12 Eylül askeri darbe sonrasında cezaevine düşen sağcı-solcu binlerce genç akıl almaz işkencelere maruz kaldı. Arkadaşları darağacında sallanan o günün tanıklarından Orhan Miroğlu lağım üzerinde nasıl yüzdürüldüklerini anlatırken Felat Cemiloğlu kendisine zorla dışkı yedirildiğini söylüyor.
12 EYLÜL: DARBELERLE HESAPLAŞMA GÜNÜ -1 / BEHÇET GÜNGÖR – HÜSEYİN LİKOĞLU
DARBEDEN DEMOKRASİYE
12 Eylül 1980 tarihinde Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Türkiye'deki iç gelişmeleri gerekçe göstererek darbe yaptı. Bu darbe ile TBMM kapatıldı, 1961 Anayasa'sı kaldırıldı. Bütün siyasi partiler kapatıldı ve mallarına el konuldu. Darbe Türkiye üzerinde tam anlamıyla bir silindir gibi geçti. 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı. Bunlardan 18'i sol görüşlü, 8'i sağ görüşlü, 23'ü adli suçlu, 1'i Asala militanıydı. 12 Eylül öncesi yaşanan olayların hep darbeye zemin için yapıldığı iddia edildi. 12 Eylül darbesi öncesinde çok sayıda cinayet ve suikast işlendi. Bu cinayet ve suikastların çoğunun faili bugün bile hala bulunamadı. Bulunan ve hapishaneye atılan failler ise, ilginç bir şekilde askeri cezaevlerinden kaçırıldı. Asıl failler kaçırılırken, masumlar idam edildi. Cezaevine konulan binlerce insana zulmedildi. Cezaevlerinde yıllarca süren işkenceler yaşandı. Bu işkencehanelerde insanlık dışı uygulamalar yapıldı. Bunu yapanlar askerlerdi ve bunlara emir veren de en üstteki komutanlardı. İşte 12 Eylül'de cezaevlerinde uygulanan bazı işkence yöntemleri: Falaka, yaygın ve sürekli uygulandı. ayak tabanı, ellerin içi gibi vücudun kaslı bölümlerine kalas, cop, zincir, saz sapı, pik demir vb. vurularak gerçekleştirilirdi. Bu yöntem, ayak tabanlarını ve el ayalarını patlatır, kaba yerleri ezer, morartır, tırnakları sökerdi. El ayak gibi herhangi bir yeri kırar, sakat bırakırdı. Mahkumlara elektrik verilirdi. Günlerce mahkumlara hassas yerlerinde elektrik verildi. Mahkumlara köpeklerin saldırması sağlanırdı. 50-60 kişi havalandırmaya alınırdı. Gardiyan "tepe ol" komutu verince tüm tutuklular üst üste bindikten sonra, bir tutuklu da üst üste yatan tutukluların üstüne çıkar, İstiklal Marşı'nın on kıtası okutulurdu.
* * *
Yıllardır tartışılan 12 Eylül darbe Anayasası ile ilgili en kapsamlı ve tartışmalı değişiklikler için 30 yıl sonra halk yine bir 12 Eylül günü sandık başına gidecek. 26 maddelik Anayasa paketi ile birçok alanda değişiklikler getirmesine rağmen, en çok 12 Eylül darbesini yapanları koruyan Geçici 15. maddesinin kaldırılıyor olması dikkati çekti. Geçici 15. Madde'nin kaldırılmasıyla 30 yıl önce yaşanan büyük acılar, büyük mağduriyetler yeniden gündeme geldi. Anayasa değişikliği ile gündeme gelen 12 Eylül darbesinin öncesi ve sonrasını belgeleriyle birlikte o dönemi yaşayan o döneme tanık olan, o dönemde büyük açılar yaşamış olan darbe mağdurlarına sorduk. Arkadaşları dar ağacında sallanan o günün canlı tanıkları cezaevinde gördükleri işkenceleri hala o günkü gibi hatırlıyor.
BÖBREĞİ PATLADI
Cezaevinde ağır işkenceler sonucu hayatını kaybeden Bedii Tan'ın arkadaşları yaşananları anlatıyor: "Ramazan geldi, 1982'nin Temmuz ayı. 'Oruç serbest,' dediler. Sahura kalkmak yok, iftar saat 20'den sonraydı. Bu 'oruç tutma' mesajıydı. Bedii Tan oruç tuttu. Betonda, üstümüz çıplak halde dünyanın idmanını yaptırıyorlar. Bedii'nin orucunun farkına vardılar. Kanalizasyon kapağını kaldırdılar, avuçla pislik yedirdiler. Bedii dayak yedi, yatağa düştü. Gardiyan çağırdı, kafasından bir bidon soğuk su boşalttılar. Yere yığıldı. Kalkması emredildi, güçlükle kalktı. Kalkmasıyla beraber, gardiyan bir tekvando hareketiyle dönüş yaptı ve botunun tabanını Bedii Tan'ın göğsüne indirdi. Adamcağız kafa üstü yere düştü. Yerde yatan Bedii Bey'in karnına bastılar. Bağırsakları ve böbreği patladı. Bedii Bey, 33 No'lu koğuşa girdikten 33 gün sonra öldü."
ZORLA DIŞKI YEDİRDİLER
Felat Cemiloğlu ise cezaevinde gördüğü işkenceyi şöyle hatırlıyor: "Bana da bir gün bir avuç b..k yedirdiler de bu sallanan dişlerimden öyle kurtuldum" diyor mesela... "Tek ayak üstünde, duvar dibinde duruyorum. Ceza! Ama bir süre sonra yoruluyorum. Ayağım düşüyor yere, tutamıyorum. Emre itaatsizlik! Cezası: Duvarın dibinde, kanalizasyon kapağını kaldırdılar, bir avuç b..k alıp ağzıma attım. Sonra ağzımda pislik, hazırola geçtim, öylece duruyorum. Kıpırdamak yok, temizlemek yok, yere tükürmek yok. Öylece ağzım kapalı, kımıldamadan ayakta, hazır olda bekliyorsun. Bir süre sonra bıraktı, içeri girdim. Elazığlı arkadaş, ismi Ramazan. Allah razı olsun, bazı dişlerimi iple çekti. Çünkü temizleyemedim dişlerimi...."
Orhan Miroğlu ise kalaslarla yedikleri dayaklardan mosmor olan bedenlerini dışkı dolu banyoya tıkıldıklarını söyledi ve şunları anlattı: "Cezaevinin müdürü olan Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran, bizim banyoya götürülmemizi emretti. Bazı arkadaşlar bunun normal banyo olduğunu sandı. Halbuki bu cezaevinin alt katındaki lağımlardan oluşan yere götürmeydi. Orada iki karışlık lağımın içinde üzerinde b..kun yüzdüğü yerde yatmamızı emrettiler. Orada uzun süre öyle tuttular. "
HER YOL İŞKENCEYE ÇIKAR
O dönemde hapse düşüp ağır işkence görenler arasında suçsuzlar da vardı. Çünkü 12 Eylül darbesinden sonra herkese potansiyel suçlu gözü ile bakıldı. Her harften, her sözden günlerce işkence görmek sıradan işlerden oldu. Tıpkı Ç, S ve Ş harfinden dolayı hapse düşüp işkence gören Yalçın kardeşler gibi. Sorumlu Sınırlı Tepecik Halkı Tüketim Kooperatifi kuran Aşur ve İsmail Yalçın kardeşler, ürünleri satmak için astığı duyurular için işkencelerden sonra hüküm yediler. İşte Yalçın Kardeşler için mahkeme tutanaklarına geçen hikayeleri: "Kooperatifimizde, sana yağı, şeker ve meşrubatlar karne ile verilmez"
"Kooperatifimizde ayın 5'inde hesap kapatmayana, yeni hesap açılmaz"
"Yoğurt gelmiştir. Kilosu 37,50"
Bu üç satırlık duyuruda 'Ç, S, Ş' harflerinden tam 8 tane vardı. Bu harflerden dolayı Yalçın kardeşler gözaltına alında ve hüküm yediler. Askeri savcı bunu şöyle gerekçelendirdi: "Şeklindeki yazılı cümleler içinde Ç,S, Ş büyük el yazılı harflerinin değişik bir şekilde orak ve çekiç amblemi olarak yazılı bulunduğunun anlaşılması üzerine, bahis konusu ilanları asılı bulundukları yerden indirmek suretiyle olay yönünde tutmak tanzim edildi. Orak ve Çekiç'in Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'nin bayrak amblemi olması sebebiyle, sanıkların birlikte, sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmek veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmak yahut memleket içinde müesses iktisadi veya sosyal temel nizamlarından herhangi birini devirmek veya devletin siyasi ve hukuki nizamlarının topyekun yok etmek için komünizm propagandası yaptıkları iddia, suç konusu el ilanların elde etmesi sanıkların tevili ikrarla, ekspertiz raporu muhteviyatı, olay tutanağı gibi delillerle anlaşıldı."
Aşur ve İsmail Yalçın kardeşler 4 Ekim 1981 tarihinde gözaltına alındılar. Aşur ifadesinde, "AP'li olduklarını söylemelerine rağmen İşkence yaptılar. Beni bir saat kadar dövdüler. Yerlerde sürüklediler, falakaya yatırdılar. Mutlaka bir örgüte üye olduğumu kabul etmemi istediler" dedi.
İsmail Yalçın ise "Beni gözaltına aldıktan sonra işkenceye aldılar. Önce 'Alevi misin, Sünni misin?' diye sordular. Alevi olduğumu söyledim. İşkenceye başladılar. Hepimiz müslümanız dediler. Bana elektrik verdiler. Kollarımı gerdiler. Ayaklarıma ağırlık bağladılar. İşkenceden sonra sol kolum uyuştu" diye anlatıyordu o günleri. İki kardeş onbeş gün sonra ayın 19'unda tutuklanıp cezaevine konuldu. Yalçın kardeşler bu dava yüzünden hüküm yediler ve içeride yattılar.
Herkes mosmordu acıdan inliyorduk
12 Eylül döneminde işkenceleriyle ünlü Diyarbakır Cezaevinde yatan yazar Orhan Miroğlu, maruz kaldığı işkenceyi şöyle anlatıyor: "Toplama yerinden Diyarbakır Cezaevine gittikten sonra bize hemen işkenceye başladılar. İlk önce soyunmamızı söylediler. Soyunduk. Çırıl çıplaktık. Daha önce hazırladıkları kalaslarla bir anda üzerimize çullandılar. Her tarafımızı mosmor yaptılar. Bu işkence yüzünden ağlayanlar, sızlayanlar, yalvaranlar vardı. Herkes ağrılar yüzünden inliyordu. Sonra bizi topladılar. Cezaevinin müdürü olan Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran, bizim banyoya götürülmemizi emretti. Bazı arkadaşlar bunun normal banyo olduğunu sandı. Halbuki bu cezaevinin alt katındaki lağımlardan oluşan yere götürmeydi. Orada iki karışlık lağımın içinde üzerinde b..kun yüzdüğü yerde yatmamızı emrettiler. Orada uzun süre öyle tuttular. Daha sonra ancak 2 kişinin kalabildiği hücrelere en az 10 kişiyi koydular. Her tarafımız mosmor olduğu için bir birimize dokunmamız çok acı veriyordu. Ancak biz çırılçıplak bir şekilde orada birbirimize yapışık şekilde günlerce beklettiler. Daha sonra kapıyı ilk açtıklarında balık istifi gibi hepimiz yere üst üste yıkıldık."
Asmayalım da besleyelim mi?
Darbeden sonra ilk idam edilenler 9 Ekim 1980 tarihinde ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu ve sol görüşlü Necdet Adalı olmuştur. Daha sonra 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkum edilen Erdal Eren'in idam kararı Yargıtay tarafından iki kere iptal edilmiş olmasına karşın, Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan kararla, 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Cezaevi'nde infaz edildi. Erdal Eren'in idamına ilişkin Kenan Evren 3 Ekim 1984'de yaptığı Muş gezisi sırasındaki konuşmada şunları söylemişti: "Şimdi ben, bunu yakaladıktan sonra mahkemeye vereceğim ve ondan sonra da idam etmeyeceğim, ömür boyu ona bakacağım. Bu vatan için kanını akıtan, bu Mehmetçiklere silah çeken o haini ben senelerce besleyeceğim. Buna siz razı olur musunuz?"
BİR SAĞDAN BİR SOLDAN ASTILAR
12 Eylül sonrası tutuklananlar tek tek asılmaya başlandı. İlk asılanlar br sağ bir sol görüşlü ikinci gençti. 2 yıl boyu devameden idamda işte hayatını kaybedenlerin listesi:Necdet Adalı (sol görüşlü) 07 Ekim 1980 Ankara, Mustafa Pehlivanoğlu (sağ görüşlü) 07 Ekim 1980 Ankara, Serdar Soyergin (sol görüşlü) 25 Ekim 1980 Adana, Erdal Eren (sol görüşlü) 13 Aralık 1980 Ankara, Cevdet Karakaş (sağ görüşlü) 04 Haziran 1981 Elazığ, Veysel Güney (sol görüşlü) 10 Haziran 1981 Gaziantep, Ahmet Saner (sol görüşlü) 25 Haziran 1981 İstanbul, Kadir Tandoğan (sol görüşlü) 25 Haziran 1981 İstanbul, Mustafa Özenç (sol görüşlü) 20 Ağustos 1981 Adana, İsmet Şahin (sağ görüşlü) 20 Ağustos 1981 İstanbul, Seyit Konuk (sol görüşlü) 13 Mart 1982 İzmir, İbrahim Ethem Coşkun (sol görüşlü) 13 Mart 1982 İzmir, Necati Vardar (sol görüşlü) 13 Mart 1982 İzmir, Fikri Arıkan (sağ görüşlü) 27 Mart 1982 Ankara, Cengiz Baktemur (sağ görüşlü) 30 Nisan 1982 Elazığ, Ali Bülent Orkan (sağ görüşlü) 13 Ağustos 1982 Ankara, Ali Aktaş (siyasi) 23 Ocak 83 Adana, Ramazan Yukarıgöz (sol görüşlü) 29 Ocak 83 İzmit, Ömer Yazgan (sol görüşlü) 29 Ocak 83 İzmit, Erdoğan Yazgan (sol görüşlü) 29 Ocak 83 İzmit, Mehmet Kambur (sol görüşlü) 29 Ocak 83 İzmit, Ahmet Kerse (sağ görüşlü) 30 Ocak 83 Gaziantep, Halil Esendağ (sağ görüşlü) 05 Haziran 1983 İzmir, Selçuk Duracık (sağ görüşlü) 05 Haziran 1983 İzmir, İlyas Has (sol görüşlü) 06 Ekim 84 İzmir, Hıdır Aslan (sol görüşlü) 24 Ekim 84 İzmir.
650 BİN KİŞİ GÖZALTINA ALINDI
Darbe sonrası 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı. Bunlardan 18'i sol görüşlü, 8'i sağ görüşlü, 23'ü adli suçlu, 1'i Asala militanıydı. İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi. 71 bin kişi TCK'nın 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı. 98 bin 404 kişi 'örgüt üyesi olmak' suçundan yargılandı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi 'sakıncalı' olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi 'siyasi mülteci' olarak yurtdışına gitti. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
171 KİŞİ İŞKENCEDEN ÖLDÜ
171 kişinin 'işkenceden öldüğü' belgelendi.
937 film 'sakıncalı' bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
14 kişi açlık grevinde öldü. 16 kişi 'kaçarken' vuruldu. 95 kişi 'çatışmada' öldü. 73 kişiye 'doğal ölüm raporu' verildi. 43 kişinin 'intihar ettiği' açıklandı.
ÜNİVERSİTELER BOŞALTILDI
6 Kasım 1981'de çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile YÖK kuruldu. Bundan sonra 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununun 2301 ve 2766 sayılı kanunla değişik maddelerince özellikle solcu olduğu düşünülen 71 Üniversite personeli YÖK tarafından görevlerinden uzaklaştırıldı. Toplam 4 bin 891 kamu personeli görevden alınmış ve 38 profesör, 25 doçent, 10 yardımcı doçent 1402'lik olmuştu. Ancak 1402'lik olmak istemediği için bizaat istifa edenler dahil edildiğinde yaklaşık 20 bin kişi üniversitelerden uzaklaştırıldı.
YAZICIOĞLU'NA ELEKTRİKLİ İŞKENCE
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül sonrasında gördüğü işkenceleri şöyle anlatmıştı:
"Kızılay'da kaldığım bir büroda gözaltına alındım. Dubleks bir apartman dairesiydi. İki kapısı vardı. Gözaltına almak için kapının zilini çaldıklarında ben, 'Hazırlanıyorum' diye seslendim. İki kapıyı birden omuzlayarak patlattılar ve içeri girdiler. Gözaltına alır almaz, önce bir tekme atıp hakaret ettiler, sonra da gözümü bağlayıp meçhul bir yere götürdüler. Götürüldüğüm yer Mamak Cezaevi'nin C Bloğu'ydu. Burası, suç işleyen askeri personelin disiplin merkeziydi. Orası, düzenlenerek ülkücülere işkence merkezine dönüştürüldü. İşkence merkezine dönüştürülen yerde arkadaşlarımızla gözlerimiz bağlı olarak 20 gün kadar kaldım. İhtilalden sonra, sağcıları Mamak C-5 Blok'ta, solcuları Emniyet'te sorguladılar. Sağcılara solcu polis, solculara sağcı polis görevlendirmek suretiyle bu insanların yaşadıkları acılar derinleştirildi. C-5'teki sorgulama sırasında gözlerimiz bağlıydı. Çırılçıplak soyundurularak dilimizden, dişimizden, tenasül uzvumuzdan, ayak ve el parmaklarımızdan cereyan veriliyordu. Omuzlarımıza bağlanmış kalaslarla yukarıya çekip, boşluktayken sorgulama yapıyorlardı. En adi işkencelere maruz bırakıldık. İlk günler yemek ve su da vermiyorlardı. Daha sonra bir parça kuru ekmek, bir de ağzımızı ıslatacak kadar su verildi. Ardından da normal karavana yemeğe dönüldü. Yemek sırasında sağına soluna dönmemek, sadece tabağına ve kaşığına bakmak kaydıyla gözlerimiz yarım açılıyordu. Yemeklerden sonra da hemen kapatılıyordu. Sopalı işkencede sağ ayağımın ikinci parmağı zarar gördü. Kırılan tırnağım bir daha çıkmadı. Çorabımı her çıkardığımda o günler aklıma geliyor."