Sovyetler Sonrası Bölgesel Entegrasyon ve Türkiye'nin Popülist Yaklaşımları

''Özelde Orta Asya ülkeleri ve bütünde Avrasya coğrafyasına Türkiye her zaman yoğun ilgi göstermiştir. Türkiye bu bölgeyi kendine yakın etnokültürel toplulukların yoğun olarak yaşadığı bir alan olarak görmüştür. Sovyetler Birliği sonrası ve özellikle 2000’li yıllarda oluşan yeni şartlar, Türkiye’yi bu bölgeyle daha yakından ilgilenmeye yönlendirmiş ve özellikle ‘’Türki Cumhuriyetler’’ olarak tanımlanan ülkeler Türk dış politikasının önemli gündem konularından biri haline gelmiştir. ''
Arif Asalıoğlu / samanyoluhaber.com
Sovyetler Sonrası Bölgesel Entegrasyon ve Türkiye'nin Popülist Yaklaşımları

Soğuk Savaşın sona ermesi ile Sovyetler Birliği bölgesinde yaşanan değişim süreçleri günümüzde global bazda uluslararası ilişkileri etkilemeye devam etmektedir. Rusya’nın bölgesel güç olarak kendini toparlamaya başladığı 2000’li yıllardan itibaren ABD merkezli tek kutuplu dünya sistemine karşı başka güçlerle network çabası çok kutuplu bir sistemin kurulma isteği olarak algılandı. Daha çok Rusya Federasyonu  tarafından dile getirilen ‘çok kutuplu’ yaklaşım bölgede kurulan uluslararası örgütler tarafından desteklenmeye çalışıldığı görülmektedir. Fakat bu uluslararası kuruluşların bölgeye yaptığı katkılara ve etkilere bakıldığında  Türkiye’nin fırsatlar zincirinde bulunmadığı açık şekilde fark edilecektir. 

Özelde Orta Asya ülkeleri ve bütünde Avrasya coğrafyasına Türkiye her zaman yoğun ilgi göstermiştir. Türkiye bu bölgeyi kendine yakın etnokültürel toplulukların yoğun olarak yaşadığı bir alan olarak görmüştür. Sovyetler Birliği sonrası ve özellikle 2000’li yıllarda oluşan yeni şartlar, Türkiye’yi bu bölgeyle daha yakından ilgilenmeye yönlendirmiş ve özellikle ‘’Türki Cumhuriyetler’’ olarak tanımlanan ülkeler Türk dış politikasının önemli gündem konularından biri haline gelmiştir.  Turgut Özal döneminden itibaren Ankara tarafından kurumsal ve yapısal adımların  atıldığı gözlenmiştir. Sonrasında TİKA ve Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı gibi devlet destekli kurumlara vizyon katılmaya çalışılmıştır. 

Post-Sovyet alanda Rusya etkisi

Türkiye ilgisinin arttığı dönemler hiç şüphesiz Rusya Federasyonu’nun bölgede tekrar etkinleşmeye ve küresel bir güç olarak tekrar ortaya çıktığı süreçtir. Ayrıca aynı zaman diliminde Çin, İran ve Batı ülkelerinin etkilerini artırdığı da bir gerçektir. Buna mukabil, 2000’lerin başından itibaren Rusya Federasyonu’nun bölgedeki etkinliğini muhafaza etmesinin yanında etkinlik kurmaya çalışan ABD, Türkiye, Suudi Arabistan, İran ve Çin gibi devletlerin bölgeye yönelik yoğun ilgisinden rahatsızlık duyduğu bilinmektedir.

Bu rahatsızlık son yıllarda kurulmaya devam eden bölgesel mahiyetli uluslararası örgütlerin ortaya çıkmasını doğurmuştur. Ayrıca ABD ve Avrupa Birliği’nin bölge ülkeleri ile daha çok enerji ve güvenlik boyutunda ilgilendikleri ve bu ülkelerin Batı eksenli çeşitli örgütlere üyeliklerinin sağlanması yönünde çalışmalar yaptıkları da görülmektedir. Rusya, Çin ve Hindistan gibi büyük ülkelerin arasında kalmış bir coğrafyada yer alan Orta Asya ülkelerinin, ABD veya Avrupa ile işbirliğini hiçbir dönemde kendi güvenliklerini tam anlamıyla garanti edecek ve kalkınmalarına hizmet edecek bir alternatif olarak görmedikleri de vakıadır. Yani karşılıklı bir güven eksikliği halen devam etmektedir. 

Rusya Federasyonu tarafından, Bağımsız Devletler Topluluğu ve  Avrasya Birliği gibi oluşturulan kapsamlı kurumsal yapılar yada Ruskiy Mir gibi devlet destekli organizeler Orta Asyalı devletler tarafından reel politik bir bakış açısıyla ve yakın tarih refleksiyle sahiplenildiği söylenebilir. Kıyaslama yapmak gerekirse, Türkiye tarafından oluşturulmaya çalışılan devlet kurumları genellikle sınırlı sayıda ülke tarafından benimsendiği görülürken Rusya eksenli örgütlere neredeyse tüm ülkelerin aktif bir şekilde üye oldukları gözlenmektedir. Başka bir husus Türkiye tarafından oluşturulan TİKA, Maarif Vakfı ve Yunus Emre Kültür Merkezi gibi devlet kurumları Türklük yanlısı ve sert devlet imajı  yansıttığı için tepki çekmiştir. Ayrıca bahsi geçen bu kurumlar metodik çalışma prensiplerinin olmayışı, içeriği dolu müfredat eksikliği ve donanımı zayıf personel istihdamı gibi temel hususlarda ihtiyacı istenen seviyede karşılayamamıştır.  Ayrıca Türkiye’nin devletler arası politikada ve ekonomik ilişkilerde  stabil, düzenli gelişir şekilde olmadığı, hükümetlere göre inişler çıkışlar yaşadığı bir gerçektir. 

Türkiye destekli kurumlarda vizyon eksikliği

Türkiye tarafından desteklenen yurt dışındaki  ‘yumuşak güç’ kurumları için istihdam edilen personellerde dil eksikliği,  görevlerin amacına uygun ve açıkça tanımlanmamış olması, farklı kurum ve birimlerin aynı çalışmaları yapıyor olması, müfredat eksikliği gibi hususlara ilaveten vizyon olmayışı, temel ahlaki ve insani değerlerler çatışması, sosyal/psikolojik-rehberlik eğitim yetersizliği ve maaş motiveli kişilerin istihdamı ülke adına büyük kayıplara sebep olmaktadır. Bütün bunlara son zamanlarda bariz şekilde fark edilen tarafgirlik, particilik, ötekileştirme gibi izahı zor hususlar tamamen Türk insanının ve Türkiye'nin milli değerlerinin heba olmasını ve ülke vizyonunun kaybolmasını sonuç doğurmaktadır. 

Rusya Federasyonu tarafından öngörülen kurumlarda ise daha çok ekonomi ve enerji öncelikli işbirliklerinin hedeflendiği gözlenmektedir. Dolayısı ile bu örgütlerin ilk günden başlayarak bölgenin Rusya Federasyonu  ile entegrasyonu ve yakın ilişkilerini devam ettirmek üzere güçlü bir kurumsallaşma ile başladıkları ve uzun vadede kapsamlı bir entegrasyona yöneldiği söylenebilir. 

Türki Cumhuriyetlerde entegrasyon süreci

Orta Asya devletleri Sovyetler sonrası bağımsızlıktan günümüze kadar geçen süreçte devletleşme yolunda ciddi bir tecrübe edinmişlerdir. Ekonomik kalkınma, Milli değerler ve ülke içi sistemler belli seviyede oturmuştur. Edinilen bu tecrübe, gelecek dönemde bu ülkelerin devlet olarak varlıklarını sürdürme noktasında büyük önem taşımaktadır. Bölge ülkelerinin Sovyet Birliği döneminde yaşadıkları ortak hareket günümüzde de siyasi, ekonomik ve sosyal birlikteliği çağrıştırarak günümüz koşullarına uygun bir entegrasyon oluşturma yönünde bir arzularının var olduğunu gösteriyor. Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in uzun yıllardır Orta Asya’nın tamamını kapsayacak bir entegrasyonun hayata geçirilmesi yönünde çağrılar yaptığı bilinmektedir. Ekonomik ve Kültürel ortaklığı sonuç verebilecek bu istekte ne yazık ki, yukarıdaki sebeplerden dolayı,  Türkiye varlığını hissettirememektedir. 

Post Sovyet coğrafyasında henüz tam manasıyla ekonomi ve kültürel endeksli bir birleşme ortamı oluşmamıştır aslında. Bunun temel nedeni BDT bünyesinde geliştirilmeye çalışılan bütünleşme ve işbirliği stratejisinin yetersizliğine dayandırılmaktadır. Diğer etkin temel faktörler: Yeni bağımsız olan üye ülkelerin ulusal kimliklerini inşa etme sürecinde bulunmaları; Bağımsızlıktan hemen sonra bütünleşme süreçlerine kuşkuyla bakmaları; Entegrasyon süreçlerinde fonksiyonel derinleşmeyi sağlayacak ulusal bürokrasilerin yetersizliği; Bağımsızlık süreçlerinde ön plana çıkan devlet idarecilerinin bölgesel işbirliği ve entegrasyon süreçlerinde pozisyonlarını ve yetkilerini kaybetme endişesi; üye ülkelerin her birinin birbirinden bağımsız olarak ulusal öncelikleri doğrultusunda ekonomi politikaları belirlemeleri; Kurumsal yapılanma ve politik koordinasyondan kaynaklanan maliyetleri karşılayacak motor gücün başlangıçta olmaması sıralanabilir.

17-25 Aralık sonrası sürecin devlet idarecilerine taşınması tepki doğurdu

Yetersiz iş birliğinin oluşu, mali kaynakların sınırlı bulunması mecburen ortak çıkarlara yönelik daha öncelikli alanlara yönlenme ihtiyacını doğurmuştur. Bir müddet sonra Orta Asya ülkeleri tarafından entegrasyon alanında uyumlu ekonomik strateji hazırlama gereği görülmüştür. Bu boşluk Batı devletleri tarafından erken fark edildi ve değerlendirildi diyebiliriz. Türkiye’den ise belli seviyede sivil inisiyatif etkin olma gayreti içine girdi. Eğitim, Kültür ve sosyal yardımlaşma alanlarında başarılı izler bırakan sivil teşebbüsler akıl almaz bir tutumla yine Türk politikacıların devletçi refleksiyle sekteye uğratıldı.  

Sonuç olarak Türkiye tarafından 1990’lı yıllardan başlayarak bölgede birçok örgütlenme çabası da ortaya konulmuş ama kalıcı etkiye halen dönüşmemiştir. En sonuncusu 2010 yılında hayata geçirilen Türk Konseyi’ne bu çerçevede özel bir önem verilse de kuruluş esnasındaki ivmesi düşmüştür. Konseyin, Türkiye’nin bölgedeki etkinliği ve bölge ülkeleri ile ilişkilerini hangi yönde etkilediği araştırmacılar tarafından tartışma konusudur. Heyetler arası toplantılarda 17-25 Aralık büyük yolsuzluk ve rüşvet sürecinin çürük meyvesi olan özel gündemler Ankara’nın lekeli politikacıları tarafından ülkelere taşınması tepki çekmiş ve etkiyi kırmıştır, kırmaya devam etmektedir.


07 Ekim 2019 10:42
DİĞER HABERLER