Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan, bir hatırasını 'Sırlı Zarf' başlığıyla okurlarıyla paylaştı.
1970-76 yılları arasında İzmir’de, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrenciydim. Hafta sonları ve tatil günlerinde, müsait olan bir esnaf abimizin arabasıyla, bir iki öğrenci, bir memurla birlikte İzmir’e yakın il ve ilçelere ziyarete giderdik. Bu ziyaretler bazen bir, bazen de iki günlük olurdu.
Gittiğimiz yerlerde, oralardaki arkadaşlarımızı, iş adamlarını ziyaret ederdik. Onları dinlerdik, onlarla bazı konuları paylaşırdık. Yolculuk esnasında da yol arkadaşlarımızla birbirimizi daha iyi tanımış olurduk.
Bu yolculuk ve ziyaretler, hem öğrenciliğimizde hem de asistanlığımız esnasında devam etti. Cuma günü mesaiden sonra çıkıp, pazartesi sabah mesaiye yetişecek şekilde Rize’ye kadar bile gittiğimizi hatırlıyorum.
Ben şahsen bu ziyaretlerden çok şey öğrendim. Yolculuk arkadaşlarımız da bu ziyaretlerin çok kıymetli ve öğretici olduğunu söylerlerdi.
Zaman içinde ve şimdiye kadar da bu ziyaretlerin bu şekilde farklı versiyonlarını yapmaya çalıştık ve halen de yapmaya gayret ediyoruz.
Hiç kimsenin birbirinden hiçbir beklentisi olmadan, samimi bir atmosferde yapılan bu ziyaretler, hakikaten çok verimli oluyordu. Ziyarete gittiğimiz yerlerdeki insanlar da bu gelenlerden farklı şeyler dinliyor, yolculuk arkadaşlarımız da o insanların anlattıkları tecrübelerden dersler çıkarıyorlardı.
Bu yolculuklarımızda, yolumuzun üzerinde olan köy, kaza, şehirlere de uğruyorduk ve zamanımızın müsaitliğine göre, oralarda değişik yaş gruplarındaki ve farklı mesleklerdeki insanları ziyaret ediyorduk. Bu insanların hepsi de örnek şahsiyetlerdi. Hiçbir beklenti ve karşılık olmadan insanlık adına yapılması gereken hizmetleri yapmaya gayret ediyorlardı. Bu çerçeveler içinde ihtiyacı olan öğrenciler için yurt binaları yapıyorlardı, araziler bulup kolejler inşa ediyorlardı. Bizler de bu abilerimizi ve arkadaşlarımızı görüp moral oluyor, motivasyon depoluyorduk.
Bunları yaparken de hiç kimseden bir şey beklemeyip, sadece Allah rızasını kazanmak için gayret ediyorlardı. Şimdi bu insanların çoğu rahmetli oldu. Allah rahmet eylesin ve Rabbimiz öbür alemde bu kullarını aziz kılsın.
Yine böyle bir yolculuk esnasında, yolumuz üzerindeki Uşak’a uğradık. Oradaki büyüklerimizi ve arkadaşlarımızı ziyaret ettik.
Birlikte sohbet ederken, şimdi rahmetli olan hafız saatçi Yılmaz abimiz vardı. Daima güler yüzlü, ağırbaşlı, insana huzur veren ve insanı dinlendiren bir duruşu ve görünüşü vardı. Başından geçen bir hadiseyi o zaman şöyle anlatmıştı; “Burada öğrenciler için ihtiyaç olan bir yurt binasının yapımını arkadaşlarımızla birlikte istişare ederek, kısa sürede bitirdik. Öğrencilerin yatakları ve yastıkları için yeteri kadar sünger bulunması lazımdı. Sünger bulunduktan sonra da maddi imkânımız sınırlı olduğu için, bunların kılıflarını kendi aramızda paylaşarak evlerimizde dikecektik. Yakın bir ilimizde de bir sünger fabrikası vardı.
Arkadaşlarımız bu işle ilgili beni görevlendirdiler. Yurtla ilgili muhasebeye bakan arkadaşımızın yanına gittim. ‘Sünger almaya gideceğim, yurt için topladığımız paradan bana bir miktar verir misiniz?’ dedim. O da bir zarfın içinde paraları getirip bana verdi ve ‘Hepsi bu kadar para var, miktarını bilmiyorum’ dedi. Ben de parayı saymadan zarfı cebime koydum ve yakın ildeki fabrikaya gittim.
Fabrika sahibi ile tanıştık. Bu arkadaşa, “Biz ihtiyacı olan öğrenciler için bir yurt yaptık, şu kadar yatak ve şu kadar yastık için süngere ihtiyacımız var’ dedim. Fabrika sahibi, ‘Derhal biz bunları hazırlayalım ve size gönderelim’ dedi. Ben de borcumuzu sordum. Kendisi bir kâğıt üzerinde süngerlerin ebatlarına göre, fiyatlarını hesapladı, ‘Şuradan şu kadar indirim yapalım, şu kısım da bizden olsun, şu miktarı da almayalım’ deyip bana bir miktar söyledi.
Ben zarfın içinde ne kadar para olduğunu bilmiyordum. Cebimden zarfı çıkardım ve parayı saydım, sonra da ağlamaya başladım. Fabrika sahibi bana, ‘Hacı abi, paranız yetmiyorsa, hiç vermeyebilirsiniz de, üzülmeyin’ dedi. Ben de ona, ‘Ben paranın miktarından dolayı ağlamıyorum. Sizin o yaptığınız indirimlerinizden sonra benim vermem gereken miktarı söylediğinizde, ben bana verilen zarfın içinde ne kadar para olduğunu bilmiyordum. Ama şimdi saydım. aynen sizin hesapladığınız kadar para olduğunu görünce, ‘Demek ki bu iş zaten çoktan ayarlanmış, biz sadece vasıtayız. Bu işi gören, bilen ve yapan biri var.’ İşte ben de bunun için duygulanıp ağlıyorum. Demek ki biz bize düşeni hakkıyla yerine getirirsek, arkadaki eksiklikler mutlaka bizi bilen, gören birisi tarafından tamamlanıyor, çok duygulandım’ dedim.
Benim duygulandığımı görünce, fabrika sahibi de duygulandı. Bu şekildeki bir güzelliğe vesile olduğu için mutlu oldu. Sonra bu süngerler geldi, bizler de onların kılıflarını evlerimizde diktik. Öğrencilerimiz de şu anda, bu yurtta kalıp okullarına devam ediyorlar’’ demişti.
Benimle İzmir’den gelen diğer arkadaşlarımız da bu hadiseyi dinlemişlerdi. Şu an itibarıyla aradan neredeyse 50 yıl geçmesine rağmen bu hadiseyi hiç unutmadım ve her hatırladığımda da duygulanıyorum.
Uşak’tan sonra herhalde başka şehirlere de uğrayarak, oralardaki arkadaşlarımızı da ziyaret ettik. Bu gördüklerimizden, dinlediklerimizden dersler çıkararak, güzel örnekleri görerek, güzel insanları tanıyarak tekrar İzmir’e döndük.
Demek ki diyorum, şu anda geriye bakarak düşündüğümde, hiçbir beklenti olmadan, sadece Allah rızası için yapılmaya gayret edilen işler, sırlı zarflar açılarak bir şekilde tamamlanıyor, zaman içinde güzel neticeler elde ediliyor.
Bunları da Rabbimiz hepimize bir şekilde gösterdi, göstermeye de devam ediyor. Çark dönüyor. Olması ve yapılması gerekenler, her ne kadar bazı zorluklarla karşılaşılmış olsa da, -tarihte de bu ve benzeri güzel niyet ve çalışmaların daima engellerle karşılaştığı gibi- bu temiz, duru, saf niyetlerle, sadece Allah rızasını kazanma yörüngeli çalışmalar hep devam etmiş ve de halen de devam ediyor.
Farklı maddelerin belli oranlarda bir araya gelmesi ve belli bir ortamın hazırlanmasıyla meydana gelen olaya kimyasal reaksiyon denir. Bu reaksiyonlar neticesinde yeni bir madde meydana gelebilir veya farklı yerlerde kullanılan bir enerji açığa çıkar.
Sosyal olaylar da kimyasal reaksiyonlara benzerler. İnsanların şahsi beklentileri olmadan bir araya gelerek, dini, dili, milliyeti, rengi farklı da olsa, başta gençler olmak üzere diğer insanlar için yapmaya çalıştıkları zaman ve mekana uygun çalışmalarla, toplum faydasına bir netice elde edilir.
İnsanların kavgasız ve barış içinde yaşayabilmeleri, zaman ve şartların ihtiyacı olan ve toplumu meydana getiren fertlerin iyi ve güzel bir şekilde yetiştirilmelerine bağlıdır. Karşılıksız ve güzel niyetlerle oluşturulan imkanlar içinde yetiştirilen nesillerin, kimyasal reaksiyonlarda olduğu gibi oluşturdukları enerjilerini insanlığın yararına beklentisiz bir şekilde kullandıklarında örnek bir toplum oluşur. Bu şekilde oluşan toplumlar da, geleceğin dünyasını yaşanabilir hale getirir ve tarihte yerlerini alırlar ve hayırla yâd edilirler.
İşte bizim bu ziyaretlerimizde gördüğümüz örnekler de insanlığın geleceğinde, kavgasız ve savaşsız bir dünyanın oluşabilmesi için en az Nobel ödülleri kadar, hatta onlardan da daha değerli çalışma ve gayretlerdir.
Herhalde bizlere düşen de, Allah’ın bize verdiği iradeyi kullanarak, sırlı zarflar içindeki imkanlarımızla bugünün anlayışları içinde yapılması gereken işleri yapmaya gayret etmek. Gerisi lafügüzaf.
'
Hak, şerleri hayreyler,
Zannetme ki gayr eyler,
Ârif ânı seyreyler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse, güzel eyler...