Bir dönem Çanakkale’de rektörlük, TRT’de program, Star’da yazarlık yapan Prof. Dr. Sedat Laçiner aylardır hapishanede. Ne iddianame var ortada ne mahkeme. On binlerce insan gibi o da saçma sapan yakıştırmalar eşliğinde zindana atıldı ve resmen esir muamelesine maruz bırakıldı. İddia ediyorum; Laçiner’in düşüş seyrini izleyen herkes; Türkiye’de yaşanan binlerce zulmün sırrını çözer.
Soygun düzeni sıkışınca
Rektörlükten nasıl uzaklaştırıldı, biliyor musunuz? Yapılan rektörlük seçimlerinde en yüksek oy ona çıkıyordu; ancak Hoca, Türkiye’deki yolsuzluk düzenine bahaneler uyduraan satılık kalemlere katılmıyor, kirli güç odaklarına boyun eğmiyordu.
Rektörlük seçimleri yaklaşırken parti merkezli bir özel toplantı yapıldı. Toplantı katılımcılarının sağda solda ballandıra ballandıra anlattığı özel görüşmeyi nereden öğrendiğimi merak etmeye gerek yok. Konuyu Başkent’te çalışan herkes gayet iyi biliyor; çünkü katılımcılar arasında duyduklarından rahatsız olan biri, o günlerde kimi gördüyse şu çarpıcı olayı paylaştı.
Özetliyorum: Sedat Laçiner’in dik, demokratik, dürüst yaklaşımdan rahatsız olan parti SS’leri rapor üstüne rapor yazıp Merkez’e gönderince bir görüşme gereksinimi duyulur. Laçiner’i gözden çıkarmıştır heyet. Yerine kim gelecek onun tartışması yapılmaktadır.
Bir isim önerilir. Yalnız, o kişi fakülte hocalarından yeterli oyu alamamaktadır. Bu sorunu rahatlıkla çözebileceklerini söyler baş katılımcı. Bunun üzerine bir başka sorun daha dile getirilir: ‘Bir de adam hakkında yolsuzluk usulsüzlük iddiaları var.’ Bunun çok önemli bir engel olduğunu düşünen katılımcılar hiç beklenmedik bir cevap ile karşı karşıya kalır: ‘Tam aradığımız adam! Hem mesleğinde çok iyi değil, hem herkes tarafından sevilmiyor, hem de hırsızlık yolsuzluk demeden işlerin içine dalıvermiş.’
Toplantı heyeti; en azından olayı sağda solda öfke ile anlatan AKP’li, şok üstüne şok yaşamaktadır. Bu konuşmalardan sonra önerilen kirli şahsın rektör olarak seçilip seçilmediğini bilmiyorum; ilgilenmiyorum da; çünkü aslolan kimin rektör seçildiği değil; seçenlerdeki zihniyetin perişan halidir…
O kişi şu anda Başbakanlık koltuğunda oturuyor
Sıkı durun; asıl şok haber şu: Bu olayı Parti içinde de birçok kişiye de anlatan katılımcıya göre ‘Tam aradığımız adam!’ diyerek konuşmaların seyrini değiştiren kişi şu anda başbakanlık koltuğunda oturuyor.
Bazıları bu ismi duyduğunda şaşırır gibi oldu; ama ben şahsen çok yadırgamadım. Liman yolsuzluğunda suç üstü yakalanan yakın akrabalarının kimden cesaret alabileceğini tahmin etmek pek de zor olmasa gerek. Ayrıca daha beş on sene öncesine kadar vasat bir mali durumu olan aile bireylerinin servetlerine servet katması; dünyanın en lüks gazinolarda kumar oynayacak ve kaybettiği binlerce dolara dönüp bakmayacak hale gelmesi ancak bir şekilde izah edilebilir; onu da söyleyince adamı hapse atıyorlar bu ülkede.
Gelişmemiş ülkelerin yazgısı bu: Ha bire köşe dönen ve servet avcılığında sınır tanımayan siyasiler, kendilerine benzeyen kişilerle çalışmak ister. Arzu ederler ki çalıştıkları kişiler kendileri gibi sonradan servete boğulmuş olsun ve onu kaybetmekten ödü kopsun.
Erdoğan ve yakın aile fertleri için de aynı sıkıntı söz konusu. Hem kendi mal mülkleri hem yakın aile fertlerinin akla hayale sığmaz ticari yükselişleri, onları dar bir kadro ile çalışmaya mecbur ediyor. Misal olsun diye söylüyorum: Muammer Güler’in oğlu ile ilgili yolsuzluk iddiaları 17 Aralık’tan önce konuşuluyordu. O kadar ki parti içinde birileri bu dedikoduları Erdoğan’a haber verdi.
İstanbul valiliğinden alındığında iyi niyetli AKP yetkilileri konuyu Erdoğan’ın yolsuzluk konusundaki titizliğine bağlamış, içten içe sevinmişlerdi. Erdoğan Güler’i önce milletvekili yaptı, sonra da musluğun başına oturttu. Reza Zarrab konusu başta olmak üzere pek çok şaibeli kişinin iş bağlantısı, Güler’e ve oğluna yeni kapılar açtı. Ve olanlar oldu.
Şimdi dosya Amerikalı bir savcının masasında
Dosyada yer alan bir numaralı kişi ve onunla beraber rüşvet alan kişiler konusunda onlarca dedi kodu üretiliyor. Mahkeme salonlarına yansıyan somut bilgilere ortada çok sayıda kirli işlere bulaşmış insan var ve bunların da devlet olanaklarını tepe tepe kullanan kişilerle bağları tespit edilmiş durumda.
Görüyor musunuz; Sedat Hoca’dan girip nerelerden çıktık. Kurulu düzen bu çünkü. Kirli işler dönüyor devlet çarkında. Bu çarkların durmaması için dürüst insanların tasfiye edilmesi, kirli insanlarla yeni bir nizamın kurulması gerekiyor.
Peki ya üretim? Ticaretin olmazsa olmazı sayılan mal üretimi, onun pazarlanması, yurt içinde ve dışında satılması neden yapılamıyor? Çünkü rant ekonomisi öyle uzun vadeli, meşakkatli, kar marjı az ama kalıcı üretimden ziyade çok hızlı yapılan, komisyonları rahat paylaşılan sektörleri tercih ediyor. İnşaat gibi, devlet ihaleleri gibi…
Şimdi Türkiye’de havuzların ana mecrası olan sektörlerde korkunç bir daralma yaşanıyor. Sınır tanımayan şımarık güç, OHAL’ı bahane ederek her şeyi yerle bir etti. Ticareti de… Onca şirkete sorgusuz sualsiz el koyarsan, insanların alın terine göz dikip mallarını kayyım denen haramilerle gasp edersen, yatırımcıları kaçırmış olmaz mısın hiç! Mal ve can güvenliğinin bizzat devlet maskesi altındaki kişilerce tehdit edilen ülkeye kim yatırım yapar!
Dolar tavan yapıp Türkiye’nin borcu katlanınca ve devlet iflasın eşiğine gelip dayanınca yine aynı terane başladı: Dış güçler, üst akıl, komplo falan filan… Vatandaş o kadar narkoza yenik düşmüş ki şu basit soruyu bile soramıyor: Dış güce ne gerek var ki; zaten bu ülkeyi yönetenler ellerine kazma küreği almış ülke ekonomisinin mezarını kazmıyor mu?! Ticaretteki en büyük ortağımız AB’ye meydan okumalar, namuslu iş adamlarının malına yumulmalar, demokrasiyi morga kaldırmalar, diktatörlüklere benzeyen uygulamalar, keyfi suçlamalarla OHAL’a devam etmeler…
Ne yazık ki iktidarı elinde tutanlar yanlış bir yola soktu Türkiye’yi. Ülkeyi zenginleştirip özgürleştirme yerine, kişisel servetler edinip yeni bir oligarşi inşa etmeyi tercih ettiler. Bu soygun düzeninin var edilmesi için defolu adamlara ihtiyaç vardı; onları istihdam etmek işlerini kolaylaştırıyordu. Ne var ki daha önce defalarca izlenen ve her biri felaketle sona eren bu yolun sonuna dair öngörüyü göz ardı ettiler. Şimdi iflas korkusu sarmış Başkent ufuklarını.
Boşuna herkes ağız birliği yapmışcasına ‘ayakkabı kutularındaki dolarları bozdurun’ demiyor. Bu sistemin sürdürülebilmesi mümkün değil.
Keşke bu kabusu hiç yaşamasaydı bu güzel ülke!
Nazif Apak/ tr724