Savaşta bile Hz. Ali efendimiz

Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz adaletle hükmetmek konusunu 'Savaşta bile Hz. Ali efendimiz' başlıklı yazısında değerlendirdi.
         Yirmi İkinci Mektup olan Uhuvvet Risalesinin Beşinci Vechi’nde Allah için muhabbet etmek, Allah için buğzetmek ve Allah için hükmetmek prensipleri ele alınırken Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Bir vakit Hz. Ali (r.a.)  harpte çarpışma sırasında bir düşmanı yere atmış kılıcını çekip vuracağı sırada o düşman Hz. Ali’ye tükürmüş. Hz. Ali bunun üzerine ona hiç dokunmamış. Düşman ona demiş ki:  ‘Niye bana vurmadın?’  Hz. Ali  ‘Ben sana  Allah için vuracaktım. Ama sen bana tükürünce hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için sana vurmaktan vazgeçtim.’ demiş. Düşman ona “Benim tükürmekten maksadım seni hiddete getirmekti. Madem dinimiz bu derece sâfi ve hâlistir, o din, haktır!” dedi.

         “Dikkat çekici bir olay ise: Bir zaman bir hâkim, bir hırsıza verirken ona hiddet göstermiş. Bu olaya dikkat eden o hâkimin âdil amiri, o hâkimi, hâkimlikten azletmiş. Çünkü İslâmiyet namına İlahî kanun hesabına ceza verseydi, ona acıyacaktı. Kalbi hiddet etmeyip fakat (adalet hesabına)  onu cezalandıracaktı. Demek ki, o hâkim nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için, adâletle iş görmemiştir.”

         (Üstad  Bediüzzaman Hazretleri Uhuvvet Risalesinde mevzuyu böyle detayları ile ele aldıktan sonra İslâm âlemindeki Müslümanlar arasındaki boğuşmalar ve ihtilaflar için diyor ki: )

         “Üzüntü verici ictimaî bir vaziyet ve Kalb-i İslâmı ağlatacak müthiş bir ictimaî hayat hastalığı: Hâricî düşmanların ortaya çıkıp hücum göstermeleri sırasında dâhili düşmanlıkları unutmak ve bırakacak bir esas olması gerekirken, hem bu prensibi, bu ictimaî maslahat ve menfaati en bedevî kavimler bile takdir edip yaptıkları halde, şu İslam cemaatine hizmet ettiklerini dava edenlere ne olmuş ki, birbiri arkasında hücum etme vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüzî adâvetleri unutmayıp, düşmanların hücumuna zemin hazırlıyorlar. Şu hâl bir düşüştür, bir vahşettir. İslâmî ictimaî hayata bir hıyanettir.

         “İbrete vesile bir hikâye:

         Bedevî aşîretlerinden Hasenan aşiretinin birbirine düşman iki kabilesi varmış. Birbirinden belki elli adamdan fazla öldürdükleri halde Sıpkan ve Hayderan aşireti gibi bir kabile karşılarına çıktığı vakit, o iki düşman tâife, eski düşmanlığını unutup omuz omuza verip, o hâricî aşireti defedinceye kadar, dâhilî adâveti hatırlarına getirmezlerdi.

         “İşte ey müminler!  Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el ele verip müdafaa vaziyetini almaya mecbur iken; onların hücumunu kolaylaştırmak, onların İslamın harimine girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik  ve düşmanca inat; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı?  O düşman daireler ehl-i dalâlet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın dehşet ve korkularına ve musibetlerine kadar birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırs ile bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var. Bütün bunlara karşı kuvvetli silahın ve siperin ve kalen İslam kardeşliğidir. Bu İslâmî kaleyi, küçük düşmanlıklarla ve bahanelerle sarsmak; ne kadar vicdana ters ve ne kadar İslamî maslahat ve menfaatlere muhalif  olduğunu bil, ayıl!

         “Hadis-i şeriflerde gelmiş ki, ‘Âhir zamanın Süfyan ve Deccal gibi münafık ve zındıklarının başına geçecek zararlı müthiş şahıslar, İslamın ve beşerin hırs ve şikak ve ihtilafından istifade ederek az bir kuvvetle insanlığı herc ü merc eder ve koca  Âlem-i İslâmı esaret altına alır.

         “Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilâfınızdan istifade eden zâlimlere karşı  ‘Müminler muhakkak ki kardeştirler.’  (49/10)  kale-i kudsiyesi içine giriniz; sığınınız. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malumdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken  bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir terazide iki dağ birbirine karşı dengede bulunsa; bir küçük taş, dengelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir.

         “İşte ey ehl-i iman!  İhtiraslarınızdan  ve husumetkârane tarafgirliklerinizden, kuvvetimiz hiçe iner az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı ictimaiyenizle alâkanız, varsa, ‘Mümin, diğer mümin için birbirini perçinleyen duvarın tuğlaları gibidir!  (Buhari)  yüce düsturu, hayat düsturu  yapınız, dünyevî sefaletten ve uhrevî bedbahtlıktan kurtulunuz.

         “Hayat-ı maneviye ve ubudiyetin sıhhati, düşmanlık ve inad ile sarsılır. Çünkü kurtuluş vasıtası, selâmet ve neceta ulaşmanın vesilesi olan İHLAS, zâyi olur.  Zira tarafgir bir inatçı, kendi hayırlı amellerinde, hasmına üstün gelmek ister. Sırf Allah rızası için ihlaslı amele pek de muvaffak olamaz. Hem hüküm ve muâmelelerinde kendi taraftarını tercih eder, adâlet edemez. İşte hayırlı fiillerin ve amellerin  esası olan İHLAS  ve ADÂLET, husumet ve düşmanlıkla kaybolur.”

         Üstad Bediüzzaman Hazretleri İslâmî kardeşliğini ittihad ve tesânüdle sapa sağlar ve dimdik ayakta durması için bu UHUVVET  RİSALESİNDE tafsilatıyla ele alıp bir REÇETE  yazmış, bize düşen bu reçeteye gerekli önemi ve dikkati vermektir.
17 Haziran 2025 11:21
DİĞER HABERLER