42 bin 644 vatandaşımız Alman ajanı olmuş
Politikacıdan sendikacıya köşe yazarından sanatçıya kadar aramızda 42 bin Alman ajanı varmış!
Önümüzdeki hafta piyasaya çıkacak “Alman Derin Devleti” isimli kitapta bu kişilerden 10’u gerçek ve kod adlarıyla birlikte yer alıyor. DSP İstanbul eski milletvekili Zafer Güler ve Alman narkotik istihbarat birimi için çalışan Talip Doğan Karlıbel’in çalışmasındaki iddialar bununla da sınırlı değil. Naziler, Tarabya’da Alman misafirhanesinin bulunduğu yerde kurulan krematoryumda Yahudi katliamı gerçekleştirmiş. Kurulduğu yıllardan beri PKK’ya kaynak aktaran Alman derin devleti, Öcalan Türkiye’ye iade edilmeden önce Suriye gizli servisi El-Muhaberat’la yazışmalarda bulunmuş. Türkiye’de büyük boyutlu telefon dinleme faaliyetlerine girişen Alman gizli servisleri, bu çerçevede uyuşturucu işi yapan milletvekili yakınları ve milletvekillerini de dinleyerek ‘paketlemiş’…
Doğu Almanya İstihbarat Servisi STASİ’nin Berlin’in Normanan Caddesi’ndeki merkezi, 1991 yılının Mart ayında 15 bin kişilik halk kitlesinin saldırısına uğradı. Merkezdeki ajanlar çareyi kaçmakta buldu. Hangi belgeleri kimlerin almak istediğini bilmek isteyen ajanlar, istihbarat merkezini terk etmeden önce bütün odalara gizli kamera yerleştirdi. Kamera görüntüleri izlendiğinde kalabalığın ilk önce Batı Almanya ve ABD odalarına dalarak bütün dosyaları imha ettiği görüldü. Kalabalığın içindeki küçük bir grup ise belgeleri imha etmek yerine dışarıya kaçırıyordu. Bunlar başka ülkelerin ajanlarıydı. Türkiye, Yunanistan ve İran odalarında hiçbir aktivite yoktu. Oysa bizimkilerin ilgi duymadığı Türkiye odasında 1970-1990 yıllarına ait 9 bin 822 Türk’ün dosyası bulunuyordu. Cebinde Türkiye Cumhuriyeti kimliğini taşıyıp STASİ hesabına çalışan Alman köstebekleriydi bunlar.
Önümüzdeki günlerde Truva Yayınevi’nden çıkacak olan ‘Alman Derin Devleti’ isimli kitap için Alman istihbaratının Türkiye’deki faaliyetlerini araştıran DSP İstanbul eski milletvekili Zafer Güler ile bir dönem Alman Narkotik İstihbarat biriminde çalışan Talip Doğan Karlıbel, STASİ’nin dosyalarını kağıt kırpma makinesine göndermediği Türklerin izini buldu. ‘In Ofiziele Mitarbeiter’ (resmi olmayan personel) olarak isimlendirilen ve birer kod ismi verilen Türkler arasında bugün üst düzey görevlere gelmiş devlet adamları, etkin gazeteciler, işadamları ile ‘aydın ve vatansever’ olarak bilinen isimler yer alıyor.
STASİ, bilgi kaynaklarını, 12 Eylül ihtilalinden sonra iltica için kaçan solcular arasından seçmiş. STASİ’nin 10 kişilik ‘seçkinler listesi’nin başında ‘Dopel Seitig’ (çift taraflı) kod ismiyle anılan, Türk kamuoyunun yakından tanıdığı eski devrimci yeni ulusalcı bir isim yer alıyor. ‘Çift taraflı’, STASİ raporlarında “muhtemel olarak ABD tarafından Türkiye’de sol kesimi ve işçi sınıfını ayaklanmaya teşvik etmekle görevlendirilmiş bir ajan provokatör” olarak tanımlanıyor. Söz konusu kişinin Türkiye’de lideri olduğu partiye Sovyetler, Küba, Doğu Almanya ve Çin’den mali destek yapılmadığını saptayan STASİ, parti üyelerini takip ederek Lozan’da bir bankada gizli hesapları olduğunu rapor etmiş. İki tarafa da çalıştığı için 1990 yılının Aralık ayında öldürmeyi planlamış. Ölüm emrini Ağustos ayında STASİ’nin şefi Erich Milke imzalamış. Kasım ayında Berlin Duvarı yıkılınca operasyon gerçekleşmemiş.
Tilki, Baron, İhtiyar, Falke...
İkinci sırada eski asker, militan, illegal bir sol örgüt lideri var. Kod adı Tilki. Alman solcusu görünümünde olan STASİ ajanları onun faaliyetleri için finansal yardımlarda bulunmuş. Raporlarda onun bu yardımlardan kişisel çıkarlar sağladığından şüpheleniliyor. Kurduğu örgütün ABD’lilerin Kont-espiyonaj bölümünün bir eseri olup olmadığını anlamak için 6 ay takip edilmiş. Kişisel profilinden böyle bir aktivite yapamayacağı anlaşılmış. Ondan gelecek bilgilerin o zamanın Türk-Doğu Alman ilişkilerinde nasıl bir tesiri olacağına dair çalışma grubu bile oluşturulmuş. ‘Tilki’, Duvar yıkıldıktan sonra Türkiye’ye döndü.
‘Tilki’yi tanınmış bir işadamı ve liberal bir eski siyasetçi olan ‘Kumarbaz’ takip ediyor. ‘Baron’ kod adlı eski solcu yayıncı, milletvekilinden sonra ‘Heinrich’ kod isimli solcu bir gazeteci geliyor. ‘Heinrich’, halen bir gazetede köşe yazarlığı yapıyor. ‘İhtiyar’ kod adıyla anılan solun ağabeylerinden, eski tüfek bir solcu da listeye girmiş. Çeşitli sol partilerdeki aktif çalışmalarıyla tanınan ‘Demokrat’ kodlu kişi bir dönem bakanlık seviyesine kadar yükselmiş. Kitapta “Demokrat’ın Türkiye’ye dönüp aktif siyasete atılması ve bakan olması birçok STASİ ajanı için sürpriz değildi.” ifadesi kullanılıyor.
Listede usta gazeteciler de var. ‘Falke’ kod ismiyle anılan Ortadoğu ve uluslararası ilişkilerde deneyimli, eski devrimci bir gazeteci bunların başında geliyor. ‘Falke’, bugün bir gazetede köşe yazarlığı yapıyor.
STASİ, sendikacılarımızı da ihmal etmemiş. Devrimci bir sendikanın başkanı olan, daha sonra sol bir partiden milletvekili seçilen ‘Gewe’ kod adlı sendikacımızın adı da STASİ kayıtlarında geçiyor. Listenin sonunda eski bir siyasi parti genel başkanı, siyasetin çeşitli kademelerinde görev almış bir isim var. ‘Agusti’ diye bilinen ünlü siyasetçi zaten Alman ekolünden geliyor. 1970-2005 arasında Almanya için toplam 42 bin 644 kişi köstebeklik, ajanlık, muhbirlik yapmış. Amcasının oğlunun vizesini uzatması karşılığında bile bilgi sızdıran vatandaşlarımız olmuş.
--------------------------------------------------------------------------------
‘Uyuşturucu parası Meclis ATM’sine gidiyordu’
Almanya, Türkiye’deki pek çok telefonu dinliyordu. Bu dinlemeler aynı zamanda narkotik operasyonlarında da kullanılıyordu. Bu telefon dinlemelerin en enteresanı ise 17.05.1994 tarihinde Frankfurt’taki Inter Continential Oteli’nde gerçekleşti. Mahmut K. ismindeki bir Türk eroin kaçakçısı, 6,5 kilo eroinle Almanya’ya gelmişti. Alman Emniyet Müdürlüğü Narkotik İstihbaratı (BKA) bu istihbaratı değerlendirerek Türkçe konuşan bir ajanını 2 hayat kadınıyla birlikte bu kaçakçının kaldığı otele yollar. Ajan, kendisini kadın satıcısı olarak tanıtır. Milletvekili yeğeni de tuzağa düşer. O akşam ajan kendisini Frankfurt’ta gezdirir, bu arada BKA teknik takip timi kaçakçının kaldığı otel odasına dinleme cihazlarını yerleştirir. Sonra aralarında konuşma geçer. “Şu anda yanımda 6,5 kilo mal var, istersen sana bunu kilosunu 60 bin Alman Markı karşılığında veririm.” der. Ancak parayı ayarlamasının iki gün süreceğini söyler ve ayrılır. Kaçakçı ise hemen telefonun ahizesini kaldırır ve bu bilgiyi iletir. Aradığı yer Meclis’tir, aradığı isim de yakın akrabası olan ve yıllardır DYP’den milletvekili olan bir kişidir. ‘0312 420 56 ...’ No’lu telefonu çevirerek karşısına çıkan kişiye, ‘Ben en geç iki gün sonra senin hesabına parayı aktaracağım amca. Ziraat Bankası’na mı yoksa İş Bankası’ndaki hesabına mı yatırayım?’ diye sorar. ‘Hayır Ziraat’e yolla, onu buradan Meclis’ten çekerim.’ der amcası. Ertesi günü iki GSG9 timi otele gelerek Mahmut K.’yı yakalar. BKA Türk Emniyeti ile irtibata geçerek suç ortağının telefonla aradığı kişi olduğunu söyler. Türk memuru telefon numarasını Ankara’ya gönderince skandal ortaya çıkar.
Kitaptaki iddiaya göre, bir başka dinleme skandalı da Van milletvekili Mustafa Bayram’la ilgiliydi. Almanlar onu ortadan kaldırmak istiyorlardı. Bununla ilgili plan da hazırdı. Mustafa Bayram yurtdışına davet edilip orada kaldığı otele BKA tarafından organize edilmiş hayat kadınları gönderilecek, bu kadınlar da Mustafa Bayram’ın içeceğine mide bozucu ilaçlar koyarak hastaneye kaldırılmasını sağlayacaklardı. Hastanede ise ona AIDS hastası olan bir hastanın kanı verilerek öldürülecekti. Ancak bir sorun vardı, yanına sokulan Türk köstebek, onun aşiretindendi ve Mustafa Bayram, İran’dan başka hiçbir yurtdışı ülkeye gitmiyordu.
--------------------------------------------------------------------------------
İstanbul’daki Auschwitz!
Gestapo şefi Himler imzalı bildiride, “Führerimizin verdiği talimat gereği 1952 yılına kadar Avrupa’da yaşayan bütün Yahudi ırkını elimine etme planında Türkiye’ye daha savaş ilan etmediğimiz için orada ağırlıklı olarak İstanbul olmak üzere 110 bin Yahudi’nin de bu proje kapsamına girmesi için SS bölümünde ufak bir grup oluşturulmasına izin verilmiştir.” ifadesi kullanılıyordu. Bu emir üzerine Türkiye’de diplomatik kimlikle 50’ye yakın SS subayı gelerek İstanbul’da faaliyetlerini sürdürmeye başlamışlardı. Bunlar genellikle Tarabya’da bulunan Alman misafirhanesinde (Alman mezarlığı) kalıyordu.
Aynı tarihlerde Romanya’dan Türkiye’ye kaçan 2 Musevi ailedeki Cino Winter, Klara Winter, Helena Winter, Susan Winter ve Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelen 3 Musevi Jossi Goldberg, Elesa Goldberg ve Jakob Goldberg, İstanbul’a geldikten kısa bir süre sonra Gümüşsuyu yakınlarında bir otelde kayboldu. Sırf bu insanlar değil, TC kimliği taşıyan birçok Musevi vatandaşımız da dolaylı yoldan kaybolmuşlardı. Kitapta yazılanlara göre, bütün bu insanlar İstanbul Tarabya’daki Alman misafirhanesinde bulunan SS subay ve astsubayları tarafından kaçırılıp öldürüldü ve tıpkı Almanya’daki gibi yakıldı.
Gizli görev için İstanbul’da bulunan SS subayları için Sovyetler Birliği tarafından vurulan gemilerden denize düşüp Türk karasularına gelen Alman askerleri diye söz ediliyor. Alman Mezarlığı’ndaki mezar taşlarındaki isimleri Almanya’daki NS Dokümantasyon Merkezi’ndeki bilgisayara verdiğiniz zaman bu şahısların insanlığa karşı işlenen suçlardan dolayı savaş suçlusu olarak arandığı bilgisi karşımıza çıkıyor. Son bir not: Almanya’nın Türkiye Büyükelçisi Von Papen, 1945 yılında Nümberg Savaş Suçluları Mahkemesi’nde, Sturma gemisinin vurularak batırılmasından sorumlu tutulmuş, Türkiye’de kaybolan Romen ve Bulgar Yahudilerin öldürülmesiyle ilgili yargılanmıştı. İki suçtan 10 yıl hapis cezası alırken, diğer suçtan delil yetersizliğinden kurtulmuştu.
MİT, Suriye elçiliğine girmiş
1998 yılında Hatay’ın Suriye sınırına yapılan yığınak gözdağı değil, savaş için yapılmış. Milletvekili Zafer Güler’in verdiği bilgiye göre, Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit, askerlerden ordunun Suriye’ye girmesini, gerekirse PKK ve buna destek veren Suriye birliklerini de imha etmesini istemiş. 120 bin askerin katılacağı 100 milyarlık savaş bütçesi hazırlanmış. 1. Ordu’dan bin km uzaktaki Suriye sınırına cephane taşınmış. CIA ve MOSSAD’ın yanı sıra Türk ordusunu takip eden Alman Gizli Servisi BND, El Muhaberat’a sürekli bilgi aktarıyordu. Irak’ta uzun vadeli plan yapan ABD’nin de ciddi endişeleri vardı. Eğer Türkiye, Suriye’ye girerse bir süre sonra Irak’a saldıracak olan ABD güçlerinin işi zorlaşacaktı ve bölgede Türkiye büyük bir inisiyatif almış olacaktı. Bu arada MİT, daha önce tüm üst düzey PKK birimleriyle mesajlaşan Suriye büyükelçiliğine bir gece girip tüm yazışma belgelerine ulaşmıştı. Bu belgelerde BND Alman İstihbarat ile El Muhaberat’ın yazışmaları da yer alıyordu. CIA, Amerikan Başkanı’nın emriyle kendi menfaatlerine zarar gelmemesi için Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye verilip bu işin temizlenmesini istemişti; ancak Almanya diplomatik olarak CIA’in bu fikrini öğrenir öğrenmez, Türkiye’de ölüm cezası olduğunu ve bunun siyasi bir manevrayla kaldırılma sözünün alınması gerektiğini vurguladı. AB temsilciliği bu konuda Türkiye hükümetinden söz almak için harekete geçti ve istenilen söz verildi. Kısa bir süre sonra anlaşma sağlandı; Türk ordusu Öcalan’ın heykelini ve bazı üslerini yerle bir etti ve manevra yapıp geniş bir alan üzerinden geri dönüş yaptı.
ZAMAN