Soyut bir ihbar ve karartılan hayatlar

İddianame analizlerine devam ediyoruz. Hukuki niteliği bulunmayan iddianameler ve bunları kabul ederek tutuklu yargılama yapan mahkemelerin yol açtığı yangınlar...
Soyut bir ihbar, günlerce birlikte gözaltında kalan karı-koca, sonunda tutuklanan kadın ve artık onun ne zaman çıkacağını bilemeyen kocasının ızdırap ve hasret dolu bekleyişi... Evet bu ay, on ay oluyor bekleyiş devam ediyor. Bu sadece bir örnek. Daha yaşanan ne koyu dramlar var yürek parçalayan. 
Hastanenin acilleri en dramatik vak'aların yaşandığı yerdir. 15 Temmuz'un demokrasiye yaptığı saldırı sonrası ülke hukuk açısından bir acile dönüştü ve uzman hekimlerin müdahalesi ile çıkabileceği bu travmadan çıkarılmak istenmediğine tanıklık ediyoruz. Özensiz ve hukuki dayanakları olmayan, delili olmayan, araştırmadan hazırlanan iddianamelerle aileler dağıtıldı, özgürlükler talan edildi, en temel haklar görmezden gelindi adeta...

Çok değil, az hukuk bilgisi olan veya hukuk eğitimi dahi olmasa ortalama bir eğitimi ve vicdanı olan birisinin bulunamayacağı iddialarla hayatlar karartıldı davalar açıldı. Bu davalardan birinde tutuklanan kadın ile kocası birlikte örgüt üyeliğinden  yargılanıyor. İddianamedeki ...... ilçesi savcılığının delilleri:

1. Delil; İddianamede ihbar deniyor ama ihbarın ne olduğu, somut bir vak'ayı içerip içermediği gerçeklikle bağlantılı olup olmadığına dair hiçbir bilgi yok. Şu durumda iddianameye konu olabilecek, ciddi bir suç isnadına dayalı bir ihbar olmadığı anlaşılıyor. Suç ihbarı var ise zaten savcının görevi bu ihbara konu olayların ortaya çıkarılmasıdır yoksa bizzat ihbarın kendisi soyut olup delil olmaz bu anlamda iddianameye ihbar diye yazılmaz. İhbar üzerine, yapılan araştırmada bulunan delilden bahsedilir. Kaldi ki bizzat başbakan Binali Yıldırım isimsiz, imzasız ihbarların işleme konulmayacağı yönündeki genelgenin yürürlüğe konulduğunu açıkladığı halde hala asılsız belki de husumet duyguları ile yapılan ihbarlara değer verilmesi başka delil olmadığını akla getirir. Hukuki süreçlerin hazırlıkları yapılırken uygulayıcıların eli ile mağduriyet oluşturulması adalete olan güveni yok edecektir ve etmektedir de.

2. Delil; İddianamede araştırma tutanaklarından bahsediliyor ama hangi araştırmaların yapıldığı, tutanaklarında ne tespit edildiği açıklanmıyor. Şu halde araştırma mı yapılmadı yoksa yapılan araştırmada bir şey bulunamadı mı? Yoksa bu sözcüklerle içi doldurulamayan iddianamenin güçlendirilmesi mi amaçlandı, doğrusu anlamak güç. 

3. Delil; Çocuğunun okul taksitleri için okulun anlaştığı Bank Asya'da hesap açtırmak, hükümetin izni ile açılan ve legal faaliyet gösteren, devlet kurumlarının sıkı denetimi altında olan bir bankada hesap açtırılması Ceza Kanunu'na göre hangi suçu oluşturur?Bu bir banka, kamuya hizmet arz eden onlarca bankadan biri. Burada hesap açtırmak hangi suçun bir delili olur, böyle bir iddiada bulunmak nasıl hukuk mantığı ile bağdaşır, eğer bu bankaya müşteri olmak suç ise buna kuruluş izni veren ve denetleyip işlem yapmayan tüm kamu görevlilerinin daha ağır bir suçu işlemiş olması ve haklarında iddianame düzenlenmesi gerekmez mi? Savcılık iddianamede savunmaları da yazmış ve çocuğunun okul taksidi için baba hesap açtırdığı halde aynı hukuksuz iddiayı anneye de yüklemiş. Aslında anlaşılan savcı kafasında oluşturduğu kurguyu olmayan delillerle canlandırmaya çalışmış. Bankada hesap açtırmanın hiçbir şekilde bir suçun delili olmayacağı er geç bizzat devrin hakim savcılarınca da ifade edilecek ancak insanların bu sebeple gözaltına alınmaları, işlerinden edilmeleri, tutuklanmalarının vicdani sorumluluğu bu işlemleri yapanların üzerinde kalacaktır.

4.Delil; Bir dolar bulunması, iddianamenin kadın şüphelisi kozmetik ürün vb. satarak çalıştığını bir sedef hastasına sattığı ürün için dolardan ödeme yapıldığını, bir doların oradan kaldığını ifade etmesi ve savcılık sorgusunda doların açıklandığı ne anlamlara geldiğini bilmediğini beyan ettiği görülmekte. Ancak savcılık tüm sorularını ve savunmaları birlikte iddianameye yazdığı halde dolara yüklediği anlama dair sorularını ve tespitlerini yazmamıştır. Acaba şüpheliler bu tür kapalı sorularla medya haberleri ile nereye süreklenmeye çalışılmaktadır? Merkez Bankası dahil tüm devlet bankalarında bulunan para bir alışverişte kullanılınca suça dönüştüğü ancak bir Levent Kırca parodisine konu olabilirken güzel ülkemizde iddianamede suç delili sayılıyor. Yandaş medyanın bir dolar ve seri numaraları üzerinden uydurduğu algılarına kapılan savcılığın gerçeklikten koptuğu görülüyor. Ve bir kadın eşinden ve çocuğundan ayrı bu gerekçelerle hala tutuklu.

5. Delil; 'Çocuklarını örgüt güdümündeki dershaneye gönderdikleri...' Evet cümle aynen bu şekilde yazılmış iddianameye. Milli eğitim izni ve denetimi altında on yıllarca faaliyet gösteren bir dershaneye çocuğunu göndermek. Herkes çocuğunun imkanı ölçüsünde en iyi eğitimi almasını ister ve devlet de bu imkanı sağlamakla görevlidir.
Hem açılmasına izin vereceksiniz, hem de çocuğunu neden bu dershaneye gönderdin diye suçlayacaksınız. Ceza kanununda olmayan bir suç oluşturacaksınız. Benzer dershanelerde ülke genelinde milyonları geçen öğrenciler eğitim gördüler, bu çocukların hem annelerini, hem babalarını birlikte suçlayacak isek şimdi 'milyonlarca suçlu mu var' diyeceğiz bu iddianameye göre? Hukukun gerçeklerden koptuğu algılara kurban edildiği durumda nelerin yaşanabileceği ancak böyle açıklanabilirdi.

İddianamede savcı bu delilleri yazdıktan sonra “.....şahısların bu yapı ile bağlantılarının  olduğunun anlaşılmasına rağmen ifadelerinde FETÖ/PDY ile ilgili bilgi vermedikleri, FETÖ/PDY'nin basında da yer alan örgütün dağılmaması konusundaki çağrılarının ve telkinlerinin bu doğrultuda yapılması istenen şeylerin, bilgi vermemede etkili olduğunun değerlendirildiği, böylece şüphelilerin halen FETÖ/PDY'nin talimatları doğrultusunda hareket ettiklerinin değerlendirildiği...” 
Bu cümle ile aslında savcı bir delil bulamadığından tamamen niyet okuma ile bir kadını tutuklatıp karı-kocayı terör örgütü ilan etmiş durumda. Oysa bizzat iddianameye yazdığı sorularına çok açık cevaplar verilmiş. Hiçbir sorusu yanıtsız bırakılmadığı halde savcı kafasındaki algıya cevap bulamadığından tatmin olmamış. Sonuca yine medyadaki algılara dayanarak ulaşmış.
2016 yılında Yargıtay Konferans Salonu'nda kişilerin lekelenmeme hakkı üzerine verilen konferansta konuşmalar yapılmış, gerçekten olması gerek uygulamalardan bahsedilerek hukukçuların eli ile kişilerin lekelenmemesi uzun uzun anlatılmıştı. Bu konferanstan bir yıl sonra hakim savcı kararlarının özensizliği ile yaşananlara bakılınca bu ve bunun gibi binlerce olayda kişiler asılsız iddialarla tüm temiz geçmişleri lekelenerek hukuki cinayetler işlenmekte. Ama yargının en tepesi o gün yaptıkları konuşmaları çoktan unutmuş film izler gibi cadı avını sadece seyreder hale gelmiştir. Hukuk siyasi ve sosyal algılardan kurtulduğunda bu defa geri dönüp bu lekelerin tek tek temizleneceği günlere er geç dönecektir. Bugün bilerek, niyet okuyarak, çarpık uygulamalarla hukuksuzlukları yargı eli ile yapanlar o gün utançları ile baş başa kalacaklar. Ya da yapma suni çiçekler gibi gerçek görüntüsü vererek algılarla adaleti bitirmeye devam edeceklerdir.

Dr. Ali Uyandıran / Analiz
07 Haziran 2017 13:43
DİĞER HABERLER