Sırları çözen anahtar ifadeler

“Kur’an sırlarına ulaşmanın evvel şartı, bu zamanın câzibedar fitnesinden uzak kalmaktır. Çünkü câzibedar fitne, insanın yüz, göz ve kalb nurunu söndürür. Bir gencin bu zamanda tâife-i nisâdan uzak kalmasını en büyük bir maslahattır. Bunu yapan, sırlara ulaşabilir. En büyük sır ise iman hakikatleridir.”
“Hazine-i rahmetin en kıymetdar pırlantası ve kapıcısı Zât-ı Ahmediye (S.A.S.)  olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi Bismillahirrahmanirrahim’dir. Ve en kolay bir anahtarı da salavât’tır.” (On Dördüncü  Lem’anın İkinci Makamı, Altıncı Sır)

“Dua ve tevekkül, meydân-ı hayra (hayra yönelmeye) büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tevbe dahi, meyelân-ı şerri (şerre yönelmeyi) keser, tecavüzatını kırar.” (Yirmi Altıncı Söz, İkinci Mebhas’ın son sözleri)

“Bu Kitapların (Risale-i Nurların) arkasında bir ruh-ı kudsî var.” (Mustafa Sungur) 

Mustafa Sungur Ağabey diyor ki:
“Üstadımız, bir gün ders esnasında, ‘İnsan namazda iken teşehhüd esnasında et-Tahiyyatü derken, aynı günün aynı vaktinde et-Tehiyyatü diyen bütün mahlukatın tahiyyelerini, kendi namına Cenab-ı Hakka takdim edebilir’ demişti. İlave olarak da ‘Hatta biraz daha ileri gitse, bütün zamanlardaki tahiyyat ve tesbihatları da kendi namına takdim edebilir’ buyurmuştur. Yine bir gün Tahiyyat bahsi okunuyordu. Mevzu, ‘bir adam’ diye kendisinden bahsedilen yere gelmişti: ‘Manevi nurun İLİM suretinde beşerin kafasında cilvesinin bir cüzisi, tırnak kadar bir KUVVE-İ HÂFIZA’ya mâlik bir adamın kafasında, DOKSAN KİTABIN kelimeleri yazılmış. Ve üç ayda her günde üç saat meşgul olarak hâfızasının sayfasının yalnız o kısmını ancak tamam edebilmiş. Aynı adam, seksen sene ömründe gördüğü ve işittiği ve merakını tahrik eden ve ona hoş gelen mânaları, kelimeleri, suretleri ve sesleri o tırnak kadar kuvve-i hâfızanın sayfasında, istediği vakitte müracaat edip bir büyük kütüphane kadar bütün mahfuzatının (hâfızasında olanların) aynı şeylerini orada bütün istediklerini mevcut ve muntazam yazılmış ve dizilmiş görüyor.’

“İşte bu bahis NUR  ÂLEMİNİN BİR ANAHTARI olarak neşredildikten sonra, bir gün bu bölümü okurken buyurdu ki: ‘Bütün bunların KIRK BİN MİSLİ MÂNEVÎ MÜŞÂHEDATIM vardır ki, onlar da hâfızamda yazılmıştır.’ dedi.”

“Kur’an sırlarına ulaşmanın evvel şartı, bu zamanın câzibedar fitnesinden uzak kalmaktır. Çünkü câzibedar fitne, insanın yüz, göz ve kalb nurunu söndürür. Bir gencin bu zamanda tâife-i nisâdan uzak kalmasını en büyük bir maslahattır. Bunu yapan, sırlara ulaşabilir. En büyük sır ise iman hakikatleridir.”

“1958 yılı bir ikindi vakti idi. Üstad, abdest almış doğrulmuştu: ‘Kardeşim, şu câzibedar siyaset cereyanları bir parça tevakkuf etse (dursa), bütün beşeriyet Kur’an’a yönelecek!’  demişti.”

“1959 senesinde Süleyman Efendi vefat etmişti. Vefat ettiğinden henüz kimsenin haberi yoktu. O sırada sanki Üstad’a semadan bir musibet inmiş gibi birden hastalandı. Üç gün, üç gece çok şiddetli hasta oldu. Sonra hastalığı giderek azaldı nekahet dönemine girdi. Süleyman Efendi (paratöner gibi) gelen bir musibeti alıp götürmüştü. Daha sonra İstanbul’dan gelen birine (Üstad Hazretleri) ‘Ne var, ne yok?’ diye sorunca, Süleyman Hilmi Efendi’nin, Üstad’ın şiddetle hastalandığı günde vefat ettiğini söyledi. Bunun üzerine Üstad: ‘Çok mübarek bir zattı… Çok mübarek bir zattı… Allah rahmet eylesin.’ dedi.” 

(Hz. Mevlana Hazretlerinin ifadesiyle gelmekte olan bela ve musibetler münasebetiyle arzın karnı acıkmıştı; büyük bir lokma istiyordu. Onun için Süleyman Efendi Hazretleri gibi Kur’an’a, bilhassa Kur’an Kursları ile büyük hizmetler eden o büyük zâtı aldı. Yani Müslümanlara gelecek, vurup çarpacak yıldırımları bir paratöner gibi o zat üzerine çekip tehlikeleri o zaman önlemiş oldu. S.Senih)

“Bir gün ders esnasında Üstad: ‘Kardeşim, biz burada belki birkaç kişi ders yapıyoruz. Ama bununla Anadolu’da ders yapan binler cemaat arasına girip onlarla beraber ders yapmış oluyoruz.’ dedi.”

“Üstad bir gün Risale-i Nur’dan bir yer okumuş ve bize şöyle demişti: ‘Bu yeri belki on bin defa okumuşum, yemin ediyorum ki, şimdi yeni okuyorum gibi ders alıyorum!’ dedi. ardından: ‘Risale-i Nurlar, Kur’an âyetlerinden geldikleri için terakkiye son yoktur.’ dedi.”

“Bir gün Üstadımız MEYVELERİ göstererek buyurmuştu: ‘Ben yemin ediyorum ki, bunların temâşasında (tefekkür gözüyle bakmaktan) yüz yemek kadar haz alıyorum.”

“İhlas Risalesi için Üstadımız bir keresinde şöyle buyurmuştu: ‘Yetmiş mütedahil (içiçe girmiş, sarmallı)  daire gibi bu kadar muarızlara, engellere, manilere karşı bizim şu muvaffakıyetimiz, ÂZAMÎ İHLAS içindeki SIRR-I TESANÜDÜMÜZ’dür.”

“Bir gün Üstad’la Mesnevi-i Nuriye dersinde idik. Buyurdu ki: ‘Mesnevi-i Nuriye dersimizin neticesi olarak Âlem-i Berzah’ta, inşaallah, yıldızdan yıldıza gezeceğiz.”

Biz bir grup arkadaş 1980’li yılların ortasında Konya’da Tahir Büyükkörükçü Hocamızı Erenköy'deki evinde ziyaret etmiştik. Bize dedi ki: “Bir gece rüyamda, Üstad, bir elini kalbimin üstüne koydu, diğer eliyle de elimi tuttu. Bir anda sanki bütün vücudumun baştan sona cereyanla dolduğunu hissettim; feyizler aktı da aktı!.. Ondan sonra şâirane konuşmaya ve yazmaya başladım…”

İnşaallah, şu “Sırları Çözen Anahtar İfadeler” den ipuçları yakalayıp istifade etmeye gayret gösteririz…

Safvet Senih
14 Temmuz 2017 13:11
DİĞER HABERLER