AKP'ye yakın Yeni Şafak Gazetesi'nde dini konularda yazan Karaman, bu kez de AKP iktidarı tarafından konulan/konulacak yeni vergileri meşrulaştırdı
AKP'li teolog Hayrettin Karaman zaruretlerin yasakları kaldıracağını söyleyerek bazı alimlerin 'zor durumda rüşvet vermeyi de caiz gördükleri'ni yazdı.
Karaman ayrıca normal zamanlarda zekat dışında bir yükümlülüğü bulunmayan Müslümanların, devletin gelirlerinin yetmediği durumlarda vergi ödemekle yükümlü olduklarını öne sürdü.
Yazısını geçmişten, Mecelleden ve bazı içtihadlardan örneklerle süsleyen teolog Karaman'a göre devlet ihtiyaç halinde vergi de koyar, arazisini istimlak da eder.
Yazıdan ilgili bölüm şöyle:
(...)
Bu çerçevenin farkı geçici olmasıdır. Burada devamlı olmayan, bazı zaman ve yerlerde bulunan ve bulunduğu müddetçe ruhsatlara sebep olan ihtiyaçlar söz konusudur. Bu örnekler “ihtiyaç umûmi olsun, husûsi olsun zarûret sayılır” kaidesinin “umûmi, genel ihtiyaçlar” kısmına aittir. Umûmi ihtiyaçların ve amme menfaatinin, husûsi ihtiyaç ve menfaatlerden daha önemli, daha hayati olduğunda ittifak edilmiş ve daima amme menfaati, husûsi menfaate tercih edilmiştir (Mecelle, md. 26).
Bu kısma giren bazı örnekler:
1. Raşid Halifeler devrinde Mescid’in genişletilmesine ihtiyaç hâsıl olunca başlayan istimlak uygulaması Mecelle’nin 1216. maddesinde kanunlaşmış ve amme ihtiyacı gerekçesine bağlanmıştır. Kişilerin mülkiyetinde bulunan bir taşınmazı, bedeli verilse dahi zorla (bunu istemedikleri halde) almak caiz olmadığı halde amme ihtiyacı sebebiyle istimlak caiz görülmüştür.
2. Normal hallerde, yani devlet gelirlerinin giderleri karşıladığı durumlarda Müslümanların, zekâttan başka bir ödeme yükümlülükleri yoktur. Amme ihtiyacı ve menfâati gerektirdiği halde devletin malvarlığının belli bir harcama için yeterli olmaması halinde, durumu müsait olan Müslümanlardan vergi alınmasının caiz olduğunda ittifak edilmiştir. Bu hüküm, İslâm’ın getirdiği kardeşlik ve sosyal dayanışma esasları yanında “amme menfâatine riayet, mefsedeti defetmenin menfâati korumadan önce gelmesi, çok zararı defetmek için az zararın göze alınması, umûma ait zararı defetmek için husûsi zararın yüklenilmesi” kaidelerine bağlanmıştır (Kardâvi, Fıkhu’z-Zekât, s. 1073 vd.).
3. Hicrî beşinci asırda Buhâra ve Belh bölgelerinde halk, muhtaç oldukları krediyi temin etmek için bir usul icat etmişlerdi. Buna göre ödünç para almak isteyen bir taşınmazını, parayı alacağı şahsa “bedeli geri ödediğinde taşınmazı da geri almak şartıyla” satıyordu. Alacaklı, borç ödeninceye kadar bu taşınmazdan istifade ediyor, borçlu da aldığı krediden faydalanıyordu. Sonunda bedel iade edilirse mal da geri alınıyordu. Bu asrın fukahâsından itibaren konu tartışıldı, bunu kimi fâsid satım, kimileri şartı hükümsüz satım, yahut rehin kabul etmişlerdi. Sonunda Hanefîlerde fetvâya esas olan görüş bu muamelenin farklı ve yeni bir muamele olduğu ve halkın ihtiyacına binaen caiz bulunduğu şeklinde yerleşmiş. Mecelle de (md. 396-403) bu görüşü kanunlaştırmıştır.
4. Vefaen satım gibi yine amme ihtiyacı sebebiyle caiz görülmüş bir uygulama da Endülüs’te görülmektedir. Diğer bölgelerde olduğu gibi burada da geniş vakıf topraklar vardı. Bu topraklar kiraya verilerek gelir sağlanmak ve bu gelir belli yerlere sarf edilmek üzere vakfedilmişti. Ekilen topraklar bakım ve masraf gerektirdiği için, ağaç dikilen ve bina yapılan yerler de belli bir müddet sonunda kiracının elinden alınacağı için halk bu toprakları kiralamıyor, bundan vakıf ve toplum zarar görüyordu. Bu durumu tespit eden İbn Sirac, İbn Manzûr gibi fıkıh âlimleri dokuzuncu hicrî asrın sonlarında, bu toprakların süresiz olarak kiraya verilmesinin caiz olduğuna fetvâ verdiler. Toprağı süresiz kiraya vermek “fasid bir kira akdidir” ve bu akdi yapmak caiz değildir; ancak amme ihtiyaç ve menfâati bu akdi caiz hale getirmiştir. İbn Âşûr’un verdiği bilgiye göre onuncu asırda Mısır’da Nâsıruddin el-Lekâni buna benzer fetvâlar vermiş, yine benzer uygulamalar Fas ve Tunus’ta son zamanlara kadar benimsenmiştir (İbn Âşûr, Mekâsıd, s. 125-126).