ı Hak, lütfetti de sizi buraya gönderdi. Sizi esirgedi, acıdı…’ gibi lâflar ediyordu. ‘Şu adama bak!’ dedim içimden… ‘Meczubun biri… Bunun neresi lütuf!.. Meb’us olacakken, mahpus oldum!..’
Öyle öfkeliydim ki; bir hamlede mahkemeleri, hapishane duvarlarını yıkmak istiyordum. Doktordan yüz çevirdim. Fakat nereye çevrilsem, o da, o tarafa çevriliyordu. Her yönde onu görüyordum. Aynı sözler… ‘Cenab-ı Hak, lütfetti. Nedir o dışarıda onlar? Nutuklar, kendini övmeler, öbür tarafa sövmeler… Bir felâket… Cîfe!..’ Bir an, gözlerim gözlerine geldi. ‘Öyle değil mi?’ dedi. ‘Öyle’ diyerek, bu suali sessizce tasdik ettim. Hakikaten içime öyle bir huzur yayıldı… Meydanlar, nutuklar, alabildiğine karşı tarafa sövmeler, kendini ve partisini övmeler. Kazanmak için türlü dolaplar, dalavereler… Ya Rabbi, beni bunlardan kurtardığın için sana binlerce şükürler olsun…
İşte Nurcu diye, hapishane hapishane dolaştırdığımız, karakol karakol dayak attığımız suçlulardan biri. Biz, bunları affetmiyoruz da… Diyeceksiniz ki, hepsi bu kıratta adamlar mı? Değil tabiî… Ama hepsi de bu ihlâsta, bu yolda, bu gönülde insanlar. Bu insanları suçlu diye affetmek bile bir saygısızlık. Ancak onlardan af ve özür dilememiz lâzım.”
Dertli şair acaba bugünkü zülümleri görse neler yazardı?