“Sınır kapısında oy verme” şartı yüzünden 2002’de yüzde 5'i bile sandığa gidemeyen 2,5 milyon Avrupalı seçmen yine hüsranda. Ankara, bu ‘şart’ ile neler kaybettiğinin farkında değil.
‘Avrupalı Türkler, yaşadıkları ülkelerde vatandaşlık aldı; ama anavatanla ilgili sorunları hâlâ çok fazla. Seçimlerde oy kullanmamız için Türkiye bize kolaylık göstermiyor; ama lobicilik bekliyor. İktidarlardan bir Dış Türkler bakanlığı istedik, hâlâ olmadı. Böyle giderse bu bağlarımız nesilden nesile yok olacak. Sonra da siz gazeteciler buraya gelip, ‘çok eskiden burada Türkler varmış, onların torunları kimlerdir’ diye araştırma yapacaksınız. Kimliğimizi korumak için Türkiye’nin sahip çıkmasına ihtiyacımız var.’
Kuzey Hollanda Eyalet Meclisi’nin Türk kökenli milletvekili Songül Akkaya, Avrupalı Türklerin psikolojisini özetliyor bu sözleriyle. Yıllardır hikâyelerini basından okuduğumuz, ‘Alamancı’ diye hafif alaycı bir de sıfat bulduğumuz, hâlâ göçmen veya geçici işçi gibi görülmelerine rağmen, yaşadıkları ülkelerde artık yerleşik hale gelmiş bir kitle onlar. 27 AB ülkesindeki Türk kökenli insan sayısı 5,2 milyona ulaşmış durumda bugün. Birinci, ikinci ve üçüncü nesil derken, artık Euro-Türkler dördüncü nesille tanışıyor. Gelecek yıllara damgasını vuracak beşinci nesil ise onları kara kara düşündürüyor aslında.
Bugüne kadar Euro-Türklerin üzerinde en az durulan yönlerinden biri, Türkiye siyaseti üzerindeki etkileri (veya etkisizlikleri) oldu. Avrupa siyasetinde başarıya ulaşan, milletvekili seçilen; hatta bakanlık seviyesine bile yükselen soydaşlarımızın haberleri gururla yapıldı; ama onların Türkiye’nin iç siyasetindeki konumları genelde unutuldu. Yaklaşan 22 Temmuz seçimlerinin çok önemli; ama bir o kadar da gündeme gelmeyen boyutu bu aslında. Yıllardır getirdikleri dövizlerle cari açığımızı finanse ettiğimiz, ülkelerine yaptıkları yatırımlarla adeta Türk kökenli yabancı sermaye gibi algıladığımız, Türkiye’nin gönüllü lobicileri gibi gördüğümüz; ama öte yandan da siyaseten hiç hatırlamadığımız dev bir Türk nüfusundan bahsediyoruz. Bu kitlenin halen yarısı, Türkiye’deki seçimlerde oy kullanma hakkına sahip. Ancak gümrük kapılarına kadar gelmeleri gerektiği için bu haklarından bile faydalanamaz durumdalar. Hal böyle olunca, partilere oy kazandırma veya kaybettirme şansları olamıyor ve doğal olarak Türk siyasetçilerin ilgi alanına da giremiyorlar.
BARAJI YÜKSELTEN DEV BÖLGE
Türkiye’nin yıllardır bir türlü seçim bölgesi haline getirmediği Avrupa ülkeleri, aslında 22 Temmuz seçimleri için en büyük üçüncü oy potansiyelini barındıran bölge. Merkezi Almanya’nın Essen şehrinde bulunan Türkiye Araştırmalar Merkezi’nin (TAM) Eurostat ve AB ülkeleri istatistik dairelerine dayanarak hazırladığı raporlara göre 2002 seçimlerinde Avrupa ülkelerinde seçmen konumundaki Türk sayısı 2 milyonu geçmişti. 2006 verilerine göre bu rakam 2 milyon 440 bin. Bunların 1 milyon 830 bini sadece Türk vatandaşı; 625 bini ise çifte vatandaş konumunda. Bu seçmen kitlesinin 1 milyon 550 bini Almanya’da yaşıyor. Türkiye Araştırmalar Merkezi Direktörü Faruk Şen, 22 Temmuz seçimleri öncesi bu rakamın 2.5 milyonu aştığını söylüyor. 2,5 milyon seçmen ise 26 parlamenter ve yüzde 7’lik bir oy oranına tekabül ediyor. Bu da demek oluyor ki, Avrupa ülkeleri 70 milletvekili çıkaran İstanbul ve 29 milletvekili çıkaran Ankara’dan sonra Türkiye’nin üçüncü büyük seçim bölgesi haline gelmiş durumda.
Burada çok ilginç bir nokta da var. Avrupa, Türkiye’deki genel seçimler için bir seçim bölgesi haline gelirse, bu durum Türkiye’deki seçim barajını da otomatikman yükseltecek. Türkiye’deki sistemde, yüzde 10’luk seçim barajı, toplam seçmen sayısına göre değil, seçime katılım oranına göre şekilleniyor. Bu da baraj üzerindeki “gurbetçi etkisini” daha da artırıyor. 22 Temmuz seçimleri için hâlihazırda 42 milyon 533 bin seçmen bulunuyor. Bunların diyelim ki 30 milyonu oy kullandı. O zaman bir partinin barajı aşması için en az 3 milyon oy alması gerekiyor. 30 milyona, 2,5 milyon Avrupalı seçmen katıldığında, barajı aşmak için bir partinin en az 3 milyon 250 bin oy alması zorunlu hale geliyor. Bu durum, “baraj sınırındaki bir veya birkaç parti için hayatî önemde. Çünkü baraj bir anda yüzde 10’dan, 10,83’e çıkıyor. Ortalama bir katılım durumunda ise barajın “en az yarım puan” yükseleceği açık.
Avrupa’da yaşayan Türklere ilk kez 1995’te, Anayasa’nın 67. maddesine getirilen ek hükümle seçme hakkı verildi. Ancak seçme hakkı, sadece gümrük kapılarında oy kullanma şeklinde hayata geçirildi. Peki, bu uygulamada, Avrupalı seçmenlerin ne kadarı oylarını kullanabiliyor? Son seçimlere bakıldığında tablo vahim; gümrüklere gelip oy kullanabilen seçmen sayısı sadece 115 bin. Yani oran, yüzde 5’in bile altında.
Buradaki can alıcı soru şu: Niçin seçimlerde Avrupa’daki Türk temsilciliklerine sandık konulamıyor? Oysa birçok ülke bu yöntemi başarıyla uyguluyor. İtalya, İspanya, Hırvatistan, Fransa, Suriye hatta Irak vatandaşları bile Avrupa ülkelerinde rahatça anavatanları için oy kullanabiliyor. Mesela Hollanda, son genel seçimler için Kanada’da yaşayan vatandaşlarına birer barkot göndererek, oy vermelerini sağladı. Türkiye ise gurbette oy kullanma imkânını bir türlü ver(e)miyor.
DÜNYANIN ÜÇÜNCÜ BÜYÜK GÖÇMEN KİTLESİ
2007 genel seçimleri erkene alınmadan önce aslında AK Parti hükümetinin, yurtdışında yaşayan vatandaşlara konsolosluklarda oy kullandırmak için bir ön çalışması oldu. Epey mesafe alınan bu çalışma, Almanya ve Hollanda gibi ülkelerin de konuya olumlu yaklaşmalarına rağmen gerçekleştirilemedi. Bunun gerekçesi seçimlerin öne alınması mıydı yoksa perde arkasında başka sebepler mi vardı, net olarak bilinmiyor. Ancak bugüne kadar meselenin çözülmemiş olmasında hemen herkesin ittifak ettiği birtakım gerekçelerden söz ediliyor. Bunlardan en önemlisi, Avrupa’dan gelecek oyların, ağırlıklı olarak Türkiye’de sistemle sorunlu partilere gitme ihtimali. Bugüne kadar Avrupa’daki iki organize Türkiye kökenli güçten söz etmek mümkündü. Milli Görüş ile Kürt kökenlilerin ‘adresi belli’ oy potansiyeli...
Ancak bu yönelişin “korkulduğu kadar” yüksek olmadığı vurgulanıyor. Bir başka deyişle, gurbetçi seçmenin hâlihazırdaki eğilimi, üç aşağı beş yukarı Türkiye’dekiyle aynı. TAM’ın 22 Temmuz öncesi yaptırdığı anket çalışmasının sonuçlarına göre AK Parti yüzde 32’lik bir oranda görünüyor. Onu yüzde 18’le CHP izliyor. Avrupalı seçmenin tercihlerinde MHP ve DP de barajı aşan iki parti olarak dikkati çekiyor.
Danimarkalı Türk milletvekili Hüseyin Araç, Avrupalı Türklerin durumunu “Yaşadığımız ülkede vatandaş olmasak bile haklarımızı arıyoruz; ama kendi ülkemize karşı bunu yapamıyoruz, çünkü olmayacağını biliyoruz. İnsanlarda, ‘Türkiye bizi unuttu’ psikolojisi var; bu da hoş değil.” sözleriyle değerlendiriyor. Araç’a göre, Avrupa’nın bir türlü seçim bölgesi olmamasını sadece ihmalle açıklamak yeterli değil: “Gözlemlerime göre Avrupa’daki Türkler başının çaresine baksın düşüncesi var Türkiye’de. Ayrıca Avrupa’da yaşayan insanlar artık eskisi gibi değil; araştıran, sorgulayan bilinçli bir kitle var. Buradaki insanların oy tercihinden çekinildiğini de gözlemliyorum.”
Esasında sorun sadece oy kullanmayla ilgili değil. Türkiye’nin yurtdışında yaşayan vatandaşlarına yönelik ciddi ve uzun vadeli bir politikasının olmaması asıl mesele. Türkiye halen yurtdışına en fazla göçmen gönderen üçüncü ülke. Kendi ülkeleri dışında yaşayan 40 milyon Çinli ve 30 milyon Hintli var. Yurtdışında yaşayan Türk kökenli göçmen sayısı ise 6,5 milyon. Aslında nüfusa oranla düşünüldüğünde ise Türkiye ilk sıraya yükseliyor. Çünkü nüfusun yüzde 7’si göçmen konumunda. Almanya’da Türklerin en fazla bulunduğu eyalet olan Kuzey Ren Vestfalya Göçmen Meclisleri Başkanı Tayfun Keltek, Türkiye’nin dış Türkler politikası olmamasından yakınıyor: “45 yıldır bu yok. Eğer olsaydı hem göçmenler yaşadıkları ülkelerde daha güçlü olur ve ezilmezdi, hem de bu insanların bir Türkiye lobisi gibi çalışma şansı olurdu. Oy verme meselesi de bu politikasızlığın bir parçası.” Keltek’e göre seçimlerde oy kullandırmak, göçmenlerin anavatana bağlılığının artması adına çok önemli. “Yoksa bizden kimse lobicilik beklemesin.” diyor.
Her ne kadar Ankara onlara ilgisiz kalsa da, 22 Temmuz seçimleri Avrupalı Türklerin gündeminde önemli bir yer işgal ediyor bugünlerde. Avrupa ülkelerinde çeşitli toplantılar vesilesiyle bir araya gelen Euro-Türklerin çay-kahve molalarında, otel kulislerinde en fazla konuştuğu mesele Türkiye’deki seçimlerdir demek, abartı sayılmaz. Avrupa genelindeki Türkçe süreli yayın temsilcilerini, her yıl Amsterdam’da bir araya getiren, sivil toplum kuruluşu Türkevi’nin, bu yılki toplantısına da damgasını vurdu seçimler. Yaşadıkları ülkenin vatandaşı olan, çifte vatandaşlıkları bile bulunmayan, yaşadıkları ülkelerin siyasetinde aktif olan insanlar da anavatanlarındaki gelişmelerle son derece ilgiliydi. Ankara’da yaşanan siyasi gerilimler, Euro-Türkleri de en az Türk halkı kadar endişelendiriyor. Hepsinin ortak dileği, Türkiye’nin çıktığı demokrasi yolculuğunda bir kazaya uğramaması ve oyunun kuralına göre oynanması.
ANKARA, 80’LERİN PSİKOLOJİSİNDE
6. Türkçe Süreli Yayınlar Sempozyumu’nun organizatörü, Türkevi’nin Başkanı ve Avrupa’daki en genç Türk kökenli sivil toplum yapılanması olan Avrupalı Türk Demokratlar Birliği’nin (UETD) Hollanda Başkanı Dr. Veyis Güngör de, gelişmeleri yakından izleyenlerden: “Ankara tarafından ihmal edilseler de, unutulsalar da, hesaba katılmasalar da bu insanların Türkiye ilgisi devam ediyor.” Onun tespitlerine göre, Avrupa’nın seçim bölgesi yapılması, Euro-Türklere Türkiye tarafından unutulmadıkları, tabir yerindeyse “adam yerine konuldukları” hissini verecek. Bu psikolojik tatmin, onların anavatana bağlılıklarını da artıracak.
Dr. Veyis Güngör, Avrupalı Türklerin oy tercihlerine yönelik Ankara’nın korkularını, 80’lerin psikolojisi olarak değerlendiriyor. İstenmeyen siyasi hareketlerin Avrupa’dan gelecek oylarla güçleneceği gibi endişeler olduğunu tahmin ettiklerini; ancak bunun artık anlamını yitirdiğini vurguluyor: “Henüz daha devlet bile olamamış, yönetim sisteminin ne olduğu belli olmayan, kargaşa içindeki Irak’ın buradaki vatandaşları bile kendi seçimlerinde oy kullandı. Böyle bir ortamda, bu kadar köklü bir devlet geleneğine sahip Türkiye’nin vatandaşları olarak bizim oy kullanmamamız çok ayıp. Bunu izah edemiyoruz. O kadar çok metot var ki bu görevi yapabileceğimiz, yeter ki istensin.”
İngiltere’nin yerleşik Türklerinden, Enfield Belediye Meclis üyesi Yasemin Brett ise konuya farklı bir açıdan yaklaşarak, Avrupa’daki Türk vatandaşlarının askerlik görevlerini halen Türkiye’de yerine getirdiklerini, anavatanda birçok yatırımları bulunduğunu, bunların vergilerinin ödendiğini hatırlatıyor. Yurtdışında yaşamalarına rağmen ülke ile bu gibi sıkı bağların sürdüğüne işaret ederek, “Vatandaşlık bağları halen güçlü şekilde devam eden bu insanların seçme haklarının en uygun şartlarda kullanılabilmesi için Türkiye gerekeni yapmalıdır.” diyor.
Seçme hakları bir yana, seçilme hakları açısından da Avrupa Türkleri için şansız bir süreç yaşandı, 22 Temmuz seçimleri öncesinde. Halen Avrupa ülkelerinde yaşayan 52 isim, milletvekili seçilebilmek için siyasi partilere aday adaylığı başvurusu yaptı; ancak bunların sadece 3’ü listelerde kendine yer bulabildi. Almanya’dan başvuru yapan üç adaydan Ali Kılıç, CHP İstanbul 1. Bölge 13. sırada kendine yer bulurken; Avrupa Türk Demokratlar Birliği Başkanvekili Sadettin Kılıç AK Parti Muş 4. sıradan listeye girebildi. İki ismin de seçilmesi imkânsız gibi. Listelere alınan üçüncü isimse, Köln’den Aydın Yardımcı. Demokrat Parti (DP) Ankara Birinci Bölge 1. sıradan aday gösterildi. Aslında Sinan Aygün’den boşalan yere getirildi demek daha doğru olur. Yüzde 10’un epey altında görünen DP barajı aşarsa, Aydın Yardımcı Meclis’teki tek Euro-Türk olacak.
ANKARA’DA ‘KARŞILIKSIZ AŞK LOBİSİ’
Veyis Güngör, seçmen olarak sıcak bakılmayan Euro Türklerin, milletvekili listelerinde de yer bulamamasına ilginç bir yorum getiriyor: “Aday adaylarına gösterilen tavır da ortaya koyuyor ki, Ankara’nın gündeminde biz yokuz. Sanki tek taraflı bir aşk yaşanıyor. Buradaki insanların Türkiye sevgileri hâlâ çok fazla; ama Ankara bu aşka karşılık vermiyor.” Avrupa’da yaşayanların büyük çoğunluğunun bedenlerinin Berlin, Amsterdam, Paris, Brüksel gibi şehirlerde olmasına rağmen kalp ve kafalarının Anadolu’da olduğunu hatırlatarak, “Buradaki insanların Türkiye gündemini günlük politik gelişmelere kadar izlediğini bilimsel olarak ispat edebilirim. Mantıklı bir izahını yapmak çok güç; ama bu bir gerçek.” diyor. Güngör’ün, Ankara’nın kendilerini fark etmesi için bir de önerisi var: “Avrupa Türkleri Ankara’da siyasi lobi yapmalı. Nasıl ki Türkiye’nin Avrupa devletleri nezdinde lobiye ihtiyacı varsa, bizim de Ankara nezdinde lobiye ihtiyacımız var. Bu sempozyumun katılımcısı siyasetçi, sivil toplum temsilcileri ve medya temsilcileri ile bu konuda bir karar aldık. Bundan sonra Ankara merkezli etkinlikler yapacağız, kendimizi bu şekilde fark ettireceğiz.”
DP Ankara birinci bölge, birinci sıra adayı Aydın Yardımcı, 37 yıldır Köln’de yaşayan bir gurbetçi. Avrupa Türk Demokrasi Vakfı Başkanı olan Yardımcı, aynı zamanda Avrupa Türk İşadamları Federasyonu’nun da kurucuları arasında. “Yaşadığım ülkede siyaset yapma hakkımı genç nesillere bıraktım, ben anavatanla bağların kopmaması için Türkiye’deki siyasete katılmayı düşündüm.” sözleriyle açıklıyor, tercih gerekçesini. Hem bulundukları ülkede hem de Türkiye’de siyasete katılımın şart olduğunu vurgulayarak, “Türkiye siyasetini ihmal edemeyiz. Yoksa insanımız için Türkiye sadece bir tatil beldesine dönüşüyor. Kendi anavatanındaki haklarını bile arayamıyor.” diyor. Gurbetçilerin yaşadıkları ülkelerde ‘yabancı’, anavatanlarında ise ‘Alamancı’ gibi görülerek, ikinci sınıf insan muamelesine uğramalarından duyduğu rahatsızlığı da dile getiriyor: “Siyasete ne kadar katılır, oyumuza ne kadar sahip çıkarsak, Türkiye’de o kadar sesimiz duyulur. Bu dönemi de kaçırdık; ama hedefim en azından önümüzdeki seçimlere kadar oy atmayı kolaylaştıracak çözümler bulmak. Ankara’ya sorduğumuzda oy vermede Almanya’nın zorluk çıkardığı söylendi ama Almanlara sorduğumuzda bize böyle bir teklif gelmedi diyorlar. Bu işleri artık kendimiz takip etmek istiyoruz. Bu sebeple siyasette Berlin yerine Ankara’yı tercih ettim.”
AB SÜRECİNDE TERSİNE BEYİN GÖÇÜ
Aydın Yardımcı’nın, Euro-Türklerin Türkiye siyasetine katılımları noktasında önemsediği bir diğer husus da, Avrupa ülkelerinde yetişmiş, çok iyi eğitim almış, çok dilli ve çok kültürlü gençlerin geri kazanılmasının bu şekilde mümkün olabileceği gerçeği. Bir tür tersine beyin göçünün yaşanabileceğini düşünüyor. Bu nitelikteki gençlerin, Türkiye’ye AB tam üyelik sürecinde ciddi katkılar sağlama potansiyeli de işin diğer boyutu. O ülkelerde doğan ve sistemi içinden bilenlerin, bu noktada ciddi avantaj getirebileceği inkâr edilemez bir gerçek.
Kuzey Hollanda Eyalet Meclisi üyesi Songül Akkaya da bu gerçeğe işaret ederek, Avrupa’da yetişmiş Türklerin, Türkiye’nin AB sürecinde ciddi katkıları olacağını düşünüyor: “Hollanda’da yüksek eğitim yapan gençlerimiz var. Yaşadıkları ülkelerin dillerini ve sistemlerini çok iyi biliyorlar. Bunlar arasında bir süre sonra Türkiye’ye dönmek isteyenler var; ama biz Türkiye’deki haklarımızı bile bilmiyoruz. Bu büyük bir tersine beyin göçü fırsatıdır aynı zamanda. Eğer bu insanlara Türkiye’deki siyasi iktidarı belirleme şansını daha fazla verirseniz, ister istemez anavatana olan ilgileri de artacaktır. Türkiye bu büyük fırsatı heba etmemeli.” Akkaya, Avrupa’da yaşayan Türklerin sorunlarının, sadece yaşadıkları ülkelerdeki makamlarla ilgili gibi gösterildiğini; ancak Türkiye ile bağlantılı birçok problem yaşadıklarını, bunlara birçok yeni sorunun da ekleneceğini vurguluyor.
Almanya’nın Essen şehrinde Belediye Meclis üyesi ve uyum komisyonu başkanı Burak Çopur, Almanya doğumlu ve Alman vatandaşı. Yaşadığı ülkede siyaset yapmasına rağmen, Türkiye’deki gelişmelerle yakından ilgili. “Hepimiz Türkiye’ye bağlıyız ve gelişmeleri yakından izliyoruz.” diyen Çopur, son aylardaki gelişmelerden ve siyasete, millî iradeye yönelik demokrasi dışı müdahalelerden ciddi rahatsızlık duyuyor. Almanya’da yaşayan Türklerin Alman siyasetine katılımını ise hayatî önemde görüyor. Aksi takdirde göçmenler aleyhindeki yasaların Meclis’ten çok kolay geçmeye devam edeceğini belirtiyor.
HİÇBİR SEÇİMDE OY KULLANAMADIM
Almanya doğumlu bir başka isim, işadamı ve Essen Ankaralılar Derneği ikinci başkanı Mustafa Sayın. Çifte vatandaş olmasına ve çok istemesine rağmen şimdiye kadar Türkiye’deki hiçbir seçimde oy kullanamadığını söylüyor. “Türkiye’de yaşamasam, bütün yatırımlarım ve ailem burada olsa bile Türkiye benim için önemli.” diyor. Hükümetlerin Avrupalı Türkleri siyaseten dışlamasını eleştiriyor: “Artık Avrupa’da 40 sene önce kırsaldan gelmiş vasıfsız işçiler yok. Burada ciddi noktalara yükselmiş, Alman ekonomisinde söz sahibi, iyi eğitimli bir Türk kitlesi yaşıyor. Türkiye hâlâ bize eskinin niteliksiz işçileri olarak bakarsa, buradaki büyük potansiyeli kendi adına heba eder.”
Avrupa’nın en büyük Türk gıda şirketlerinden Efe Fırat’ın sahibi Ahmet Aktaş ise bir işadamı olarak kendisi bile gümrüğe gidip oy kullanamazken, sıradan vatandaşların bunu yapmasının çok zor olduğunu belirtiyor. Başarılı girişimci, “Yıllardır öksüz insan muamelesi gördük, artık bu durumun değişmesini istiyoruz. Gelişen teknolojide bu işleri planlamak çok kolay. Türkiye buradaki kitleyi kazanmak zorunda.” diyor.
İFLAS ETTİK; STRATEJİ DEĞİŞTİRMELİYİZ
Türkiye siyasetinin ilgisizliğinden şikâyet eden, hatta buna karşı tavır geliştiren diğer bir grup ise Fransa’da yaşayan Türkler. Almanya’dan sonra Avrupa’daki en kalabalık Türk nüfusunu barındıran Fransa’daki Türklerin kurduğu ve önemli faaliyetlere imza atan sivil toplum kuruluşu COJEP’in genel başkanı Ali Gedikoğlu, “Avrupa’daki Türk dernekleri öyle ya da böyle Türkiye’deki siyasal gruplardan etkilenerek oluşmuş ve varlıklarını o şekilde yürütüyor. Artık bu derneklerin geldikleri noktayı tekrar sorgulamaları lazım.” diyor. Avrupalı Türklerin kendi anavatanlarına olan ilgilerinin Batı’daki başka hiçbir göçmen grubunda görülmediği kadar yüksek olduğunu hatırlatarak, buna rağmen en elzem konu olan seçme ve seçilme hakkının bile tanınmadığını vurguluyor. Gedikoğlu’na göre Avrupalı Türklere ‘dış Türkler’ olarak bakılmamalı; çünkü onlar hâlâ Türkiye ekonomisi içinde etkin, Türkiye ile her türlü bağlarını devam ettiren insanlar. Bu sebeple seçilme hakkı bir yana, seçimlerde partilerin “Avrupalı Türkler kontenjanı” bile olması gerektiğinin altını çiziyor. Bu sebeple gelinen noktada Türkiye’ye dayalı ilişki biçiminin “iflas ettiğini” düşünüyor.
KÖŞK SÜRECİ, SEÇİME İLGİYİ ARTIRDI
Peki, bundan sonra yapılması gereken ne? Gedikoğlu’na göre öncelikle, Avrupalı Türklerin yaşadıkları ülkelerin sosyal, kültürel ve siyasal yaşamında etkin noktalara gelmeleri gerekiyor: “Bu insanlar Türkiye siyasetine katkı yapacağız diye harcadıkları emeği bulundukları ülkeler için harcasalardı, Türkiye onları ciddiye alırdı. Bundan sonra da Türkiye’den haklarımızı talep etmeye devam edeceğiz; ama yöntemimiz farklı olacak. Artık yaşadığımız ülkelerde öne çıkacağız ve Avrupa’daki gücümüzden dolayı Türkiye bizimle ilgilenmek zorunda kalacak.”
Fransız-Türk İşadamları Derneği (FATİAD) Başkanı Nevzat Ceylan, dernek üyesi iş adamlarının Türkiye seçimlerinde oy kullanma noktasında ciddi talepleri olduğunu; ama Türkiye’ye gitme mecburiyetinin işlerini zorlaştırdığını söylüyor. Türkiye’de özellikle Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşanan olayların, 22 Temmuz seçimlerine olan ilgiyi daha da artırdığını belirterek, “Millî iradeye sahip çıkmak isteyen Avrupalı Türkler bu seçimler için uçak kiralamayı planlıyor. Dolmuş tipi araçları olanlar, isteyenleri getirip götürebileceğini söylüyor. Son gelişmeler, seçimlere olan ilgiyi daha da artırdı.” diyor. Avrupa’da kendini yetiştirmiş aktif bir Türk kitlesi olduğunun altını çizerek, siyasi partilerin bu devasa kitleyi artık dikkate alması gerektiğini vurguluyor.
‘EN AZ 500 BİN KİŞİ OY KULLANACAK’ TAHMİNİ
22 Temmuz’da AK Parti’den aday olan Sadettin Kılıç, gümrüklerde oy kullanma yönteminin Avrupalı Türklerin demokratik katılımları için yeterli olmadığı görüşünde. Göçmenler için en iyi ve en kolay iki yöntemin mektupla veya internet üzerinden oy verme olduğunu vurgulayarak, “Bu bir türlü olamıyor belki yeterince bilgilendirme yapılmıyor. Biz konuyla ilgili görüşümüzü ilgili yerlere ilettik. Bir sonraki seçim için de şimdiden faaliyete başlıyoruz.” diyor. Avrupa’daki soydaşların büyük çoğunluğunun Türkiye seçimlerinde oy kullanmak istediğini belirten Kılıç, 52 aday adayından neden sadece üçünün listelerde yer bulabildiği sorusuna da ilginç bir cevap veriyor: “Temayül yoklamaları yapılıyor, insanlar bizi tanımadan nasıl oy versin, Türkiye’deki teşkilatlarla ilgimiz yok ki!” Sadettin Kılıç ayrıca, yaza denk gelmesi sebebiyle bu yıl gurbetçilerin en az 500 bininin oy kullanacağını tahmin ediyor. Listeler yapılırken ‘yaz tatili’ ayrıntısının atlandığını, bu sebeple Euro-Türklerin aday gösterilmediğini de ekliyor. Oy kullanacak kişi sayısının artacağı beklentisi, sınır kapılarını da harekete geçirmiş durumda. Gurbetçilerin giriş yaptığı Kapıkule ve İpsala sınır kapılarında gerekli hazırlıklar tamamlandı. Kapıkule’de 9, İpsala sınır kapısında 4 sandık kuruldu; 24 saat görev yapacak, üç vardiya halinde çalışacak sandık kurulları oluşturuldu. Gurbetçilerin oy kullanma süreci 25 Haziran’da başlayıp, 22 Temmuz mesai bitimine kadar devam edecek ve günün 24 saati oy kullanabilecekler.
İpsala Kaymakamı Aylin Kırcı Duman, gurbetçilerin oy kullanması için Türkiye’de kayıtlı olmamaları, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaları ve yurtdışında en az 6 aydır ikamet ediyor olmaları gerektiğini belirtiyor. Oy kullanmaya gelecek kişilerin internetten Türkiye’de kaydı olup olmadığına bakılacak ve devamında oylarını kullanabilecekler. Kaymakam Duman, “Biz bütün hazırlıklarımızı yaptık. Seçim için daha fazla gelen olursa ona da cevap verebilecek durumdayız. Gerekirse sandık sayısı da arttırılabilir.” diyor.
Esasında nereden bakarsanız bakın, Avrupalı Türklere karşı bu ilgisizlik, Türkiye adına ciddi bir potansiyelin heba edilmesi anlamına geliyor. Veyis Güngör’ün sözünü ettiği ‘karşılıksız aşk’ bu süreçte, âşık olanı değil, aşka karşılık vermeyeni üzecek gibi görünüyor. AB yolunda 40 yılı geride bırakan ve siyasi rüzgârların değişmesi ile bu yolculuğu daha zorlu hale gelen Türkiye’nin, Avrupa’nın dilini, kültürünü, alışkanlıklarını ve siyasi çizgisini çok iyi bilen ve bizzat orada yaşayan insanlara olan ihtiyacı, her zamankinden fazla. Euro-Türkler ise zaten gönüllü lobici olmaya hazır. Yeter ki biraz daha ilgi görsünler. Anavatanın atacağı bir adıma, en az iki adımla karşılık vermeye hazırlar. Yoksa böyle giderse fazla naz, âşık usandıracak…
TÜRKLER AB’NİN 19. BÜYÜK ÜYESİ
Avrupa Birliği’nin 27 üye ülkesinde yaşayan Türk kökenli nüfus toplamı, 5 milyon 187 bin. Bunların yüzde 53’ü yaşadıkları ülkenin vatandaşlığını almış bulunuyor. Bu nüfuslarıyla Euro-Türkler, sekiz AB üyesini (Estonya, İrlanda, Kıbrıs Rum Kesimi, Letonya, Litvanya, Lüksemburg ve Malta) geride bırakarak, AB’nin 19. büyük topluluğu haline geliyor. Türk kökenliler aynı zamanda, AB sınırları içindeki en büyük ulusal göçmen nüfusunu da oluşturuyor. Romanya ve Bulgaristan dışında kalan AB-25 ülkelerinde ise toplam 4,2 milyon Türk yaşıyor. Bunların yüzde 42,1’i yaşadıkları ülkenin vatandaşı. Yani toplam 1,78 milyon Türk AB vatandaşı.
Türklerin Avrupa’da en dikkat çekici yönlerinden biri, girişimcilikteki başarıları. TAM verilerine göre 2006 yılında Avrupa’daki Türk girişimci sayısı 101 bine ulaştı. Bu girişimcilerin 10,9 milyar Avro’luk yatırımı, 43,9 milyar Avro ciro ve toplam 474 bin kişilik istihdamı var. Girişimcilikteki bu rakamlar göçmen işçilerin artık ciddi oranlarda işverene dönüştüğünü gösteriyor. Buna karşılık gayrimenkul sahibi olma konusundaki hareketlilik de, göçmenlikten yerleşikliğe geçiş alameti. AB ülkelerindeki Türk hanelerinin yüzde 25,2’si bizzat gurbetçilere ait. AB’deki Türklerin toplam brüt emlak serveti ise 40,8 milyar Avro’yu buluyor.
OY HAKKI AİHM'YE TAŞINIYOR; ANKARA'YA KAPILAR KAPANDI
Seçmen hakları konusunda Türk siyasetinden bir türlü istediği ilgiyi göremeyen Avrupa Türk Toplumu, artık haklarını hukukî zeminde aramayı planlıyor. Avrupa ülkelerine dağılmış iki bin Türk sivil toplum kuruluşunun bir araya gelerek oluşturduğu, Avrupa Türk Vatandaşlar Konseyi’nin genel başkanlığını yürüten Dr. Yaşar Bilgin, konuyla ilgili Ankara’da idare mahkemesine dava açtıklarını, buradan netice çıkmaması durumunda konuyu Avrupa İnsan hakları Mahkemesine (AİHM) taşıyacaklarını belirtiyor. 34 senedir Almanya’da bulunan ve tıp doktoru olarak çalışan Bilgin, aynı zamanda Hessen Eyaleti Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) Yönetim Kurulu üyesi. Avrupa Türk Vatandaşlar Konseyi’nin Ankara’da açtığı davadan umutlu olmadığını kaydeden Bilgin, “Çünkü bilirkişi raporu olumsuz çıktı. Raporda, Avrupa ülkelerinin konsolosluklarda oy kullanmaya izin vermediği belirtiliyor. Oysa bu bilgi yanlış. Alman makamları bu iddiayı kabul etmiyor. Buna rağmen mahkeme aleyhimize karar verecek. Biz de Frankfurt’ta bir hukuk bürosuna yetki verdik. Ankara’daki karar olumsuz çıkarsa konuyu AİHM’ye taşıyacağız. Çünkü bizim en temel vatandaşlık görevimizi yerine getirmemize izin vermiyorlar.” diyor.
Yaşar Bilgin çifte vatandaş; ama Türkiye’nin en basit haklarını bile onlara vermemesini bir türlü anlayamıyor. Türk seçmenlerin hakları için 20 yıldır mücadele eden Bilgin, zamanında Süleyman Demirel’den İsmet Sezgin’e kadar birçok politikacıdan söz aldıklarını ama sözlerin bir türlü tutulmadığından yakınıyor. Onu en çok üzen, son olarak Almanya’daki Irak vatandaşlarının genel seçimlerde oy kullanması olmuş. “Türkiye Irak kadar kendi vatandaşlarına sahip çıkmıyor, bu bizi çok üzüyor.” diyor. Türkiye’nin Avrupa’daki Türk seçmeni dışlayarak bir tür, ‘seçmeni seçme’ tavrına girdiğini de belirtiyor: “Bu, insan haklarına aykırı bir durum. Türkiye bizi izole ediyor.” Yaşar Bilgin, Avrupa Türk vatandaşlar Konseyi olarak aldıkları bir kararı da açıklıyor. Bundan böyle, Avrupa ülkelerine gelen Türk siyasetçiler karşılarında Türk toplumundan muhatap bulamayacak. “Bugüne kadar onları havaalanından aldık, her ihtiyaçlarını karşıladık ama artık biz sahip çıkmayacağız. Bu iş çözülene kadar kapılarımızı onlara kapattık.” diyor.
MEHMET AYDIN: ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEM, SORUN ÇÖZÜLECEK
Dış Türklerden sorumlu Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın, sorumluluk alanı gereği bu konuda en fazla soruya muhatap kalan isim kuşkusuz. Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşlarının Türkiye’deki seçimlerde oy kullanabilme taleplerini haklı ve gerekli buluyor. Peki, bu mesele niçin bir türlü çözümlenemiyor? Bakan Aydın’a göre bunun birkaç önemli gerekçesi var. Birincisi Avrupa’da milyonlarla ifade edilen seçmen sayısı. Kendi vatandaşlarına konsolosluklarda oy kullandıran diğer ülkelerin çok küçük nüfuslar için bunu uygulayabildiğine işaret ederek, “Bu kadar büyük bir nüfusa oy kullandırmak için 10 sandık, 20 sandık yetmez. Aynen Türkiye’deki gibi ciddi bir hazırlık gerekir. Bu bakımdan, aksi iddia edilse bile öncelikle bu işe Avrupa ülkeleri sıcak bakmıyor. En azından bugüne kadar böyleydi.” diyor. İkinci önemli engel ise yasal mevzuat. Türkiye’deki seçim sürecinin tamamen ülke içindeki seçimlere göre düzenlendiğini hatırlatan Bakan Aydın, “Bu seçim sürecini yurtdışına taşımak için hem anayasa, hem yasa değişiklikleri gerekiyor. Çünkü bir yerin seçim bölgesi olması için YSK gibi kurumların o bölgede varlığı gerekiyor yasalarımıza göre. Bütün bu yasal düzenlemeler için vaktimiz olmadı; ama konu Bakanlar Kurulu gündemine geldi ve konuşuldu. Bu dönem yetişmedi; ama inşallah önümüzdeki dönemde bu mesele çözümlenecek.” diyor. Teknolojinin gelişmesinin de bu konudaki imkânları artırdığına işaret ederek, artık bu konudaki taleplerin ertelenemeyeceğinin altını çiziyor.
TÜRKLERİN YÜZDE 40'I STK'LARA İLGİSİZ
Türkiye Araştırmalar Merkezi, Avrupa’da yaşayan Türklerin sivil kuruluşlara olan üyeliklerini, her yıl yaptığı bir anketle tespit ediyor. Aşağıda 2006 yılı verilerine göre Türklerin sivil kurumlara üyelik oranları görülüyor. Bu tablo aslında Euro-Türklerin düşünüldüğü kadar belirli bir siyasi görüşe meyleden bir yaklaşımlarının olmadığını da ortaya koyuyor. Türk toplumunun yüzde 40’a varan bir kesiminin, hiçbir organizasyonda görev almaması da dikkat çekici.
AKSİYON