Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz, yeni köşe yazısını 'Şirketi maneviye zengini' başlığıyla kaleme aldı.
Bir lâmbayı dört-beş kişi her biri gazyağı, fitil, lamba, şişe ve kibrit getirerek yakmış olsalar bile birer parça destekle bile olsa ortaya ışık veren bir lamba çıktığı için hepsi de teker teker bir ışık kaynağına sahipmiş gibi nasıl istifa ediyorlarsa; oruç tutmuş kimselere iftar yemeği veren bir kişi nasıl onların oruç sevapları hiç eksilmeden oruç tutmuş gibi ecir ve sevaplar kazanıyorsa; bu hizmette de birisi, tanışmış; birisi anlatmış; birisi güzel bir ameli ve hareketiyle hayırlı bir örnek olmuş; birisi evini açmış ve sohbet-i cananlara vesile olmuşsa pek çok insanın elinden tutulup dünya-âhiret saadetine vesile olunmuşsa, bunlar her biri tek başına bütün hayırlı işleri ve hizmetleri yapmış gibi mânevî ücretler kazanır. Onun için Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
“İşte ey kardeşlerim! Sizleri inşaallah maddî menfaat rekâbete sevk etmeyecek. Fakat menfaat-i uhreviye noktasında bir kısım ehl-i tarikat aldandıkları gibi, sizin de aldanmanız mümkündür. Fakat şahsî cüz’î bir sevap nerede; mezkûr misâl hükmünde iştirâk-ı âmâl noktasında tezâhür eden sevap ve nur nerede?”
Seneler önce bir arkadaşımız M. Fethullah Gülen Hocaefendiye şirket-i maneviye üzerine bir soru sormuştu. Hocaefendi Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği lamba misâlini ele alarak Allah Rızası için iman ve Kur’an Hizmetine ihlasla gönül verenlerin bir câmia olarak ayrı ayrı hizmetlerinde hâsıl olan bütün sevaplara ortak olacaklarını, hayır ve iyilik üzerine ittifak ve tesanüd içinde olduklarından sevapta ortak ama günahta ortak olmadıklarını, gelirlerinin çok büyük olduğunu; ayrıca insan şahsî ibadetlerinde ne kadar çok ve büyük sevaplar kazansa da yarın mahşerde hesap gününde sevapları bir tarafa yığıldığında, “Benim gıybetimi yapmıştın ver hakkımı” diye gelenlerin ve benzer şeylerden dolayı gelenlerin hepsinin o sevapları alıp götüreceklerini çoğu insanların bu yüzden bütün sevapları gidip iflas etmiş vaziyette Arasat meydanında perişan olacağını ama şirket-i mâneviyeden gelen sevapların ise koruma altında olduğunu, gelenlerin bir şekilde başka şeyler verilerek memnun edileceğini ama şirket-i maneviye sevaplarının bir şekilde muhafaza edileceğini söyledi. Hocaefendi salondan ayrıldıktan sonra bir kardeşimiz dedi ki: “Arkadaşlar, biraz önce Hocamızın izahından sonra söyleyecektim ama söyleyemedim. Şimdi Hocamız ayrıldıktan sonra sizlere anlatmak isterim. Eskişehir’de iken bir ağır ceza hâkimi dostum vardı. Onunla sohbet ederdik. Bir defasında şunları anlattı:
“Zengin bir adam vardı. İflas etti. Alacaklılar, bankalardaki paralarını, mağazalardaki mallarını, hatta evindeki buzdolabı ve televizyonlarını bile paylaştılar. Alacaklı avukatlardan birisi duvarda altın bir madalya görünce onu da almaya kalkışınca adam ‘Bu olmaz, bunu veremem’ dedi. Çünkü o bir sporcu idi. Ve ülkemiz adına katıldığı uluslararası bir yarışmada onu kazanmıştı. Mahkemelik oldular. Mahkeme, ‘Bu altın madalyası bir milletimi adına katıldığı bir yarışmada kazandığı için, KORUMA ALTINDADIR, kimseye verilemez diye karar verdi.’ dedi.”
Tam konuya uygun bir misaldi.
“İkinci misal: Ehl-i sanat, sanatlarının neticesini ziyade kazanmak için, iştirak-i sanat cihetinde mühim bir servet elde ediyorlar. Hatta dikiş iğneleri yapan on adam, ayrı ayrı yapmaya çalışmışlar. O ferdi çalışmanın her günde yalnız üç iğne, o ferdi sanatın meyvesi olmuş. Sonra teşrîkü’l-mesâî (ortak çalışma, çalışmaları bir sistem içinde düzenleme) düsturuyla, on kişi birleşmişler. Biri demir getirip, biri ocak yandırıp, biri delik açar, biri ocağa sokar, biri ucunu sivriltir ve hâkezâ… Her biri, iğne yapmak sanatında yalnız cüz’î bir iş ile meşgul olup, sadece özel bir işle ilgilendiği için iş basit olduğundan, vakit zâyi olmayıp, o hizmette meleke kazanarak (uzmanlaştığından) gayet sür’atle işini görmüş. Sonra, o teşrik-i mesâî ve taksim-i âmâl düsturu işe olan sanatın semeresini taksim etmişler. Her birisine bir günde üç iğneye bedel üç yüz iğne düştüğünü görmüşler. Bu hadise, ehl-i dünyanın sanatları arasında, onları teşrik-i mesaiye sevketmek için dillerinde destan olmuştur.”
Hatta Avrupa’da sanayileşmenin hızlanmasına sebep olmuştur. Hatta Üstad Hazretlerinin anlattığı bu mesele ekonomi kitaplarında misal olarak ele alınmış ve üniversitelerde ders olarak okutulmuştur.
İşte bu önemli mesele üzerine verdiği misalden sonra Üstad Bediüzzaman Hazretleri bizlere diyor ki:
“İşte ey kardeşlerim! Madem Dünya işlerinde, kesif (demir gibi katı, yoğun) maddelerde böyle ittihad, ittifak ile neticeler, böyle azîm yekûn faydalar verir. Acaba uhrevî ve nûranî, tecezzi ve inkısama muhtaç olmayarak (yani bölünüp parçalanmadan) fazl-ı İlahî ile (Allah’ın lütuf ve ihsâniyle) her bir Hizmet Mensubunun aynasına (Amel defterine) umum nur yansımak ve her biri umumun kazandığı misal sevaba mâlik olmak (iğne misalinde olduğu gibi 300 iğneye değil, 300X10= 3000 iğneye mâlik olmuş gibi azametli sevaplara mâlik ve sahip olmak) ne kadar büyük bir kâr olduğunu kıyas edebilirsiniz. Bu azîm kâr, rekabetle ve ihlâssızlık ile kaçırılmaz!.”
Gerçekten Üstadımız RİYÂZÎ DÜŞÜNCE ile gerçekleri bütün çıplaklığı ile gözlerimizin önüne seriyor; artık ibret almak bize düşüyor.