Fikrimi baştan söyleyeyim de, birazdan yapacağım “dokundurmalar” için “hafifletici neden” sayılsın.
Belediyelerin, bürokratların, sanatla şu ya da bu şekilde ünsiyeti bulunmayan insanların “Tiyatro bizim işimiz... Biz ne dersek o olur...” yaklaşımını doğru bulmuyorum.
Kamunun “içerik denetlemesi” yapmasını da doğru bulmuyorum.
Evet, ödenekli tiyatrolar, adı üstünde, “ödenekli”dir, halkın vergileriyle finanse edilmektedir, bu nedenle kamu denetimine açık olmalıdır, “memur” kadrosundan istihdam edilen tiyatrocular da buna rıza göstermelidir ama denetim sadece “şeklî” (Orhan Alkaya’nın anlayacağı lisanla “biçimsel”) olmalıdır, asla içeriğe ilişkin bir müdahaleye dönüşmemelidir.
Böyledir diye, “kamu kesesinden” sanat yapan tiyatrocular da, “Her işin doğrusunu biz biliriz, neyin sanat değeri taşıdığına sadece biz karar veririz, hangi ideolojik düşünceye yakın duracağımızı biz belirleriz” yaklaşımına girmemeli, oyun seçimlerinde kamu tercihlerini ve “farklılıkları” gözetmelidir.
Bunu şöyle açayım:
Dizi furyasıyla hasbelkader üne kavuşmuş ve şu sıra “tiyatrocular direnişi”nin önderliğini yapan “Balıkçı” namıyla maruf Orhan Alkaya, gözümüzün içine baka baka bize “Rosenbergler” satmamalıdır.
Hem ayıp, hem günah...
Hem de haksızlık.
Devrimcilik yapacağız diye, anakronik bile sayılmayacak bir duyarlığı inatla sürdürmek, yazarının bile sahneden çektiği oyunu evirip çevirip tedavüle sürmek haksızlığın da ötesinde, büyük saygısızlık.
İnsanlara saygısızlık...
Decaux’ya saygısızlık.
Kesesinden sanat yaptığınız halka saygısızlık.
Daha da önemlisi, tarihe saygısızlık... (Alain Decaux tarihçidir üstelik. Rosenbergler’i sizden bizden iyi bilir...)
Buyurmuş ki hazret, “Uzun bir geceye başlıyoruz. Biz tiyatrocular insanlık tarihinin mirasından geliyoruz. Korkacağımızı mı sanıyorlar...”
Sanmıyoruz...
Balıkçılar korkmaz.
Korkmuyorsun, devrimcisin, ilke insanısın, icabında delişmensin, icabında cesur yüreksin, icabında “uzun gecelerin” insanısın da, biraz da kendin gibi düşünmeyenlerin sesine kulak versen...
Hadi Rosebnergler bir iş kazasıydı.
Farklı görüşten yazarların eserleri neden yer almaz repertuarınızda?
Bir Necip Fazıl oyunu sahnelemek için bin dereden su getiriyorsunuz... Kafanıza göre “gerici, muhafazakar, dinci” diye yaftaladığınız hiçbir yazarı şehir tiyatrolarının kapısından içeri sokmuyorsunuz.
Refik Erduran’ı sahnele, Aziz Nesin’i sahnele, tiyatro yazarı bile olmayan Nazım Hikmet’i sahnele... Ama ilaç olsun için bir tane de Mustafa Necati Sepetçioğlu koy. Bir tane de Necip Fazıl Kısakürek koy... Ki, bu ülkenin en önemli oyun yazarlarındandır.
Zahmet olmazsa, bir tane de Nuri Pakdil koy... Ki, “deneysel tiyatro”nun en üstün verimlerine imza atmıştır.
Bir “Kel Şarkıcı” koy.
Bir “Umut” koy.
Bir “Hülleci” koy.
Bir “Oyunlarla Yaşayanlar” koy.
Bürokratların denetimine bırakma bu işi... “Bürokrat” diye küçümsediğin adamlar da bunu söyleyecekler zaten: “Kardeşim, bir Nazım Hikmet sahneliyorsan, bir de Necip Fazıl sahnele...”
Balıkçısın. Şiir filan yazıyorsun. Ne kıratta şair olduğunu dizi izleyicileri bilmez ama biz biliyoruz. “Nuri Pakdil de kim?” dersen, bırak sen bu işi.
Ne yani, bu ülkede “sanattan anlama tekeli” pos bıyık bırakıp Cihangir’de oturanların elinde mi olacak?