Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz, Cumhuriyet'in ilk yıllarında dikkat çeken isimlerden biri olan Şemseddin Günaltay'ı köşesine taşıdı.
Mehmet Şemseddin Günaltay (1883-1961) Eğin (Kemaliye) doğumludur. Babası İbrahim Efendi müderristir. Arapça, Farsça ve Fransızca öğrenmiştir. İstanbul’un seçkin okullarında okumuş ve birincilikle Dârulmuallîm-i Âliyenin fen şubesini 1905’te bitirmiştir. 1909’da Maarif Bakanlığı tarafından tabii ilimler okumak üzere bir seneliğine İsviçre’nin Lozan Üniversitesine gönderilmiştir. Sonra da 1915-1917 ve 1917 senelerinde bizim üniversitelerimizde çeşitli dersler vermiştir.
1913’te Sebîlürresat dergisinde yazıları neşredilmiş ve bu yazılar “Zulmetten Nura” ismiyle kitaplaştırılmıştır.
Maalesef son dönem Osmanlı okur yazarlarının ve subaylarının bir kısmı atmosferin değişkenliğinden her mevsime göre farklı görüşler ve tavırlar ortaya koymuşlardır. M. Şemseddin Günaltay da bunlardandır. Hayatının çeşitli devrelerinde bu zikzaklara maalesef şahit oluyoruz. Onun için de “zulmet” diye ele aldığı karanlıklara “nur” diye anlattığı aydınlıktan geriye dönüp dalıp gitmiş de sonraki siyasî mevsimlerde de tekrar bu yanlışını tashih etmeye çalışmıştır.
1919 yılında Süleymaniye Medresesinde Dinler Tarihi hocalığı; 1922’de Şer’iyye (Şeriat ) Bakanlığı Tetkikler ve Telifler Heyeti azalığı; 1924’de Dâru’l-fünun İlahiyat Fakültesinde İslam Dini tarihi ve Fıkıh tarihi Müderrisliği ve aynı zamanda Fakültenin Dekanlığını yaptı. 1931’de Türk Tarih Kurumu üyeliğine seçildi ve 1941 tarihinden itibaren ölümüne (1961) kadar bu Kurum’un Başkanlığını yaptı. Ankara Üniversitesi Dil Ve Tarih Coğrafya Fakültesinde ve İstanbul Üniversitesinde Ordinaryüs Profesör olarak ders verdi.
1915’te İttihad ve Terakki Partisinden Bilecik Mebusu seçilerek Meclise girmişti. 1923’te Cumhuriyet Halk Partisi Sivas mebusu oldu ve Meclis Başkan Vekilliğine getirildi. 15 Ocak 1949-22 Mayıs 1950 tarihleri arasında tek parti devrinde son Hükümet Başkanlığı yaptı.
Bu arada hatırlatalım. İmam-Hatip Okullarını Menderes açtı, şeklinde yanlış bir kanaat var. Aslında İmam Hatipler Şemseddin Günaltay’ın Başkanlığı döneminde açıldı. Ama aynı Günaltay, 163. Maddenin yapımında da rol almıştır. Yani tezatlarla dolu işler yapmıştır.
Bu bakımdan Peyami Safa’ya göre Günaltay, “Bir çok dini eserin ve makalenin yazarı, din âlimi şeriatçı ve laiklik düşmanıdır ama dindarları zora sokan, hapislerde çürüten lastikli ifadeleriyle 163 Maddenin de bânilerindendir. Necip Fazıl’ın dediği gibi zıp orada zıp burada…
Bir yandan İmam Gazzali Hazretlerini, İslam Felsefesinin gelişmesini engelledi diye suçlarken; Tasavvuf mensuplarını, İslam âlimlerini, tekke ve medreseleri eleştirirken öbür taraftan Tanzimat Dönemi aydınlarının radikal tavırlarıyla Türk Toplumuna zarar verdiklerini, câhil gericiler ile câhil ilericiler arasında fark bulunmadığını savunmuştur.
Şemseddin Günaltay’ın tarihçilik yönü ırkçı ve inkârcı bir anlayışa sahip olan Ziya Gökalp’in fikirlerinden beslenmiştir.
Evet din eğitimine izin, Tek Parti Döneminde Günaltay’ın zamanında başladı ama fakat din bilgisi kitaplarında fâhiş hatalar vardı. 1949-1950 ders yılından itibaren Ahmet Hamdi Akseki’ye yazdırılan kitaplarla bu hatalara son verildi.
Şemseddin Günaltay’ın ve o kafadakiler getirdiği 163. Madde dini hayatı ve dindarlığı kısıtlayıp uzun zaman zulümlere, gadirlere sebep oldu ama Allah Rahmet eylesin Turgut Özal’ın gayretleriyle 42 sene sonra 12 Nisan 1991 tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır…
Şemseddin Günaltay, meşhur Zâhid Kevserî’nin talebesidir. Zâhid Kevseri, Son Şeyhülislam, Mustafa Sabri Efendinin Yardımcısı idi. Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de yaşama imkanları olmadığı için Mısır’a yerleşmişlerdi. Ali Ulvi Kurucu Ağabeyimizin dört ciltlik hatıralarında bunlarla ilgili geniş bilgiler vardır. Şemseddin Günaltay, Hocası Zahid Kevseri’yi, üst makamlarda bulunurken Mısır’dan Türkiye’ye davet etmiş “Hocam gel, Üniversitede İslam Hukuku Dersleri ver!” demiştir. Fakat Zâhid Kevseri “Eğer benden ders verebilmem için, sarığımı çıkarıp sakalımı kesmemi bir mecburiyet olarak isteyecekseniz, ben bunu yapamam.” demişti. Tabii onlar da o günlerde üniversitede sarıklı, sakallı birisinin ders vermesini hazmedecek bir durumda değillerdi. Onun için bu iş olmadı… İşte görüldüğü üzere, bir nesil, seradan süreyyaya, süreyyadan seraya, inişli-çıkışlı ve tezatlı bir hayat ve anlayış içinde o şartlarda bocalayıp durdular. “Men sebete nebete” (Sebat eden nebat olur) gerçeğiyle Kur’an Hizmetinde Sıratı Müstekîm üzere sebat edenler ise Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye’de hep muvaffak oldular, Allah’ın izniyle İnşaallah bundan sonra da böyle devam edecekler…