17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasını yürüttükleri için 1 Eylül 2014’te gözaltına alındıktan sonra tutuklanan polislerin “darbeye teşebbüs” ile suçlandıkları davanın 2.duruşması bugün (4 Nisan 2016) görülmeye devam edecek.
Tarihin en büyük yolsuzluk soruşturmasına imza atan İstanbul eski Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı’nın yardımcısı Yasin Topçu tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevinden yargılama öncesi açıklamalarda bulundu.
Topçu, haklarında hazırlanan iddianamedeki suçlamalara değinerek, suçlamaların hukuktan, hukuk dilinden uzak olduğunda dikkat çekti ve savcının suç uydurduğunu belirtti. Buna örnek olarak ise, iddianamede geçen “sı-fır yazılı tişört giymenin örgütün en büyük delili olduğu”, polislere yönelik “harama battıkları” yönündeki tabirle verilen iddiaları gösterdi. Harama batmak suçlamasının bir savcının yapamayacağını belirten Topçu, sı-fır yazan tişörtler örgüte delil ise savcı neden el koymadı, sorguda neden bu soruyu yöneltmedi diye sordu.
İşte Yasin Topçu’nun o değerlendirmeleri:
İşine gelmeyen yerleri irdelemek teğet geçen savcının diğer suçlamaları arasında başka komediler de var. Sanki evlerinden ayakkabı kutuları ve para kasaları çıkan bizmişiz gibi. Sanki ajans adı altında “yabancı yatırımcılara kolaylık sağlıyoruz” kılıfıyla oğlunu şirketlere gizli ortak eden bizmişiz gibi, savcı bizi bir de “gırtlağına kadar harama batmak” ile suçlamış. Sanki kendisi savcı, yazdığı iddianame, talebi de hakimden hapis cezası değil de, sanki kendi günah yazıcı melek, yazdığı da amel defteri, talebi de Allah’tan cehennem cezası. Peki, iddiasına dayanak olarak hangimizin hangi harama sözde ne kadar battığını ortaya koyabilmiş? Elbette hiçbir harama, hiçbirimizin ve de SI-FIR. Altını doldurmadığı iddiaları neden kupon arazi ve ihale tüccarı rüşvetçilerin kirli çamaşırlarını yıkama ezikliği üzerinden başka türlü nasıl savuşacak?
Kanunun suç saymadığı suçlamalar iddianamede
Hangi cürümü işlemiş ya da örtmüşte, kendisini suçlayanlara çamura yatmak için aynı cürümü isnat etme taktiği. Gırtlağına kadar battıkları çamuru temi insanlara bulaştırma çamurluğu… buna psikolojide “yansıtma savunma mekanizması” deniliyor. Konunun psikolojik boyutu böyleyken, hukuki boyutu nedir? Bir savcının iddianamesinde “harama batmak” şeklinde bir tabirin bulunması hukuki bir skandaldır. Bir eylemin cezası yasalarında suç olarak tanımlanması gerekir ki o eyleme ceza verilebilsin.
Buna “suçta kanunilik ilkesi” denir. Anayasa 38.madde “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte olan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz.” TCK 2.madde “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez.” Çok aramamıza rağmen ceza yasalarımızda “harama batmak” diye bir suç bulamadık. Hangi kanundan alıntılandığını bulamadığımız için böyle bir suçlamayı görünce ister istemez “üst üste 3 defa Cuma namazına gitmemek, Muharrem orucunu özrü olmadan yemek, vacib olmasına rağmen kurban kesmemek”, “Reza’nın uçağıyla Umre’ye gitmemek”, “ TÜRGEV’e zekat vermemek” gibi suçlamaları da aradık ama savcı efendi sağ olsun, bu konuya dair saçmalıkları bu denli abartmamış. Çünkü saçmalanan o kadar fazla konu var ki, ortaya karışık yapılmış, ben sizlere ikrama devam edeceğim.
25 Aralık Darbe İddianamesinden: “SI-FIR tişörtü giyme suçu”
Birçok kişi tarafından yanlış bilinen bir konuya değinmeden geçemeyeceğim. Adli konularda savcının yaptığı işlemin hukuki tanımı “ soruşturma “, mahkemenin yaptığı işlem ise “kovuşturma”dır. Takipsizlik kararının hukuki tanımı “kovuşturmaya yer olmadığı kararı”dır. Bu karar mahkemeler tarafından değil, savcılar tarafından verilmektedir. Mahkemelerce verilen kararlar, ya beraat ya da mahkumiyet kararlarıdır. Anlam ve neticesi de, dosyayla ilgili dava açılmasına, iddia ve suçlamalara ilişkin delillerin mahkemece değerlendirilmesine gerek olmadığıdır. Yani bir konu mahkemede yargılanmadan savcı tarafından kapatılmışsa, “ dosya takipsizliğe uğradı” denilmektedir. Bu konuyu yeterince bilmeyenler tarafından “17-25 Aralık dosyalarına mahkemeler takipsizlik kararı verdi” denilmektedir. Oysa bu söylem siyasetçiler tarafından kasten uydurulmuş bir yalan ve psikolojik savaş malzemesidir. 17-25 Aralık yolsuzluk dosyaları mahkemelerde yargılanma konusu olmadığından savcılar tarafından kapatılmıştır. Kovuşturmaya “yer” olmadığından değil, kovuşturmaya sevk etmeye yetecek “cesaret” olmadığından. İçinden pislikler fışkırdığından ve ortaya az bir kısmı saçılan pisliklerin tamamının mahkemeden kaçırılması amaçlandığından.
Şüpheli iktidardan olunca savcılar işi başından savıyor
Savcı kelimesi “savmak”tan türemiştir. Yani “bir fikir, tez, sav ileri süren kişi” demektir. “işi başından savan kişi” demek değildir. Günümüzde kritik noktalarda görevlendirilen iktidar vesayetindeki savcılar, önlerine gelen işlerde en başta suçun türüne ve delillere değil, dosyanın şikayetçisi ile şikayet olunan kişiye, yani hukuki tabirle “müşteki” ve “şüpheli”nin kimler olduğuna bakmaktadır. Eğer müşteki iktidarın düşman gördükleri kişiler arasında, şüpheli de iktidar mensubu ya da yakını ise veya üzerine gidildiğinde iktidarı sıkıntıya sokacak vehammette yolsuzluk iddiaları ileri sürülmüşse özenle seçilmiş bu savcılar böyle durumlarda savcı kelimesinin anlamının hakkını verip işi başlarından savmaktadırlar.
Bu durumda, hukuk devletinin vazgeçilmez ilkesi olan bireylerin kanun önünde eşitliği ve hak arama hürriyeti yalnızca satırlarda kalmakta, bizzat adaleti sağlamakla görevli olanlar eliyle nefret ve ayrımcılık suçu işlenerek fiili bir düşman hukuku uygulanmaktadır. Bireyler bu ayrımcılık nedeniyle bu şekilde mağdur edilirken, araştırılamayan yolsuzluklar yapanların yanına kar kalmakta ve bu fiili cezasızlık durumu yeni yolsuzlukları teşvik etmekte, bu durum da kamu zararı ve yoksulluk neticesini doğurmaktadır.
Darbe suçlaması var, delil yok
Dönelim savcıların ikircikli davranışlarına, eğer şikayet olunan kişi bizler gibi iktidarın düşman gördükleri ise, savcılar bu kez işi başından savamamakta, dava açarak iktidar hoşnutluğu kazanabilmek için çabalamakta, davaya yeterli delil uydurmak için de sivrisinekten yağ çıkarmaya çalışmakta, yasaları eğip bükerek suçlama konusu bile olmayacak her eylemi darbe ve casusluğa bağlayarak korku iklimi oluşturmaktadır. Milyarlarca liralık yolsuzluk iddiaları içeren 25 Aralık dosyasına yüzlerce hukuki delile rağmen takipsizlik kararı verilmiş, bu yolsuzlukları ortaya çıkartan bizlere ise dünyada eşi benzeri görülmemiş şekilde ortada hiçbir delil yokken darbe davası açılmıştır.
Milyonluk yolsuzluğu aklayanlar, yakalayanları suçlamak için Habil ve Kabil’e kadar gitmiş…
Hem yolsuzluklara takipsizlik kararı veren hem de bize darbe davası açan kişi aynı savcıdır. Takipsizlik kararında imzası olan diğer iki savcı bence konu mankeni olup, dosyayı kapatan savcıya sıkıntı olursa yanında 2 kişi daha olacak tesellisidir. Savcı, içinden pislik fışkıran yolsuzluk dosyasının üzerine gitmeye gelince işi başından savmış, sonrasında da bu yolsuzlukları ortaya çıkaran bizlere darbeci diyebilmek için delil bulamayınca Habil- Kabil olayına kadar gitmiştir.
Savcı suç saydığı SI-FIR yazan tişörtleri niye sormamış?
1 Eylül 2014’te gözaltılar sırasında SI-FIR, ZE-RO yazılı tişörtler giymemizi savcı örgütün en önemli delili saymış, uydurulan suça delil uydurma çaresizliğindeki birinin en önemli delil diye bir tişörte sarılması elbette garip değil. Peki savcının görevi suçla ilişkilendirmek ve bir sav ileri sürmek için delillere el koymak değil mi? Savcı neden o tişörtlerle makam odasına ifade vermeye gelenlere “çıkartın o tişörtleri, onlara suç delili olarak el koyuyorum” diyememiştir?
Belki biz, üzerine SI-FIR, ZE-RO yazan tişörtleri giyerek, bizi içeri tıkmakla korkutup “bunlar kaçacaklar” diye zırvalayanlara adaletten kaçanın bizler değil, paraları ve vicdanları sıfırlayanlar olduğuna dikkat çekmek yerine son zamanlarda ülkemizde bol şeker tüketimi nedeniyle yaygınlaşan diyabet sorununa dikkat çekmek istemişizdir. Savcı delillere anlam vermek için “bu tişörtlerle mesaj vermek istiyorsunuz” diye bizlere neden soramıyor? Çünkü alacağı cevapları iyi biliyor ve tarihi nitelik taşıyacak olan resmi belgelere de bu cevapları yazmaya cesaret edemiyor. Tıpkı Yasin El Kadı ile Recep Tayyip Erdoğan’ın isimlerini aynı cümleye yazmaya cesaret edemediği gibi.”