Şerefli Misafir

"Bu şerefli misafir tekrar gelmeden İlâhî davet vuku bulabilir, onunla bir daha görüşemeyebiliriz. Şu halde Ramazan-ı Şerif’i değerlendirmemiz adına; yolda, işimizin başında, okulumuzda, evde, otururken, yatarken, içimizi kanatırcasına Rabbimize dua etmeli, yalvarıp yakarmalıyız."
M. Ali Şengül | samanyoluhaber.com
Şerefli Misafir

Hepimiz şerefli bir misafire ev sahipliği yapıyoruz: Mübarek Ramazan ayı. Kimileri şerefli misafiri bir daha bulamama, kavuşamama endişe ve korkusuyla kalbinin en derinliklerinde misafir ediyor. Getirdiği en güzel hediyelere (oruç, teravih, evrad-ü ezkâr ve istiğfar gibi) lâyık olmaya çalışıyor, onu zayi etmeme gayretiyle çırpınıyor. Kimileri ise, onunla çok iyi tanışmadığı için ona sahip çıkamıyor, kıymetini bilemiyor. Daha başkaları da, bilerek ya da bilmeyerek o şerefli misafiri evine sokmuyor, kalbinde yer vermiyor, reddediyor.
     
Kimileri de var ki, misafir çok iyi anlatılsa, tanıtılsa bizden daha güzel ona sahip çıkacak, ayrılığına dayanamayarak tekrar teşrifi için gelecek yılı iple çekecek, hasretiyle yanıp tutuşacaktır ama, yolunda ve sistemi içinde ürkütmeden kaçırmadan onu anlatacak, sevdirecek yiğitler gerekiyor.

O öyle misafirdir ki; evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden azat müjdesiyle sevindirir bizi. Güneşin yaz aylarında ışığıyla, hararetiyle bize daha yakın olduğu gibi, Ramazan’da da Cenâb-ı Hak, rahmet ve mağfiretiyle kullarına daha bir yakındır.
     
O, gecenin belli bir vaktinde tecelli eder ve “Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım” buyurur. Melekler kapı kapı dolaşır, rahmet denizinden kana kana içmek isteyenleri arar.
  
O şerefli misafir; günahları içlerini kavuranlara, dua dua yalvaranlara, zikir ve fikirle kendilerinden geçenlere, vatan ve milletin huzur ve güvenliği için çalışanlara, küfrün ve dalâletin kasıp kavurduğu sinelere Allah ve Resûlullah sevgisini, aşk ve heyecanını anlatmaya çalışanlara, melekleri şahit göstererek, şu helâket ve felâket asrında mefsedete karşı ıslahçı rol oynayan gariplere büyük hediyelerle gelmiştir.

Bizlere düşen vazife de, o misafirimize can u gönülden sahip çıkmak suretiyle, onu memnun ederek gönderme olmalıdır.
         
Midemiz ve fercimizle beraber, göz, kulak, dil, el, ayak gibi bütün organlarımıza ve irade gibi fakültelerimize de oruç tutturmalıyız. Dinimizin dili, şu Kitab-ı Kebîr’i kâinatın ezeli tercümesi, dünya ve ahiret hayatımızın huzur ve saadet kaynağı Kur’ân’ı okumalı ve anlamaya çalışmalıyız. İbadetlerimizi eksiksiz, bilhassa namazımızı ihsan şuuruyla (Allah’ı görüyor gibi; biz O’nu görmesek de, O’nun bizi görmekte olduğunun şuuru içinde) kılmalıyız.
                
Bol bol tevbe ve istiğfar etmeli, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin celbine çalışmalıyız.  
      
Bilhassa bilerek veya bilmeyerek, başta varlık sebebimiz anne ve babamızın gönlünü kırdık, onları incitti isek, onlardan özür dilemeli, ellerini öpüp, dualarını almalıyız. Şâyet vefat etmişler ise, arkalarından kendileri için bol bol dua etmeli, onlar adına hayır hasenatta bulunmalıyız. 
      
Efendimiz’in (sas) beyanıyla, “Cennet anaların ayakları altındadır.” İltifatına mazhar olmuş anne baba hakkında yüce Allah, “Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenizi ve anaya babaya iyilik etmenizi emretti. İkisinden birisi, yahut her ikisi, senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırlarsa, sakın onlara öf bile deme, onları azarlama! Onlara güzel söz söyle.” buyuruyor.
“Onlara acımadan dolayı, tevazu ve merhamet kanadını indir ve “Ey (her varlığı terbiye edip yetiştiren, büyüten) Rabbim! Bunlar (anne babam), beni küçükken nasıl şefkatle büyütüp, yetiştirdilerse, Sen de onlara (öyle) merhamet buyur!” de.” (İsrâ sûresi, 17/23-24)

Görülüyor ki, Yüce Rabbimiz, bu şerefli misafiri vesile kılarak, bütün af ve mağfiret musluklarını açmış, fakir-zengin, salih-fasık, kafir-mümin, ondan gece gündüz herkesin istifadesine, kana kana içmesine, pırıl pırıl temizlenmesine fırsat vermiştir.
      
Bu fırsatı kaçırmaz, iyi değerlendirir isek, Cenâb-ı Hakk’ın rahmet denizinde yıkanmış, tertemiz hale gelmiş, azab-ı Cehennem’den kurtulmuş oluruz. 
      
Bu şerefli misafir tekrar gelmeden İlâhî davet vuku bulabilir, onunla bir daha görüşemeyebiliriz. Şu halde Ramazan-ı Şerif’i değerlendirmemiz adına; yolda, işimizin başında, okulumuzda, evde, otururken, yatarken, içimizi kanatırcasına Rabbimize dua etmeli, yalvarıp yakarmalıyız. Zira Cenâb-ı Hak, “Duanız olmazsa ne kıymetiniz var.”(Furkan sûresi, 25/77) ve “Bana dua edin ki size karşılık vereyim.” (Mü’min sûresi, 40/60) buyurmuyor mu?     
       
İçinde bulunduğumuz bu rahmet ayında isnat ve iftiralardan kurtulma ve dünyanın başına büyük bir musibet olarak Cenab-ı Hakk'ın musallat ettiği Corona Virüsünden kurtulma adına, masum yavrularımız dahil hep birlikte Rahmeti sonsuzun kapısında el açıp yalvararak dua edelim.
                           
İdrakiyle şereflendiğimiz Ramazan-ı şerifte orucu sadece midemize değil, maddi manevi bütün latifelerimize ve uzuvlarımıza oruç tutturmalıyız. 

Bu vesileyle bütün ehli imanın hususiyle davaya kendini adamış kardeşlerimin Ramazan-ı şeriflerini tebrik eder, hayırlara vesile olmasını dilerim.

13 Nisan 2021 10:47
DİĞER HABERLER