Uzmanlara göre Türkiye'de iklim değişikliği sel ve taşkınlar gibi hava olaylarını şiddetlendirse de felaketlerin asıl nedeni doğal coğrafyanın yok olması. Kent planlamasında ciddi değişime ihtiyaç var.
Ankara, Samsun, Trabzon, Konya… Son günlerde Türkiye'nin farklı kentlerinden gelen
sel haberleri sıklaştı. İç Anadolu, Orta ve Doğu Karadeniz'de sel ve taşkınlar sonrası hayat durma noktasına gelirken yol, köprü, konut ve iş yeri gibi pek çok yapı zarar gördü, tarım arazileri hasar aldı. Mart ayında da Şanlıurfa ve Adıyaman'da yaşanan sellerde 20 kişi hayatını kaybetmişti.
Türkiye iklim değişikliğinin etkilerini şiddetli şekilde hissediyor. Sıcaklık rejimi hızla değişirken sel, taşkın, dolu, hortum gibi aşırı hava olayları artıyor.
Diğer yandan aşırı sıcaklar ve kuraklıkla birlikte orman yangınlarının yayılması da kolaylaşıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı'na göre geçen yıl Türkiye'de 2 bin 43 yangında 12 bin 384 hektar orman alanı yok oldu. 2021'de ise yaklaşık 140 bin hektarlık orman alanı yangınlar sebebiyle kaybedildi.
Peki Türkiye'de iklim felaketlerinin sıklığının artmasının altında hangi nedenler yatıyor?
Tek sorumlu küresel ısınma mı?
Küresel iklim değişikliğinin özellikle Akdeniz havzasında etkilerinden bir tanesi; hava sıcaklıklarının artarken hidrolojik döngülerin kuvvetlenmesi ve geçmişe göre sağanak yağışların daha sık görülmesi.
DW Türkçe'ye konuşan Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, iklim değişikliğinin dünyanın tüm bölgelerini etkilediğini belirterek yüzey sıcaklığının ve buharlaşmanın artmasıyla birlikte bir yandan kuraklıkların diğer yandan yağışların şiddetlendiğine işaret ediyor.
Kuraklık ve uzun süreli sıcak hava dalgalarının etkisiyle orman yangın mevsiminin de bu yıl çok erken başladığını vurgulayan Türkeş, Kanada ve Rusya'da son günlerde görülen orman yangınlarına dikkat çekiyor.
"Kentler çok hızlı büyüdü"
Murat Türkeş, kentlerde görülen sellerin nedeninin ise sadece iklim değişikliği ile açıklanamayacağını söylüyor.
Normal koşullarda yağışların bir kısmının bitkiler üzerinden buharlaşırken, bir kısmının toprak tarafından emilmesi, yer altı ve yer üstü sularına karışması gerekiyor. Toprakta kalan kısım ise oradaki yaşam birliklerini ve ekosistemi destekleyecek su haline geliyor.
Son 40 yılda kentlerin çok hızlı büyüdüğünü ifade eden Türkeş, "Bu büyüme geçen 20 yılda daha da hızlandı. Kentler o kadar hızlı büyüdü ki doğal coğrafyayı, eski akarsu ağı sistemini tümüyle kapladı ve onların bir kısmını yok etti" diyor.
Türkeş, bu durumun iklimin kendi değişkenliği devam ederken gerçekleştiğini, kentlerin mühendislik altyapısı hazırlanırken ise bu işin doğa bilimleri ve iklim değişikliği kısmının ihmal edildiğini dile getiriyor.
"25 yıllık ihmalin sonucu"
Ankara'da geçen hafta yaşanan sel felaketi sonrası eleştiri okları Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne çevrilirken sellerin nedeni kentteki mazgalların temizlenmemesi olarak gösterilmişti.
Eleştirilere yanıt veren Ankara Büyükşehir Belediyesi ise sellerin asıl nedeninin kentte altyapının 25 yıl boyunca ihmal edilmesinden kaynaklandığına, ayrıca imar artışlarıyla kentin betona boğulduğuna dikkat çekmişti.
Açıklamada, "Ankara bir dereler ve bentler kentidir. Bu derelerin üzerleri dahi imara açılmış ve yapılaşmaya gidilmiştir. Dolayısıyla eski hatların kapasitesi deşarj için yetmemekte, geri tepmekte ve seller yaşanmaktadır. Sellerin nedeni olarak mazgalların temizlenmemesini göstermek en hafif tabirle bilgisizliktir" denilmişti.
Prof. Dr. Murat Türkeş, Ankara da dahil Türkiye'de kentlerin genel karakteristik özelliklerini şöyle açıklıyor: "Bugünkü kentlere, ağırlıklı olarak büyük kentlere baktığımız yeşil alanı, ormanı, parkı, bahçesi, yeşil kuşağı, toprak örtüsü az. Buna karşılık beton, asfalt ve çatılardan oluşan bir yüzey özelliğine ve yine yüksek binalardan oluşan bir geometriye sahip."
Bu yapının kentin iklimini de değiştirdiğini ifade eden Türkeş, ekliyor: "Kentlerde fazla yağışı, özellikle sağanaklar sonucunda yüzeysel akışa geçen kentsel selleri emebilecek, tutabilecek toprak örtüsü de olmadığı için ve doğal akarsu kanalları da çoğunlukla yok edildiği için, onların yerine kentlerin caddeleri, alt geçitler doğrudan sel sularının toplandığı alanlara dönüştü. Kentler seller sonucunda su baskınlarına daha açık hale geldi."
Peki kentsel sellerin etkilerini azaltmak için neler yapılabilir?
Hangi önlemler alınmalı?
Murat Türkeş'e göre çözüm başka bir kent planlaması düşünmekten geçiyor.
İklim değişikliğine uyum için yeşil alanı ve toprak örtüsü daha çok olan, fazla yağışı emebilecek açık toprak örtüsünün geniş alanları kapladığı kentlere ihtiyaç olduğunu vurgulayan Türkeş, "Eski akarsu kanallarını coğrafyasıyla birlikte canlandırmak, yamaçları yeşillendirmek, çıplak yamaçlarda, kentlerin içinde ya da çevresinde teraslar kurmak, böylece hem su hasadı yapabilmek hem olası sellerin etkisini azaltmak, yeşil çatılar oluşturup çatılarda bitki yetiştirmek, küçük aile tarımı yapmak, su hasadı yapmak, ilk aklımıza gelen bazı önlemler" diye konuşuyor.
Bu önlemler için yeterince geç kalındığını, kentleri yönetenlerin bir an önce bu konuda adım atması gerektiğini söyleyen Türkeş, riskli alanlara ilişkin ilgili kurumların elinde zaten afet planlarının bulunduğunu hatırlatıyor. Türkeş, bu planlar üzerinden özellikle afetlerin etkili olduğu alanlara öncelik vererek bu işi düzeltmenin mümkün olduğu görüşünde.
Yangınlar neden artıyor?
Öte yandan Türkiye orman yangınlarında da Akdeniz'in en riskli ülkeleri arasında kabul ediliyor. Ağaçların ya da çalıların yapılarında yeterli su olmaması, o bölgenin yeterince yağış almaması ve toprağın nemi tutmaması ormanların kuru olmasına yol açıyor. Bu durum yangınların yayılmasında etkili oluyor.
Yaz mevsimi giderek kuraklaşırken, çok kurak dönemler üst üste geldiğinde oluşan fönlü hava tipi de orman yangınlarını artırıyor.
DW Türkçe'ye konuşan İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı'ndan Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Türkiye'de yılın her zamanı yangın çıksa da yaz aylarında yangın için uygun yüksek sıcaklık, düşük hava nemi ve şiddetli rüzgârlar nedeniyle yangın sayısı ve yanan orman alanı miktarının arttığına dikkat çekiyor.
"İklim değişikliği sadece hızlandırıyor"
İklim değişikliğinin yıldırımlar haricinde doğrudan orman yangını çıkmasına yol açmadığını belirten Tolunay, yıldırım kaynaklı yangınların tüm yangınların sadece yüzde 10'unu oluşturduğu, yıldırımlarla yanan orman alanı oranının ise çok daha düşük olduğu bilgisini veriyor.
Doğanay Tolunay, iklim değişikliğinin ise neredeyse tamamı insanların kaza, kasıt ya da ihmali sonucunda başlayan yangınların kısa sürede hızla büyümesine ve geniş alanlara yayılmasına neden olduğuna dikkat çekiyor. Böylece orman yangınlarının söndürülmesinin de güçleştiğine işaret eden Tolunay, "Yangınlar büyüdükten sonra da korların taşınması ya da alevlerin önündeki ağaçların ısı transferiyle tutuşmasıyla yeni yangınlar başlar" diyor.
Tolunay'a göre orman yangınları, seller, kuraklık, fırtına, dolu gibi afetlerin yol açtığı kayıplar arttıkça iklim değişikliği suçlanıp bir bakıma günah keçisi ilan edilse de sıklığı, şiddeti, etki alanı genişleyen aşırı hava olaylarına karşı önlem alınması mümkün.
Orman yangınlarına hazırlıklı mıyız?
Ancak Tolunay, Türkiye'nin diğer aşırı hava olaylarına olduğu gibi orman yangınlarına da çok hazırlıklı olmadığı görüşünde.
"Çünkü halen yıllar önceki alışkanlıklar ve müdahale anlayışı devam ediyor. Örneğin kamuoyu orman yangınlarıyla mücadeleyi uçak ve helikopter sayısına indirgiyor" diyen Tolunay, ekliyor: "Yangınlarla mücadele için hava filosu gereklidir. Ancak uçak ve helikopterler yangınların başlangıç aşamasında etkindirler. Yangınlar büyüdükten ve şiddetlendikten sonra havadan atılan su ağaçlara ulaşamadan buharlaşır. Bu aşamada yer ekipleri önem kazanır. Hava filosu ise yer ekiplerinin yangına müdahale etmesine yardımcı olmaya çalışır."
Türkiye'de 2021 yılı yangınlarından sonra uçak, helikopter ve yangın gözetleme için İHA sayısının arttığını, hava araçları kiralamak yerine hava filosu oluşturmak için adımlar atılmaya başlandığını dile getiren Tolunay, "Bunlar olumlu ancak orman yangın işçi sayısı 2021 yılına göre artsa da henüz yeterli değil" diye konuşuyor.
Nasıl mücadele edilmeli?
Doğanay Tolunay'a göre orman yangınlarının azaltılması için öncelikle kriz yönetiminden afet yönetimine geçilmesi gerekiyor.
Afet yönetiminin afetler öncesi, esnası ve sonrasında alınacak önlemleri kapsadığını ancak Türkiye'de deprem dahil tüm afetlerde afet anında müdahalenin ön plana çıktığını söyleyen Tolunay, orman yangınları özelinde de afet öncesinde önleyici tedbirler olarak adlandırılan uygulamaların yaygınlaşması gerektiğini vurguluyor.
"Örneğin yerel olarak yangınların neden çıktığının analiz edilmesi ve bunların ortadan kaldırılması ilk adımdır. Bu kapsamda piknik kaynaklı yangınlar fazlaysa pikniğin yasaklanması ve denetimlerin arttırılması yapılabilir. Ya da elektrik nakil hatları yangına neden oluyorsa bunların kaldırılması, bakımlarının yapılması ya da hatların altındaki yanıcı maddelerin uzaklaştırılması düşünülmelidir" diyen Tolunay, yangın risk haritaları oluşturulması ve bu haritaların her yıl güncellenmesinin de önleyici tedbirlerden olduğunu aktarıyor.
Buna göre söndürme araçlarını nerelere konuşlandırılacağı, yangına nerelerde müdahale edilebileceği, riskli bölgelerdeki insanların nasıl tahliye edileceği gibi konuların yangın mevsimi öncesinde belirlenmiş olması gerekiyor.
Araçların ve yolların bakımının yapılması, yangın işçilerinin, ormanla iç içe yaşayanların eğitimi, orman içi ve kenarındaki yerleşimlerin yangına karşı dirençli hale getirilmesi, yol kenarlarındaki kuru ot ve yaprakların uzaklaştırılması gibi alınabilecek çok sayıda önlem olduğuna işaret eden Tolunay, "Yaz aylarında ülke genelinde günde 100 kadar yangın çıkabildiği dikkate alındığında yangınların başlamasının ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bunlardan birine dahi geç müdahale edildiğinde binlerce hektar ormanın yanabileceğini hiç unutmadan, yangın çıkmasının engellenmesine odaklanmak gerek" ifadelerini kullanıyor.
"Palyatif önlemler çözüm değil"
DW Türkçe'ye konuşan Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Ahmet Kahraman ise Türkiye'nin ve dünyanın içinde bulunduğu 'iklim tahribatının' üretim-tüketim ilişkileri sonucu ortaya çıktığı görüşünde.
Sermayeyi destekleyen kâr ve rant odaklı politikaların iklim felaketlerinin esas nedeni olduğunu söyleyen Kahraman'a göre iklim krizinin şiddetlenmesinin altında çevre politikalarındaki doğayı, bilimi ve toplum yararını esas almayan yaklaşım yatıyor.
İklim felaketlerinin palyatif önlemler azaltılamayacağını ifade eden Kahraman, sel, taşkın ya da yangınlara yol açan sebepler neler ise bunların azaltılması yönünde akılcı çözümler üretilmesi gerektiğini vurguluyor.
Türkiye'nin pek çok noktasında dere yataklarında yapılaşmalar olduğuna dikkat çeken Kahraman, Karadeniz sahil yolunun da dere yatakları, vadiler ile deniz arasına inşa edilerek sellere zemin hazırlandığına işaret ediyor.
Karadeniz sahil yolu üzerinde Karayolları tarafından konulan sel menfezinin ise şu anda yaya geçidi olarak kullanıldığı bilgisini veren Kahraman, bu menfezin bir yanında yerleşim yerleri, diğer yanında ise insanların çalışmaya gittiği organize sanayi bölgesinin bulunduğunu, dolayısıyla geçidin oldukça işlek olduğunu anlatıyor.
Kentlerin planlaması ve kentsel altyapıların oluşturulmasında toplum yararı, halk sağlığı, doğal kaynaklar ve çevrenin korunmasına yönelik politikaların hayata geçirilmesi gerektiğini ifade eden Kahraman, bu yapılmazsa gelecek süreçte iklim felaketlerinin daha da şiddetleneceği uyarısı yapıyor.