Dün son yolculuğuna uğurlanan Sırrı Süreyya Önder'in az bir bilinen bir yönü ortaya çıktı. Risale haber isimli haber sitesi, Önder'in kendi anlatımıyla hayat hikayesinden bazı bölümleri tekrar hatırlattı. Önder verdiği röportajda çocukluğunda Risale-i Nur sohbetlerinde bulunduğunu ve zaman zaman okumaya devam ettiği külliyatın kendi için ayrı bir önemi olduğunu anlatıyor.
Renkli kişiliği ile bilinen Sırrı Süreyya Önder, içinde yaşadığı toplumun gelenek ve inançlarını da biliyordu.Verdiği röportajlarda ailesinin fikir yapısındaki çeşitliliğe dikkat çeken Önder, dayısının Risale-i Nur sohbetlerine katıldığını ve kendisinin de Risale-i Nur okuduğunu belirtmişti.
Önder'in çeşitli zamanlarda yaptığı açıklamalardan bazıları haber olarak bir araya getirildi. İşte Önder'in kendi ağızından Risale-i Nur'lara ve Üstan Bediüzzaman Said Nursi'ye bakışı:
Dayınız Adıyaman'da Risale-i Nur okuyan bir avuç insandan biriymiş. Dayınızla ilgili neler var anılarınızda?
O zamanlar üzerlerinde büyük bir polis baskısı vardı. 15-20 kişilerdi ve her gün bir eve toplanıp birlikte kitap okurlardı. Ben de o dönem bu toplantılara katıldım. 13 yaşıma kadar Risale-i Nur kitaplarını okudum.
"KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNDE SAİD NURSİ BİR ÖNCÜ OLARAK KABUL EDİLEBİLİR"
Hâlâ devam ediyor musunuz Risale-i Nur okumaya?
Evet. Kitaplığımın en üstünde durur külliyatım. Ben defalarca farklı gözlerle bakmaya çalıştım Risale-i Nur'lara. Bediüzzaman'ı hayatımın çok önemli bir yerine koydum. Hayatının bütün dönemlerinde zulme uğramış bir insan. Bediüzzaman'ı sadece Kürt kimliğiyle okuyanlar hataya düşerler. O, Kürt milliyetçiliği yapmamıştır. Nurların en önemli yanı imanın ihyasıdır.Bugünden bakıldığında Bediüzzaman'ın yıllar önce sunduğu ve Kürt-Türk kardeşliğini imar edecek fikirleri ne anlam ifade ediyor?Devlet bu treni kaç defa kaçırmıştır maalesef. Halkına baskı uygulamış, ona git, buna gitme, şunu yap, bunu yapma diyerek halkı yönlendirmeye çalışmıştır. Bugün çözüm için Bediüzzaman Said Nursi, bir aydın, bir öncü olarak kabul edilebilir. Çok geç değil.
Hayatımıza 2006'da girdiniz. Bir film yaptınız, bir filmin de senaryosunu yazdınız ve sadece bu kadarla ülkenin sevdiği ilaç gibi bir adam oldunuz. Ne diyorsunuz?
Ben iddialarla dâhil olmadım sinema sektörüne. Sadece bir iddiam var: Derdimi derli toplu anlatabilmek, kendim için geçer not eşiği bu. Politikayı sinemanın önüne koyan bir insanım. 'Dünya görüşün mü, sanatın mı' dediklerinde daima siyasetim sinemanın önüne geçer. Dertlerimizi daha çok öne koyuyorum, bunu bir romanla da yapabilirdim, becerebilsem şiirle de olurdu, çizebilsem resimle de olurdu, sinema denk geldi, sinemayla oldu.
Bu dertler ne zaman başladı?
Çocukluktan beri. Adıyaman'ın iki-üç sosyalist ailesinden birinin çocuğu olarak doğdum. Babam berberlik ederdi, sonra arzuhalcilik yaptı. Belki yazıcılık hüneri oradan geliyordur. Dayılarım da Saidi Nursi'nin talebeleriydi. Ve ben memleketin ahvalini o yaşta anladım: Ya dayım sürgünde ya da hapiste, ya babam cezaevinde ya da değişik mahrumiyetlerde. Hiçbir zaman ikisinin birden dışarıda olduğu bir zaman dilimini görmedi bu ülke.
Erken ölmüş babanız...
Evet, öldüğünde 35 yaşındaydı. Babam öldüğünde sekiz yaşımdaydım, onun ölümüyle birlikte o zaman dershane tabir edilen ve Risale-i Nur okutulan derslere devam ettim. 12-13 yaşından sonra da babamın kitaplarını keşfettim. Babam öldüğünde kendisinden geriye 1970'lerin parasıyla 30 bin TL borç ve bir sürü de kitap kalmıştı. Orhan Kemal, Kemal Tahir, Ahmet Arif, Nâzım Hikmet'i bu kitaplardan keşfettim. Yolculuğum Risale-i Nur'dan sosyalizme doğru bir kayma gösterdi. Fakat o kanalları hiç kapatmadım. Şunu o zaman keşfettim: Bir insan sizin perspektifinizden bakmayabilir, ama bu konuşmanızın önünde engel değil. Bunun için iki şeye ihtiyaç var, birisi mutlak saygı, diğeri reddettiğiniz şey hakkında asgarinin üzerinde bir bilgi sahibi olmanız.
Cezaevinde mektuplaşır mıydınız?
Cezaevindeyken bana -annemin okuma yazması yoktur- iki kişiden mektup gelirdi. Birisi amcamdı ki sosyalist öğretmen hareketinin önemli isimlerinden biriydi, birisi de dayımdı. Dayım bizzat Bediüzaman'ın yanına kadar gidenlerden biriydi. Dayım mektuplarda sık sık Hz. Eyüp kıssasını anlatırdı. Her mektubunun sonuna bir beyit yerleştirirdi. Amcam eski Adıyaman'ı anlatırdı, eskiden yaşanılanları, sıkıntıları. Onat Kutlar'ın bir değerlendirmesidir bu, cezaevindeki mektuplaşma için 'fısıltıyla konuşmak' tabirini kullanır. Onu bihakkın tecrübe etme imkânım oldu. Çünkü alt metin, satır arası okumak denen şeyin örneğini verdik yıllarca.
DİNDAR KESİMLE MUHABBETİM HEP VARDI
Muhafazakâr kesim neden sizi bu kadar seviyor?
İslami bir mevzuda görüşüm sorulduğunda, bilmediğim bir meseleyse hiç konuşmuyorum. Bildiğim bir meseleyse bildiklerimi tekrar gözden geçirip bir cümle kuruyorum. Bu ona duyduğum saygının bir göstergesidir. Ben bu saygıyı lafla göstermiyorum. Teoloji okumalarım toplam okumalarımın yarısından fazladır. Çünkü dünyada yaşayan insanların yüzde 70-80'i bir tanrıya inanıyor. Sen yeni bir dünya vaat ediyorsun. Ama dünyanın yüzde 80'inin iman ettiği, tüm hayatını buna göre tanzim ettiği bir meseleyi bir nebze araştırma, öğrenme, merak etme ihtiyacı hissetmiyorsun, olmaz böyle şey.Muhafazakâr kesimle ne zaman muhabbetiniz başladı?Hep vardı, şu oldu da yollarımız kesişti diye bir şey yok. Ben insanı çok seviyorum. Bunu hisseden insanlar da beni seviyor olsa gerek. İnsanlarla maskeyle konuşmuyorum. Herkesle olduğu gibi muhafazakâr kesimle de muhabbet ederken samimi davranıyorum. Onlara karşı ne gereksiz pohpohlama çabasına giriyorum ne de riyakârca davranıyorum.