DEVA Partisi Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Dünya Hukuk Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada işkence ve insan kaçırmalara tepki gösterdi. “Siyas transporter araçlarla kaçırılan insanlar 21. yüzyılın Türkiye’sinde hukuk adına utanç vericidir” dedi.
KHK’lar ile oluşturulan mağduriyetlere son verilmesi gerektiğini belirten Yeneroğlu, “Yargı kararlarıyla suçsuz bulunmuş yahut haklarında idari ve adli bir soruşturma bulunmayan KHK’lıların hak ve itibarlarının iadesi sağlanmalıdır” ifadesini kullandı.
DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Dünya Hukuk Günü nedeniyle yaptığı açıklamada, hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı uyarısı yaptı. Yeneroğlu, “Türkiye, TBMM’nin torba kanunlarla ve Cumhurbaşkanı Kararlarıyla etkisizleştirildiği, yasamanın ve yargının etki altına alındığı kuvvetlerin bir kişide toplandığı bir yönetim anlayışıyla yönetilmektedir” dedi.
15 Temmuz’un ardından artan işkence ve insan kaçırma iddialarının 90’lı yılların “Beyaz Toroslar”ını hatırlattığına dikkat çeken Yeneroğlu, “Onlarca kişinin gözü önünde siyah transporter araçlara bindirilerek kaçırılan ve kendisinden haber alınamayan insanlar 21. yüzyılın Türkiye’sinde hukuk adına utanç vericidir” dedi.
DEVA Partisi olarak kuvvetler ayrılığının ve hukukun üstünlüğünün esas alındığı, demokrasinin güçlendiği ve evrensel standartlarda bir özgürlük anlayışının hakim olduğu bir Türkiye ideali için mücadele etmeye devam edeceklerini kaydeden Yeneroğlu, şunları belirtti:
“Bugün, Cenevre Hukuk Yoluyla Dünya Barışı Konferansı’nın yıl dönümü olması nedeniyle sadece ülkemizde kutlanan Dünya Hukuk Günü’dür. Böyle bir tarihi kutlayan tek ülke olan ülkemizin, ne yazık ki en büyük sorununun hukuksuzluk olması çok üzücüdür. Ülkemiz, gelinen noktada ulusal ve uluslararası normların demokratik hukuk devletine yüklediği yükümlülüklere uymak ve bir hukuk devleti olmak yerine, adeta hukuku ezmekle övünen otoriter bir anlayışla yönetilmektedir.
Freedom House’un hazırladığı “Dünyada Özgürlükler 2020” raporuna göre özgür olmayan ülke kategorisinde yer alan ülkemiz, son 10 yılda dünya genelinde özgürlüklerin en çok gerilediği ikinci ülkedir. Türkiye, World Justice Project’in 2020 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 128 ülke içinde 107., “hükümet yetkilerinin kısıtlanması” alanında 124. ve “temel haklar” alanında 123. sıradadır. Sosyal Demokrasi Vakfı’nın 2019 yılındaki “Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Güven” anketine göre ülkemizde yargıya güvenenlerin oranı sadece yüzde 38’dir. ORC’nin yapmış olduğu ankette ise yargıya güvenmeyenlerin oranı yüzde 68’dir. Ankete katılanların sadece yüzde 11,7’si yargıya güvendiğini söylerken, yüzde 20,3’ü ise “kısmen” cevabını vermektedir.
ÖZGÜR BASIN CEZALARLA ENGELLENİYOR
Türkiye AİHM’in 2019 yılında vermiş olduğu kararlarda tüm ülkeler arasında ifade özgürlüğünü en çok ihlal eden ülke konumundadır. Oysa ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun asli unsurudur. Demokratik bir toplumda, yeni ve farklı düşüncelerin dile getirilmesinin, düşüncelerin özgürce yayılmasının ve hakikatin ortaya çıkmasının en etkili aracı ifade özgürlüğüdür. Öte yandan siyaset alanını sorgulayacak, halkı bilgilendirecek ve bu yolla ülkeyi yönetenleri gözetim ve dengede tutacak olan özgür basın, ne yazık ki keyfi cezalar ile engellenmek istenmektedir. Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2019 Raporuna göre basın özgürlüğü konusunda 180 ülke arasında 154. sırada olup; en çok tutuklu gazetecinin bulunduğu ülkelerden biridir. Medya organlarını kontrol etme ve baskı altında tutma çabalarının yanı sıra sosyal medyanın sınırlandırılmasına ve yasaklanmasına imkan verecek düzenlemelerin tartışılması tabloyu daha da endişe verici hale getirmektedir.
ÇOKLU BARO HUKUKA CİDDİ ZARAR VERECEK
Diğer taraftan, toplumun ihtiyacı olan adaleti tesis etmek ve demokrasiyi güçlendirmek yerine yargı bağımsızlığı, adil yargılanma hakkı ve savunma hakkına ciddi zararlar verecek olan çoklu baro sistemiyle halihazırda toplumda var olan güvensizliği ve kutuplaşmayı derinleştirecek adımlar atılmaktadır. Hükûmetin, paydaşların hiçbir itirazını dinlemeden hızlı bir şekilde meclis gündemine getirdiği bu konuda izlediği yöntem dahi uzlaşmadan, çoğulculuktan ve katılımcılıktan ne kadar uzaklaşıldığının açık bir kanıtıdır.
KHK’LILARIN İTİBARI İADE EDİLMELİ
Son dönemde sıklıkla gündeme gelen işkence ve insan kaçırma iddiaları 90’lı yılların “Beyaz Toroslar”ını hatırlatmaktadır. Onlarca kişinin gözü önünde siyah transporter araçlara bindirilerek kaçırılan ve kendisinden haber alınamayan insanlar 21. yüzyılın Türkiye’sinde hukuk adına utanç vericidir. Hiç şüphesiz ki devlet terörle etkin bir şekilde mücadele etmelidir; fakat terörle mücadele hukuk içinde ve hukukun üstünlüğü ilkesi gözetilerek yürütülmelidir. Aksi takdirde toplumun hukuka olan inancı tamamen yok olur ve bu durum en çok terör örgütlerinin işine yarar. Bu minvalde, KHK’lar ile oluşturulan mağduriyetlere son verilmeli ve yargı kararlarıyla suçsuz bulunmuş yahut haklarında idari ve adli bir soruşturma bulunmayan KHK’lıların hak ve itibarlarının iadesi sağlanmalıdır.
KUVVETLERİN BİR KİŞİDE TOPLANDIĞI BİR YÖNETİM…
Demokratik hukuk devletinin var olabilmesi, halk iradesinin tam olarak yansıdığı bir meclis ve bu meclisteki demokratik süreçlerin ardından vücut bulan yasaların; adil, şeffaf ve evrensel standartlarda bir demokrasi ve hukuk anlayışıyla uygulanmasıyla mümkündür. Ancak Türkiye, TBMM’nin torba kanunlarla ve Cumhurbaşkanı Kararlarıyla etkisizleştirildiği, yasamanın ve yargının etki altına alındığı kuvvetlerin bir kişide toplandığı bir yönetim anlayışıyla yönetilmektedir. Öte yandan, kanunlarda adrese teslim olarak nitelendirilebilecek değişiklikler yapılarak vakıf üniversiteleri ile kurucu vakıf arasındaki ilişki zayıflatılmakta ve sadece bir Cumhurbaşkanı Kararı ile üniversite kapatılmaktadır.”