Sinemada akrep ve yelkovanı aşmak

1935 senesinden nakledilen şu hazin hatıra, bizi bir yandan hayatın sırlarını anlamaya çağırıyor; diğer yandan zamanın gerçekliğine dair tefekküre davet ediyor: 'Bir zaman, Eskişehir Hapishanesi'nin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramı'nda oturmuştum.
Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ediyorlardı. Birden, manevi bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü." Alıntıladığım bölüm, hayatın manası üzerine ciddi bir tefekkür ve müşahede sancısını ortaya koyuyor. Burada söylenenler üzerine ne kadar derinleşilse azdır. Meselenin bir de sinema bakımından derinleştirilmesinde fayda var. Zira Bediüzzaman, eski Said dediği dönemde sinemaya tefekkür için gittiğini söylüyor. Sinemaya atıf yaptığı bazı yerlerde bazen maziyi yaşadığı ana çağırıyor; bazen de anı, geleceğe taşıyor. Mesela Rusya'daki esaretinden döndükten sonra Eyüp Sultan kabristanının dereye bakan yüksek bir yerinde oturduğunu naklediyor ve ekliyor: 'Bu senin etrafındaki kabristanın, yüz İstanbul, içinde vardır. Çünkü yüz defa İstanbul buraya boşalmış. Bütün İstanbul'un halkını buraya boşaltan bir Hâkim-i Kadîr'in hükmünden kurtulup müstesna kalamazsın; sen de gideceksin.' İlginçtir; Bediüzzaman bu noktada yine sinemanın anlatım gücüne atıf yapıyor ve diyor ki 'Hayalim dedi ki: Madem bu kabristanda olanlardan bir kısmı, sinemada, gezer gibi görülüyor; ileride katiyen bu kabristana girecekleri, girmiş gibi gör. Onlar da cenazelerdir, geziyorlar.' Sinema filmlerini anlamlı kılan, insan ile zaman arasındaki bağlantıyı; hatta zaman dilimleri tarafından kuşatılmışlığı deşifre etmesi, ona derin bir anlam kazandırmasıdır. Çünkü 'İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.' Sinemada zaman ve mekan kavramı Sinema var olduğu günden bu yana insanoğlunu kuşatan zaman dilimlerine bir mana katarak ilgi odağı haline gelmiştir; öyle de devam edecektir. İnsanoğlu her ne kadar bedenen hep bir anı seyyale içine sıkışıp kalsa da, onun hayal gücü, hatıra azmi, tefekkür ufku ve tecessüs dürtüsü zaman içinde zamanları, mekân içinde mekânları kurcalamayı gerektiriyor. Kader dediğimiz ince sır da burada düğümleniyor. Ve insan hayal ederken de; hatta tasavvur ve tahattur yaparken de sürekli kayıt altında yaşamaktan çıkarak ruhunun özgürlüğünü arıyor. Bu noktadaki derinleşme kendi düşünce dünyamızda yapılınca genellikle küçümseniyor. Oysa bunun dünya çapında çok zengin örneklerine rastlıyoruz. Mesela 'The Curious Case of Benjamin Button' filminin (Benjamin Button'un Tuhaf Hikâyesi/2008) ana esprisi, zamanın ileriye ve geriye işletilmesine dayanıyor. Daha filmin başında herkes âmâ bir saat ustasından muhteşem bir saat yapmasını bekler ve o saatin istasyonda açılışına ABD başkanı da katılır. Saatin üzerindeki perde kalktığında akrep ve yelkovanın ileriye değil, geriye doğru işlediği görülür ve herkes hayretler içinde kalır. Usta, zamanın geriye doğru işlemesini; bu sayede savaşta kaybedilen nesillerin geri getirilmesini temenni etmektedir. Filmin iki karakterinden biri sıfır yaşından yola çıkıp yaşlanırken diğeri seksen yaşında doğup sıfır yaşına doğru ilerlemektedir. Kader onları hayatın baharı sayılan bir çağda yakalayacak ve aşk ile kuşatacaktır. Lakin hayatın zaman içindeki akışı onların birini bir yana diğerini başka bir yana savurmaktadır. Oradaki bir sahne alınyazısı denilen ince bir sırrın etrafında dönmektedir! Gelecek vaat eden bir balerin birkaç dakika geç geldiği için taksi başka birini almış; taksi bulamayınca yürümek zorunda kalınmış, yürürken bir başka araç gelip çarpmış, o çarpma sırasında artık eskisi gibi dans edemez hale gelmiştir. Film şu keskin sorunun cevabını aramaktadır: Ya taksi vaktinde gelseydi? Hayal, fantezi: Sinema Hayat, birbirinden kopuk saniyelerin düz bir çizgiye dönüştüğü uzun bir görüntü müdür? Eğer durum buysa mazi geride kalmış, gelecek de henüz gelmemiştir. Tek tercih, içinde yaşadığımız anı doğru idrak etmektir. Bu idraki kolaylaştıran ölçü, mazi ve istikbalin doğru duyulması ve anlaşılmasıdır. Bu nedenle de kâh zamanı gerilerden alıp bugüne getirmek gerekir kâh geleceği yaşadığımız zaman dilimine taşımak gerekiyor. Kurguya dayalı sanatların hepsi zamanın insan ruhuna kattığı zenginliği ele almıştır ama hiçbiri sinema kadar bu işi şaşaalı yapamamıştır. Modern teknolojinin de yardımıyla sinemada insan zaman engelini aşarak eşya ve hadiselerin farklı yüzüne bakmayı denemiştir. Mesela Terminatör filmlerinde zaman ileriye doğru işler ve makinenin mucidi olan insan, makineler tarafından tutsak edilir. Bu, insanın şuur altına yapışmış bir kâbustur aslında. Maymunlar Cehennemi (Planet of The Apes/1968) filminin ilkinde uzaya gidenler girdikleri zaman diliminde bir sene yaşarlar, ama o zaman diliminde dünya 3978 yılına gelerek bambaşka bir hal alır. Yeni dünyada maymunlar dünyanın yönetimini ele geçirmiş, insanoğlunu esir almıştır. Yani, insanla maymun yer değiştirmiştir. Bu da çılgınca bir düşüncenin perdeye yansımış bir görüntüsüdür. Geleceğe Dönüş serisinin hikâyesi klasik bir fanteziye dayanıyor. Yani zaman makinesi ile kayıtlardan sıyrılan insanoğlu kendini istikbale taşısa nasıl bir manzara ile karşılaşılır? Jules Verne hikâyelerinin izinde yürüyen fütüristler bu sorunun karşılığını hayalen çok aramıştır ama sinemanın verdiği hazzı hiçbir sanat dalında bulamamıştır. 'Deja Vu/2006' filmi de zaman kavramını bir ileri bir geri sararak insan kaderinin örtüşmelerini masaya yatırıyor. Aslında içten içe kaderin manası etrafında dolaşıp duruyor. Aynı kısmet Kelebek Etkisi'nde de (Butterfly Effect/2004) çok net hissedilir. Zaman içinde yapılacak muhtemel bir gezinti ve insan kaderi üzerine cesur bir deneme vardır karşımızda... Sinema gücünü nereden alıyor Sadece sinemada değil; televizyon dizilerinde de zaman kavramının doğru ve ilhama açık bir şekilde kullanılması senaryolara bambaşka bir tat getirmiştir. Lost serisinin en can alıcı yönü hadiselerin sık sık yapılan geri dönüşlerle (flash back) hayatı anlamlandırmasıdır. Bu, o kadar ustaca yapılmaktadır ki birinci sezonda remzedilen bir sır üç sene sonra ancak net bir şekilde anlaşılmaktadır. Dizi boyunca seyirci anlar ki bu dünyada hiçbir şey tesadüf eseri ortaya çıkmıyor... Sayısız örnek gösteriyor ki gücünü hayat ve insan gerçeğinden alan sinema, insana engin bir düşünce ufku açabiliyor. Bu ufka, mekân içinde mekânlar bulunabileceğine, zaman içinde zamanların yaşanabileceğine inanan insanların çok bariz katkıları olabilir. Rüya, yakaza, berzah, kabir hayatı, haşir gibi insan hayatının değişik boyutlarına işaret eden hakikatler değişik ilham kapılarını zorluyor aslında. Melekler, ruhaniler, cinler, şeytanlar gibi zaman ve mekâna başka bir şekilde yansıyan varlıklar da başka ilhamlara vesile olabilir. 'Bast-ı zaman', 'Tayy-ı mekân' gibi öteden beri tasavvufun üzerinde durduğu kavramlar da çok yeni hikâyelere kapı açacak kadar zengin imkânlar sunuyor. Yeter ki var olma gerçeği üzerine kafa yoranlar, ortak aklı da devreye sokarak- orijinal kurgulara yönelebilsin. İşte o zaman tadına doyum olmaz senaryoların üretilmesi daha kolay hale gelebilir.
11 Temmuz 2009 08:41
DİĞER HABERLER