Sevgi Kuşun Kanadında

Samanyoluhaber.com yazarlarından Harun Tokak, Yusuf ve Dilruba çiftinin gönülleri sızlatan hikayesinin ikinci bölümünü 'Sevgi kuşun kanadında' başlığıyla köşesine taşıdı.


Sevgi Kuşun Kanadında
Bahar başında binlerce kuş muhteşem görsel şovlar yaparak bulunduğumuz ülkeye geliyor.
Yüzlerce kuşun aynı anda yaptığı senkronize hareketler muhteşem oluyor.
Baharla birlikte kartpostallık görüntüler oluşuyor.
Geride muhteşem bir kışa veda ederek çığlık çığlığa uçuyorlar.
Bu soğuk ülkeye yuva kurmaya geliyorlar.
Yanlarında hiçbir şey getirmiyorlar.
Sadece kanatlarında sevgi taşıyorlar.
Bir günbatımında gökte uçan o kuşlar bizi yine Yusuf ve Dilruba çiftinin evine taşıyor.
Süreç, nice güzel hayallerle kurulan sapasağlam yuvaları yıkmıştı ama karşımızda sevgiye emek veren bir aile vardı.
“Hapishanenin taş duvarları arkasından açtığı ilk telefonda bana, “Benimle evlenir misin?” dedi Yusuf.
“Evet.” dedim.
“Ben cezaevine müracaat edeceğim nikahımız burada kıyılacak.” dedi.
 “Tamam.” dedim.
Annem “Sen nasıl istiyorsan öyle ilerle kızım.” dedi. “Kalbinin götürdüğü yere git.”
Yusuf’un annesi bana destek veriyordu.
Babası, “Sen bir teröristle evleniyorsun. Söyle ona isim verip çıksın.” diyordu.
Yusuf’un annesi ile Sakarya’ya gittik.
Kapıda asker beni içeri almadı.
“İyi de nasıl olur? Ben Yusuf’un sözlüsüyüm o benim adımı yazdırmış ziyaretçiler arasına.”
“Siz F…cüsünüz.”
Yusuf’un annesi girdi içeri.
Ben hapishanenin önündeki kaldırıma oturup ağlamaya başladım.
Nasıl ağlıyorum, anlatamam.
Yanaklarımda derecikler oluştu. Kaldırımdan sel akıyordu. Taşlar ağlıyordu.
 Gelip geçenler bana bakıyordu.
 İçerden kısa boylu yaşlı bir teyze çıktı.
 “Haçan senin adun Dilruba muydu?”
“Belli Karadenizli’ydi.”
“Senin nişanlun Yusuf değul mi?”
“Evet.”
“Bu senin anahtarundur. Aha şurada bizum evimuz. Sen bu evde kalacaksın.”
Allah’ım neler oluyordu?
Mürüvvet teyzeninim kocası Ahmet Dede’yi 78 yaşında hapse atmışlar.
Suçu öğrenci yurdu yaptırmak.
Ahmet dede nişanlımla aynı koğuşta kalıyormuş.
Yusuf’un annesi biraz sonra çıktı.
“Üzülme.” dedi, “Yusuf çok iyi.”
Ahmet Dede’nin evine yerleştik.  
Haftada bir açık görüş vardı ama ben giremiyordum.  Yusuf’umu bir an evvel canlı görmek istiyordum.
Sonraki gün sabah erkenden belediye nikah dairesine gittim.
Memura durumu izah ettim.
Memur, “Bak şuraya.” dedi. “Tam 13 tane senin gibi sırada bekleyen var. Cezaevinden izin alacaksın, savcıdan izin alacaksın, hiç sanmıyorum ama istersen seni de on dördüncüye yazayım.”
Nikah memurunun verdiği kâğıdı alarak cezaevinin yolunu tuttum.
Kapıdaki askere “Komutanı görmek istiyorum.” dedim.
Neyse ki bu defa bir insan evladına denk geldim.
“Tamam.” dedi ve telefonla bir yeri aradı.
Telefonu kapatınca “Komutan sizi bekliyor.” dedi.
Nasıl seviniyorum. “Tamam, Allah’ım olacak bu iş.” diyorum.
Artık Yusuf’umla aynı binadaydık. Aramızda sadece bir taş duvar vardı.
Kesin o benim burada olduğu hissetmiştir.
Komutan kapısının önünde durdum. Biraz kendime çekidüzen verdim
Kapıyı çaldım.
İçerden tok bir ses “Gir!” dedi.
“Ne istiyorsun?”
“Sözlüm hapiste. Onu göremiyorum. Nikah kıymak istiyoruz.”
“Nerelisin?”
 “Çukurovalı’yım.”
“Hemşeriyiz yani.”
 “Sen git. Ben ilgileneceğim.”
 Havalara uçuyorum.
Ahmet Dede’lerin evine döndüm.
 Yusuf’un annesi,
 “Nasıl oldu kızım?” dedi.
Olanları anlattım. Onlar da sevindiler. Ahmet Dede’nin hanımı Mürüvvet Teyze kara lahana dolması yapmış ama çok lezzetli, ömrümde ilk defa yiyordum.
Her gün cezaevine gidiyordum.
Lakin elim boş dönüyordum. Bir sonuç yok.
Çok kalamayız, dönmemiz lazımdı. Üç gün sonra biletimiz vardı. Sakarya, İstanbul, Çukurova hattı oldukça yorucu bir yolculuk. İlker Dayı’mın çocukları bize emanetti.
Ümidim iyice azalmaya başladı. Üçüncü gün yine gittim. Artık o günde de olmazsa geri dönecektik.
Bildiğim bütün duaları okudum;
 “Allah’ım, kapıları açacak olan sensin!”
Hapishanenin kapısındaki askere, “Benim evrak n’oldu?”dedim.
 “Bir dakika kardeşim.” dedi. Koşarak ilerde duran bir komutanın yanına gitti.
Komutanın omuzları çok kalabalıktı. İki metre boyunda, heybetli bir adamdı.  İki asker yanında, hazırolda,  duruyordu.
 Asker ona bir şeyle söyledi ve koşarak yanıma geldi.
“Komutan seni çağırıyor.”
 “Dilruba, bittin, dedim.”
İlk defa korktum.
Fakat o heybetli adam ben yanına varınca birden bir başka hale büründü.
“Anlat bakalım küçük kız.” dedi.
 “Sözlümü görebilmek için nikah kıydırmak istiyoruz.”
“Kaç gündür buradasın.”
“Üç gündür.”
“Kiminle irtibata geçtin?”
“Arif komutanla.”
 “Arayın Arif komutanı.”
 Hemen aradılar.
“Arif komutan hatta komutanım.”
“Arif! Sen nasıl bu kızı oyalarsın üç gündür?
 “Yanıma gelme. Sen nasıl oyalarsın!”
Bir sütun vardı. Komutan o sütuna eliyle vuruyor, eli parçalanacak.
Ödüm koptu, “Eyvah!” dedim.
Telefon konuşması bitince komutan bir anda sakinleşti. O sinirli adam gitti.
Bana, “Araban var mı?” dedi.
 “Yok komutanım.”
Beni içeri almayan askere, “Hemen araba ayarlıyorsun. Vakit çok dar. Kan uyuşmazlığı var mı diye her ikisinden de kan alınacak. Acele edin.”
Bana döndü, “Bu arada kan tahlili yapılırken sözlünü görebilirsin küçük kız.” dedi.
Ben nasıl ağlıyorum.
“Allah’ım! Oluyor işte, oluyor Allah’ım! Sen istedikten sonra açılıyor kapılar.”
Komutanın da gözü doldu.
“Haydi bakalım!” dedi, “Askerlerin yanında beni daha fazla dağıtma.”
Kayınvalidem “Nasıl oldu bu iş?” dedi.
 “O isteyince oluyor.” dedim.
Sağlık merkezinin önünde bekliyoruz. Yusuf’um askerlerin arasında, eli kelepçeli geldi.
Hemşire her ikimizin de kanını aldı. Her iki tüpü yana yan koydu.
Daha ilk gördüğümde kanımın kaynadığı bu insanla kanlarımız yan yana duruyordu.
Üç dakika konuştuk, görüştük.
Sonra askerler yine Yusuf’umu alıp götürdüler.
Ben belediyeye gittim.
“13 kişi var.” diyen memura evrakları uzattım.
Memur şöyle bir baktı.
“Sizden korkulur, sizden korkulur.” dedi.
Annemi aradım. “Anne çabuk gel! Ben evleniyorum galiba.” dedim.
 Annem memleketten geldi.
 En son, savcılıktan izin alınacak.
“Allah’ım! buraya kadar geldik.” diyorum. “Olacak, biliyorum.”
Adliyeye gittim.
Savcının kapısında bir kadınla karşılaştım.
Kadın bana, “Sana izin vermez. Bu suçtan kimseye izin vermedi.” dedi.
Kapıyı çaldım.  Savcı uzun bir masanın başında oturuyordu. Bir şeyler okuyordu.  Başını kaldırmadan sordu,
 “Ne istiyorsun?”
“Sözlüm hapiste onunla görüşebilmek için nikah kıydırmak istiyoruz.”
 “Hangi suçtan yatıyor?”
 “F….  den ama terörist değil.”
“İsmin ne?”
“Dilruba.”
Adımı yazdı kâğıda.
Savcının odasından çıktım.
Annemle kayınvalidem “Nikahı biz de görelim. Bizim de adımızı ver.”dediler.
“Ya şimdi geri girersem benimkini de iptal eder.” dedim.
Israr ettiler.
Yeniden savcının odasına girdim.
“Annemle kayınvalidem de girebilir mi?”
“Ver isimlerini.”
Onları da yazdı.
Hapishaneye gittik.
Böyle törenler, hapishanenin en üst katında bir salon varmış, orada yapılıyormuş.
Terasa çıktık. Manzara muhteşemdi.
Uzanıp giden yeşillikler, sonsuz ufuklar, dağdan dağa gelinlik taşır gibi oradan oraya koşturan bembeyaz bulutlar…
Tıpkı benim gibi Sakarya en tatlı rüyasındaydı.
Gözüme ilişen her bir eşya, her bir nesne bana derin bir hüzün, sonsuz bir sevinç veriyordu. Yüreğim bir yanardağ gibiydi. Ateşe düşmüş bir yaprak gibi kavruluyordum.
Yaz güneşi görünen her şeyi yumuşatıyor, hülyalaştırıyor, güzelleştiriyordu.
Kendi kendime, “Dilruba sen gerçekten evleniyor musun?” dedim.
Eşleri içerde olan ablalar beni süslediler.
Koğuş arkadaşları arasında geldi Yusuf’um. Koğuş arkadaşları giydirmişler, süslemişler…
Ahmet Dede de geldi.
O an Yusuf’um gözüme o kadar güzel göründü ki.
“Allah’ım bu, bu kadar güzel miydi?” dedim.
 Biraz sonra nikah memuru üzerinde cübbesi, elinde defteri ile geldi.
“Evet, evet!” sesleri özgürce yankılandı hapishanenin taş duvarlarında. Tutsak alkışlar koptu.
On beş dakika görüş izni verdiler.
Yusuf’la baş başa görüştük.
Yusuf ellerimden tuttu.
Gözlerimin deriliklerine bakarak, “Dilruba seni ilk gördüğümde sırılsıklam aşık olmuştum, biliyor musun?” dedi. “Tutuklandığım gün bütün dünyam kararmıştı. Komutan beni çok seviyordu. “Ya sende mi onlardansın? Böyle ahlaklı çocuklar hep onlardan çıkıyor. İnşallah tez zamanda çıkrasın.”dedi.
Bugün bana “Evet!” dediğin için sana ne kadar minnettar olduğumu anlatamam.
Seni daha ilk gördüğümde niye vurulduğumu şimdi daha iyi anlıyorum. Sen tıpkı adın gibi hem ahu gözlü bir ceylan hem de aşkına sahip çıkan cesur yürekli bir sultansın.”
O utangaç delikanlıdan neler duyuyordum. Yüreğim göğüs kafesimi zorluyordu. Saadetten bayılacak hale geldim.
Yusuf’uma, “Herkes güzel rüyalar görüyormuş. Sen ne görüyorsun?” dedim.
 “Ben her gece seni görüyorum.” dedi.
 On beş dakika dolunca Yusuf’u gardiyanlar alıp götürdü.
Yusuf gibi birisi için değil on yıl bir ömür boyu beklenirdi.
Sonra ne mi oldu?
Yusuf’um dört buçuk ay sonra tahliye oldu.
Mermer atölyesi açtı. CNC makinesi aldı. Kabir taşları falan yapmaya başladı.
Bir gün “Dilruba biliyor musun?”dedi.  “Ben Siyasalda öğrenci iken Kanarya Apartmanı’nda kalıyordum. O apartmanda beş tane öğrenci evi vardı.
Bizim kapı numarası bir’di. Biz evimize “Kanarya-Bir”in kısaltılmışı olarak “Ka-Bir” diyorduk.
Kadere bak ki siyasal mezunu olarak şimdi kabir taşları yapıyoruz. Kabirden kurtuluş yok.”
Yusuf’un cezasını mahkeme onadı. 6. 3 verdiler.
Ben de hamileydim.
“Arkadaşları Yusuf’a çıksan iyi olur” dediler.
Ve bir akşam Yusuf’umdan bir kere daha ayrıldık.
 O ayrılık hepsinden zor oldu. Yine de Yusuf’um Meriç’i geçince çok sevindim.
Onun sağ olması bana yetiyordu.
İlker dayımların bulunduğu ülkeye gitti.
Benim yurt dışı yasağım yoktu. Bir ay sonra bana vize çıktı. Sekiz aylık hamileydim. Görevliler fark etmesin diye kilolu kıyafetler giydim.
Bebeğimizin adı belliydi.
 Hocaefendi’den Sevgi gelmişti.
 Uçak İstanbul’dan havalanınca eşime mesaj yazdım.
“Sevgi kuşun kanadında”

04 Mayıs 2025 09:56
DİĞER HABERLER