Bir gün sabah, bilinen zamanda güneş doğmaz. Hayat altüst olur.
ŞERİF ALİ TEKALAN
Bir gün sabah, bilinen zamanda güneş doğmaz. Hayat altüst olur. Herkes tarifi imkansız bir şaşkınlık içindedir. Erken işe gitmek isteyenler işe gidemezler, çünkü herkes bir şaşkınlık içinde olduğundan dolayı, hayat adeta durmuş durumdadır. Asansörler çalışmaz, metrolar kapalıdır, belediye otobüsleri gelmez. Hastalar tedavi edilemez, ameliyatlar yapılamaz. Trafik ışıkları da çalışmadığından, trafik tam bir kargaşa içindedir. Herkes, herhalde kıyamet kopuyor diye düşünür. İnsanlar, ne yapacağını bilemez şekilde, bir oraya bir buraya koşturur dururlar. Gazeteler çıkmadığı, radyolar, televizyonlar da çalışmadığı için kimse hiçbir yerden bir şekilde haber alamaz. Her çeşit sorunun hiçbir cevabı yoktur.
Böyle bir durumun hayal bile edilmesi insanın altüst olmasına, tansiyonunun yükselmesine sebep olur. Fransız yazar Andre Dahl, "Güneş Doğmayınca’’ adlı romanında böyle bir durumu hayal eder ve sonra da olacakları romanı boyunca anlatır ve bu tarifi imkansız kargaşa devam eder gider.
Tarihte de halen günümüzde de, benzeri kıyamet senaryoları ile ilgili buna benzer, romanlar yazılmış tiyatrolar oynanmış, filmler çevrilmiş, yapılmaya da devam edilmektedir.
Hayatın akışı içinde, gerek insan vücudunda gerekse tabiatda cereyan eden hadiselere bu bakış açısıyla bakıldığında, insanın aklına aynı hayret ve korku düşünceleri gelir. Dokuz ay on günlük hamilelik döneminden sonra, çocuk doğar, bebeklik, çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık dönemlerini geçirir. Ortalama 90 yaş civarında da insan ölür. Bu süreç ve devreler bazı istisnalar hariç, insanoğlu var olduğu günden beri aynen devam etmektedir.
Hamilelik dönemi uzasa bebek rahimde ölebilir, anomaliler meydana gelebilir. Bebeğin yürümeye, konuşmaya, kendini beslemeye başlaması gibi faaliyetler de belli zaman dilimlerinde oluşur. Onlarda bir gecikme, ancak hastalık hallerinde olur ve tedavilerini gerektirir. Bütün bu canlılık işaretlerinin, bebeğin iradesiyle olmadığı aşikardır. Demek ki bu olaylar önceden planlanmış, büyüme ve gelişme de bu planın bir parçası olmuştur.
Bu kadar mükemmel bir planlamanın kendi kendine olması mümkün olmadığına göre, bunları planlayan biri vardır, işte o da Allah'tır cc.
Aynı durum tabiatta cereyan eden hadiseler için de geçerlidir. Bunlar, planlanmış bir şekilde, şaşırmadan çalışmaktadır ve her şeyin zamanı da genel olarak belli bir kanuna göre sınırlıdır, ne fazla ne de az. Dört mevsimin oluşması, bitkiler, canlılar hep bir plan içinde meydana gelmektedirler. Bunların da hepsi bir ekolojik denge içinde insana hizmet içindir. Büyük, küçük her canlı ve bitkinin bu ekolojik denge içinde insana yönelik faydaları ve insan için yaratıldıklarını her geçen gün, ilim ve tekniğin gözlüğü ile daha iyi anlayabiliyoruz. Normal zamanda ve normal miktarda yağmur yağmadığında kuraklık başlar, bu durum uzarsa canlılar ve insanlar, ihtiyaçlarını temin edemediklerinden açlıktan ölürler. Tarihte de bunun bir çok örnekleri mevcuttur. İşte bütün bunlardan dolayı insan ve tabiatla ilgili olayları, sanki bunların bir mecburiyeti varmış ve böyle olmaya ve devam etmeye vazifeliler şeklinde ele almamak gerekir. Bunları yapan, planlayan biri vardır ve yapmaya, planlamaya da devam etmektedir.
Yukarıdaki sadece güneşin bir gün doğmaması üzerine yazılan romandaki tahmin edilen kargaşaların aynısı veya daha fazlası, yağmur yağmayınca, rüzgâr esmeyince, çiçekler açmayınca, tomurcuklar, meyveler olmayınca, mevsimler meydana gelmeyince, çocuk doğmayınca, konuşmayınca, görmeyince, düşünemeyince şeklindeki romanlar da yazılsa, herhalde yukarıdaki hayal edilen kargaşalardan daha büyük kaoslara sebep olabilir. Ama Allah'a şükür ki bunlar olmuyor, her şey bir düzen içinde devam ediyor ve böylece hayat da devam etmiş oluyor.
Hadiselere bu nazarla ve perspektifle bakıp, insan olarak bir yandan bu kadar nimete şükredebilmesini başarmak gerekir. Bir diğer yandan da sadece bu yönleri görmekle değil, başa gelen ve gelebilecek olaylarda da asla yeise ve ümitsizliğe düşmeden, "kim bilir bunların arkasında da ne gibi hikmetler gizlidir’’ şeklindeki imanın altı şartından biri olan kadere imanı her an hatırlama, ona göre davranma bir karakter haline gelmelidir.
İnsan, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi;
"Hak şerleri hayr eyler
Ârif anı seyreyler
Zan etme ki gayreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Dime şu niçün şöyle
Bak sonuna sabr eyle
Yerincedir ol öyle
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler." diyebilmelidir.
Yaşadığımız ve yaşayacağımız her şeye rağmen, iman, ümit, azim, kararlılık ve sabırla, Allah’ın rızasını kazanma esas hedefinden sapmadan, bize çizilen yolda, bu hedefe yürümeye devam etmeliyiz, etme mecburiyetindeyiz.