Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih 'Sana fare emanet edilmezken İsmi Azam neyine!' başlıklı yazısında Mısır’ın maneviyat büyüklerinden Zünnûn-u Mısrî'nin hayatından bir kesitle önemli bir uyarıda bulundu.
Mısır’ın maneviyat büyüklerinden Zünnûn-u Mısrî, İslam’ın örnek simalardan biridir. Hayatı boyunca İslâmî fazilet ve meziyetlerin tatbik ve takipçisi olmuştur. Nefsine karşı büyük cihadında elbette pek büyük mânevî ikrâm ve sırlara nâil ve mazhar olmuştur. Ama bunları, nefsiyle gerçek mücahedeyi yapmamış olanlara açmamış, hatta ısrarla isteyenlere vermemiştir.
Yusuf bin Hüseyin, bu hususta yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatıyor:
“Ben tam bir sene Zünnûn Hazretlerine hizmet ettim. Sene sonunda kendisine dedim ki: “Yâ Üstad, sizden hizmetim müddetinde hiçbir talebim olmadı. Şimdi ise bir istirhamım olacak, lütfen beni reddetmeyiniz.
Üstad merakla talebimi söylememi bekliyordu. Dedim ki: “Siz, İSM-İ ÂZAMI biliyormuşsunuz, bana da öğretmenizi istirham ediyorum. Bütün sene hiç ayrılmadan ettiğim hizmetimin gayesi budur. Sizden bundan başka istirhamım yok.” Zünnûn Hazretleri tebessüm edip gitti bir cevap vermedi. Böylece tam altı ay geçti. Ben yine niyetimde ısrarlı idim. Israrını sezmiş olacak ki, beni huzuruna çağırıp şöyle dedi: “Ağzını bağladığım şu testiyi al ve Fustat’ta bir dostum var, ona götür. İçindeki hediyeyi mutlaka ona ulaştır. Gerçi o beni bir senedir hiç aramıyor, ama ben vefa gösterip, hediyemi ona göndermiş olayım.”
Ben ağzı bezle bağlanmış olan testiyi alıp yola koyuldum. Yolda şeytan zihnime vesvese vermeye başladı. “Ey Yusuf, Zünnûn’a bir senedir hizmet ettin, yetmedi, altı ay daha hizmet ettim yine yetmedi, bir suâlin cevabına lâyık olamadın. Hediye götürdüğün anda ise, bir senedir hiç buralara bile uğramadığı halde buna rağmen Üstad ona hediye gönderiyor, acaba çok kıymetli bir hediye mi ki? O adam böyle kıymetli bir hediyeye lâyık mı ki?.”
Derken, merakımı bir türlü yenemeyip yolun kenarında tenha bir yerde durarak testinin ağzındaki sargıyı çözdüm, içine bakmak istediğim sırada, içinden fırt diye bir fare çıkmaz mı? Fare toprağın üzerine düştü, otların arasına doğru da kaybolup gitti. Artık testinin içinde götürecek bir şey kalmamıştı. Ben de geri dönüp, Üstad’ın huzuruna girdim. Hiçbir şey söylemeden tebessüm eden Üstad şu karşılığı verdi: “Azizim, bir farenin bile emanet edilemediği bir insana İSM-İ ÂZAM nasıl emanet edilip de öğretilir? Bu mümkün mü?”
Yusuf bin Hüseyin der ki:
“Anladım ki, lâyık olmadan bir şeye talip olmamak lâzımmış.”
Bu büyük velinin yaşadığı Mısır’da bir yaz mevsiminde ciddi bir kuraklık hüküm sürmeye başlamıştı. Bağ, bahçe susuzluktan kurumuş, hayvanlar bile otlayacak tek kök yeşilliğe hasret kalmıştı.
Bu yüzden bütün Mısır halkı kırlara çıkmış, yağmur duaları yapmış, ama bir türlü bekledikleri rahmete kavuşamamıştı.
Bir gün Zünnûn’a gelip şöyle derler: “Efendim günlerdir çıktığımız yağmur dualarımız kabul olmadı. Söylendiğine göre, içinizde bir GÜNAHKÂR varmış. Onun yüzünden yağmur duanız kabul olmuyormuş. Siz bu kişiyi keşfedebilirsiniz. Lütfen bir murakabeye varsanız da, o adamı keşfedip içimizden uzaklaşmasını temin etseniz, onsuz duamızı yapsak.”
Zünnûn bunu gönülden kabul eder. Fakat o günden sonra da bu büyük veliyi kimse Mısır’da göremez. Bir müddet sonra yağmurlar başlar, kuraklık biter. Bereketli rahmet damlalarıyla Nil-i Mübarek, tarlaları sahraları sular, sıkıntı, sona erer. Bir de bakarlar Zünnûn gelmiş!.. Merakla sorarlar: Efendi Hazretleri nerelerdeydiniz?”
-Biraz uzaklaşmam gerekiyordu.
-Neden?
-Çünkü günahkâr bir adam yüzünden YAĞMUR DUANIZ KABUL OLMUYORDU. Düşündüm NEFSİMDEN BAŞKA GÜNAHKAR bulamadım. Çıkıp gideyim de dualarının kabulüne mâni olmayayım, dedim. Nitekim ben ayrıldıktan sonra, hem de kısa bir zaman sonra yağmurlar yağmaya başlamış. Demek ki, artık dualar kabul olmuş. Bunu öğrenince geri döndüm.”
O bunları söylerken gerçekten de ihlasla, samimiyetle bu sözleri söylüyor ve öyle inanıyordu!..
(Ahmed Şahin, Örnek Yaşayışlarıyla İslam Büyükleri)