Sizin de kalbinizi sızlatmıyor mu?

Sizin de kalbinizi sızlatmıyor mu?
Mukadder Gemici'nin ilk hikâye kitabı 'Asla Pes Etme' geçtiğimiz hafta Dergâh Yayınları'ndan çıktı.
Karakterlerini gerçek hayattan çekip alan Gemici, "Bu memlekette yaşananlar sizin de kalbinizi sızlatmıyor mu? Bu, bende yazıya yansıyor. Bunlar yanı başımızda oluyor. O yüzden dert benim mürekkebim." diyor. Kadın öykücülerin hatırı sayılır bir ağırlığı olan Türk hikâyeciliğine yeni bir isim daha katıldı. Uzun zamandır kendi halinde metinler yazarken Mustafa Kutlu'nun teşvikiyle hikâyelerini Dergâh dergisinde yayımlayan Mukadder Gemici'nin ilk kitabı 'Asla Pes Etme' geçtiğimiz hafta okura ulaştı. Karakterlerini hayatın içinden çekip alan bir hikâyeci Mukadder Gemici. Onun için yazmak bir dertlenme hali. 12 hikâyeden oluşan kitabında olayları ön planda tutan yazarın malzemesi günlük hayatın kendisi. Yıllar sonra kitabı okunduğunda bu zamanın Türkiye'si okunabilsin istiyor. Öykülerde bugünün insanını ve aile yapısını bulmak mümkün. Her öykünün dokunduğu bir yer var. Öykülerde karakterlerin duyguları, olayların arkasında saklı. Onları bulmak ise dikkatli okuyucuya kalıyor. Şimdilerde "Yere daha sağlam basacağım." dediği ikinci kitabının hazırlığında. 'Asla Pes Etme' ilk kitabınız, elinize alınca neler hissettiniz; hikâyeci oldum galiba dediniz mi? Bir heyecan duyuyor insan ister istemez. Hikâyelerimi, yayımlanan onca kitap arasında nasıl bir yeri olur tereddüdüyle uzun süre kimseyle paylaşmamıştım. Ama yayınevi Dergâh olunca bu tereddütler azaldı. 'Hikâyeci oldum' demekse benim meşrebime göre değil, 'İyi hikâye yazıyor' denirse ne âlâ. Hikâyeleriniz Dergâh dergisinde yayımlandı. Nazan Bekiroğlu bir röportajında "Hepimiz Mustafa Kutlu'nun paltosundan çıktık." demişti. Sizin için de geçerli mi bu? Nazan Bekiroğlu doğru söylemiş. Ben uzun süredir kendi kendine yazıp, yazdıklarını çekmecesine atan biriydim. Mustafa Kutlu hakikaten bıkmadan, usanmadan, yüksünmeden destek veriyor karşısına çıkan bütün yazar adaylarına. Hikâyelerimin kısa sürede kitaplaşması ise onlara Mustafa Kutlu'nun elinin değmesi ve çıkarsız bir şekilde uzun zamana yayılan bir yazma çabasının karşılığı. Hikâyeleriniz çatışma, cahillik, hastalık, ölüm, yalnızlık, geçim sıkıntısı, evlat acısı gibi günlük hayatta çok rastlanabilir durumlar üzerine kurulu. Asıl beslenme kaynağınız hayatın kendisi sanki... Bir söz, bir davranış beni yazmak konusunda tetikliyor. Hikâyelerim elbette kurmaca, ama hepsinin çıkış noktası gerçek. İlk yayımlanan hikâyenin hikâyesini anlatayım müsaade ederseniz. Bir kış akşamı, televizyonda haberler var. İki küçük çocuk, anne baba gece mesaisindeyken hayatlarını kaybetmişler. İçeriden görevli çıktı ve "Anormal bir durum yok, soba zehirlenmesi." dedi. Soba zehirlenmesinden ölmek normal bir şey yani. Ertesi sabah 'Anormal Bir Durum Yok' adlı hikâye bitmişti. Kesip sakladığım gazete kupürleri bile var sonra yazmak üzere. Yazdıklarınız neden bu kadar trajik? Trajik değil, dertli. Acıklı olsun, ağlatayım derdinde değilim. Bu memlekette yaşananlar sizin de kalbinizi sızlatmıyor mu? Bu, bende yazıya yansıyor. Cami avlusunda bulunan bebek, her şeyini bırakıp gitmek zorunda kalan Ermeni aile, başörtülü olduğu için terk edilen Neşe, alzheimerlı baba, erkek çocuğa sahip olmak için can veren anne. Bunlar yanı başımızda oluyor. O yüzden dert benim mürekkebim. Hikâyeler sınırlı bir alanda geçiyor. Karakterler de öyle. Neden bu kadar rastlanabilir karakterler seçiyorsunuz? Azıcık latife ile söylemek gerekirse, salt seçkin insanların ruh evrenlerindeki his dalgalanmalarına ait varoluşsal problemlerin çok ilgimi çektiğini söyleyemeyeceğim. Karakterler, gerçek hayattan hikâyenin çekirdeğini oluşturarak karşıma çıkıyorlar ben de onları toprağa ekip büyütüyorum. Hikâyelerde insan ilişkilerinin yoğunluğunu görüyoruz. Anne-baba ve çocuk, nine-torun, karı-koca, arkadaşlıklar. En çok da aile ön planda. Aile kavramının sizdeki yeri ne? "İnsanın gidecek neresi var?" diye sorayım ben size. Aile bu nedenle mühim. Ruh haritanızın şifreleri ailede kodlanıyor. İnsanın eşinden, evlatlarından, anne babasından, kardeşlerinden başka gidecek bir yeri yok. Her şeyin bizi biz olmaktan çıkarıp tek tipleştirmeye çalıştığı bir dünyada biricik olduğumuz tek sığınak aile değil mi? İkinci kitabın fikri oluşmaya başladı mı zihninizde? İlk kitapla sırtıma sadece boş bir küfe aldım bana kalırsa. İkinci kitapla yere daha sağlam basmamı sağlayacak bir yüküm olacak inşaallah. 'İnsanların ne hissettiği her şeyden önemli' "Kız çocuklarının okutulmaması, başörtüsü problemi gibi can yakan olaylar memleket gündeminden bir türlü düşmedikleri için yazılmaya devam ediliyor. Geçen sene ilginç bir hadise yaşadım mesela. Tanıdığımız genç, dindar bir bürokrat evlenmek istiyordu ve kariyeri için evleneceği kişinin başörtülü olmaması gerekiyormuş. Üstelik bazılarının, başörtülü eşi olanların tercih edildiğini iddia ettikleri günümüzde oluyor bu olay. "Peki" dedim, "Senin karşına Neşe isminde başörtülü bir genç kız çıkarayım ve seni bu kıza âşık edeyim?" 'Ayrılık Kokusu' bu şekilde çıktı. O muhafazakâr bürokratı, Neşe'nin karşısında kendisini savunamayacak durumda bıraktım. Hayatımıza yön veren yasalar, kanaatler, bir sürü şey var değil mi? Bu yüzden beni insanların ne hissettikleri ilgilendiriyor, bu yüzden yazarken kalemim ideolojiden uzak duruyor. 'His'te buluşturmak istiyorum, o zaman hepimiz için her şeyin daha anlaşılır olacağına inanıyorum."
19 Ocak 2011 10:55
DİĞER HABERLER