Atalarımız, “Sakla samanı gelir zamanı” demişler. Ben de güzel bir şey duyunca onu bir yere kaydederdim.
Abdullah Aymaz - Samanyoluhaber.com
Atalarımız, “Sakla samanı gelir zamanı” demişler. Ben de güzel bir şey duyunca onu bir yere kaydederdim. Şimdi tekrar gözden geçirince, onlar birer saman olmayıp bilakis birer servet-i sâmân olduğunu anladım. Zaman zaman, parça parça bile olsa sizlere takdim etmek istiyorum. Kırık, dökük, intizamsız ve insicamsız olduklarına bakmayın, lütfen…
“İtikada ait meselelerde, kabir, cennet ve cehennemle ilgili hususlarda güldürmek için uydurulan ve ayet ve hadiste yeri olmayan şeyler söylemek hiç uygun değildir. Torpil v.s. uydurmalar, haşa Kayseri’linin Cenab-ı Hakla pazarlığı gibi şeylere dikkat edelim, ebedî hayatımızı mahvetmeyelim. Âyet ve hadislere sadık kalalım, bunların şakaya tahammülü yok…
* * *
Sahtekâr ile tamahkâr hemen anlaşırlarmış. On – on beş sene önce arasıra yanıma uğrayan birisi vardı; “Hava alanında yanıma bir Türk gelip elinde son derece gelişmiş bir cihaz olduğunu, para bastığını söyledi. Sonra da “Bak işte Mark basıyor” dedi. Bir sürü mark çıkardı. (Meğer cihazın içine önceden yerleştirmiş) Güya âcil bir 50 bin marka ihtiyacı varmış onu satılığa çıkarmış. O anda aklıma gelmiyor ki, sabah-akşam uğraşsın elli bin mark bassın. Ama ben bunları düşünemiyorum bile. Ama 35 bin markım var. ‘Bankada 35 binim var olur mu?’ dedim. Eh ne yapalım olsun!” dedi. Hâlâ nasıl 50’den düştü hesaplayıp fark edemiyorum. Neyse sevinçle eve getirdim. Hanıma, ‘Yaşadık, zengin olduk!..’ dedim. Sonra uğraştım, uğraştım, hiçbir şey basmadı. Bu sefer ‘Eyvah aldandım!..’ diye feryadı bastım. Seneler geçti her hava alanına uğradığımda hâlâ gözlerim o sahtekârı arar, daha doğrusu 35 bin markımı ararım…”
Galata Köprüsünde bir adam denize beş kuruş düşürmüş. Senelerce hep “Ben burada beş kuruş düşürmüştüm!” deyip duruyormuş. Bir de artık bu takıntıdan kurtulabilmek için, demiş ki, “Kim benim seneler önce buraya düşürdüğüm beş kuruşu bulup çıkarırsa ona beş lira vereceğim.” Bunu duyan dalgıcın birisi “Tamam bak ben şimdi suya dalıp beş kuruşunu sana getireceğim” demiş. Bir dalmış, biraz sonra bir beş kuruş çıkarıp adama vermiş. O da ona beş lira vermiş; “Oh be!.. Parama kavuştum!” diyerek sevinmiş. Halbuki dalgıç cebinden çıkardığı beş kuruşu ona vermiş… İşte bizim bu ara sıralık iyi gün dostuna da böyle onun şuur altına dalıp o takıntıyı temizleyecek bir dalgıç psikolog gerekiyor…
* * *
İran’da kasden ve haksız olarak adam öldürdüğü için öldürülen tarafın mirasçıları da affetmediği için katili asmaya götürüyorlar ve asmadan önce son istediğini soruyorlar. O da, “Son anlarımda ‘ney’ dinlemek istiyorum.” diyor. Usta bir neyzen bulup getiriyorlar o da başlıyor, hüzünlü hüzünlü ney çalmaya bir müddet sonra maktul tarafı çok hisleniyorlar ve kısası diyete çeviriyorlar…
Beş altı sene önce Milano’da bir çok profesör yetiştirmiş Mirna Hanım bana sormuş, “Arapça hocası olduğum için İtalyanlar beni Müslüman zannedip kısası soruyorlar. Bizim Tevrat’ta da kısas var. Ben tam anlatamıyorum. Siz ne dersiniz?’ demişti. Dedim ki: “Aslında ‘kısas’ üç hükümden birisidir. Yani öldürülen taraf isterse kısas ister, bunu da devlet yapar. Şahıs yapamaz. O zaman kan davasına girer. Bu sefer devletin kâtili öldüreni de cezalandırması lazım. Aslında kısas kan davalarını önlemek, ve cinayet işlemekten caydırmak içindir. Veya onlar diyet isteyebilir. Yine katil öldürülmez. Hatta isterlerse meccanen affedebilirler. Geçenlerde İran’da bir anne son anda katil gence acıdı ve affetti. İpten geri döndürdüler. Yani burada maksat kan davalarını önlemek. Yukarıdaki misalde olduğu gibi sen bunu istersen ney çaldırarak, kalbleri hüzünlendirip yumuşatarak yap istersen çok iyi bir psikolog ile git konuş yumuşat, affettir. Artık onun hesabı âhirete, Allah huzurundaki mahkemeye kalır.”
* * *
Bir arkadaşımız on sene önce Afrika’ya gidince oradaki okullarımızın öğretmenlerine “Burayı nasıl sevdiniz?” diye sormuştu. Onlar da: “Biz zaten renk körüyüz; siyah-beyaz bizim için fark etmez. Ayrıca biz ‘Ya Rabbi bunları ve bu insanları bize sevdir; onlar da bizi sevsinler” diye dua etmiştik. Dualarımız kabul oldu.” demişlerdi.
* * *
Büyük zelzeleden kurtulan birisi şöyle diyordu: “Ya Rabbi çok büyük bir gaflet içinde idim. 45 senede kazandığımı, elimden 45 saniyede alıvererek aklımı başıma getirdin, ayrıca hayatımı da bağışladın, diyorum.”
* * *
İlk dönem Clevland’daki “Carter” okulumuz kapanıyor, diye bir söylenti çıkmıştı. Aman kapanmasın, diye veliler okula gelmişlerdi. Bir veli şöyle demişti: “Sakın okulu kapatmayın. Siz çok başarılısınız. Bizim çocuklarımızı No
bel Ödülü alacak seviyeye getirmenizi istemiyoruz zaten. Benim oğlum, ele avuca sığmaz biriydi. Kafası atınca beni de annesini de dövmeye kalkışırdı. Artık üç aydır, asla böyle bir şey yapmıyor. Bu okulda çok değişti. Uyuşturucu parası için sıkıştırıp dövdüğü günler geride kaldı. Uyuşturucuyu da bıraktı. Bundan büyük başarı mı olur? Biz çocuklarımızın Nobel Ödülü almasını değil, onları birer insan olmasını istiyoruz!”
Bir iş adamı anlatmıştı:
“Amerika’dan Siri Lanka’ya mal almaya gittim. Orada şirketin şoförü beni bir yere götürüyordu. Ramazan günü, bir köyden geçerken iftar vakti oldu. Bir camiye gittik. İftar hazırlıkları yapıyorlardı. Tanıştık. Camiye teberruda bulundum. İmam bana nereli olduğumu sordu. Türkiye’den deyince, imam Hocaefendiyi, sordu. ‘Kim?’ dedim. ‘Fethullah Gülen’ dedi. Ben bu ismi duymuştum ama hakkında fazla bir bilgim yoktu. Bana, ‘Hayret!..’ Bu zatı dünyanın her tarafında güzel eğitim veren okullar açmış!’ dedi. Oradan Ukrayna’ya geçtim, hava alanında, iki elinde iki bavulla birisini gördüm. İstanbul’a gidiyordu. Öğretmenmiş. ‘Hocaefendi’nin okullarında mı görevlisin!’ dedim. ‘Evet’ dedi. Ona, Siri Lanka’da böyle böyle oldu diye başımdan geçenleri anlattım. Sohbet ettik. Sonra Amerika’ya dönünce, Hizmet’ten arkadaşlarla tanıştık… Sonra düşündüm, Siri Lanka’da sadaka vermiştim. Sonra otelimiz bombalandı ve ben kıl payı kurtulmuştum. Demek ki, ‘Sadaka belâyı def ediyormuş’ işte isbatı diye düşündüm.”
Eller bildi, biz bilemedik,
Hocaefendiyi ve Hizmeti… Dünyada tek rakipsiz Türkiye Markası olan eğitim yuvalarını kendi ellerimizle yıkmaya çalışıyoruz. Eğer bu gaflet değilse, nasıl bir hıyanet ve ihanettir. Bunun hesabını ve dünyada ve âhirette hiçbir kimse veremez. Ama bu olanlarla Cenab-ı Hakkın geniş ve derin hikmeti nedir, henüz bunu şimdiki tam anlamış sayılmayız. Ama inanıyorum ki, ekstradan çok ihtişamlı süprizler bizi bekliyor!..