Samanyoluhaber.com yazarlarından Harun Tokak, 15 Temmuz sonrası 4 kadının yaşadığı acı dolu hikayeleri konu edinen 'Söz Vermiştik' isimli kitabı köşesine taşıdı. Ayrıca, Harun Tokak'ın köşe yazısı ilk kez Hizmetten'in Youtube kanalında video formatında yayınlandı.
Söz Vermiştik
Sık sık sayfasına bakıyorum Süreyya yayınlarının. En karanlık gecede karların arasından başını çıkaran kardelenler gibi çok güzel kitaplar yayınlanıyor. O yayınlar baharı zorluyor. Son yayınlanan kitaplardan birinin adı dikkatimi çekiyor. “Söz Vermiştik.” Bahar şırıltılarını andıran sesiyle kendisini yakından tanıdığımız Yazar Zeyneb Kamez Kaya hepsi birbirinden güzel, hepsi birbirinden acıklı dört yaşanmış hikâyeyi kaleme almış. Anadolu türküleri gibi... Kocasını ve evladını kara toprağa veren Sevgi Karyağdı, iki evladını Ege’nin derin sularında bırakan Gonca Kara, Kara Kıta’nın kara bahtına umut olan Dr. Umut ve yüreğindeki cesaretiyle 15 Temmuz cehenneminden önce kocasını ve çocuklarını, sonra da kendini kurtarmayı başaran Hale Gülen… Hale Gülen’in cesareti ve azmi karşısında halden hale giriyorum. Dr. Umut’un anlattıklarıyla içimde umut çiçekleri açıyor. Gonca Kara adını görünce bağrımda fırtınalar kopuyor. “Bu nasıl bir imtihandır Ya Rabbi!” Sevgi Karyağdı’yla hayalim yıllar öncesine gidiyor. O yaz rüyaları gibi geceye… Bu dört kahraman kadın gibi binlerce Anadolu ece ve erkeğinin ilmek ilmek örgülediği, içinde binlerce yaşanmışlığın, yüz binlerce zorluğun, milyonlarca damla terin hikâyesini barındıran geceye… Başta onları yetiştiren öğretmenler olmak üzere insanlar o kadar mutluydular ki… Rengârenk ışıkların altında bir yıldız harmanı gibiydiler. İnsanlar uyanıktı ama gurbetteki dev salon, en güzel yaz rüyalarının görüldüğü bir bahar bahçesi gibiydi. İnce, zarif bir kız çocuğu sahnede elif gibi dimdik durarak büyük bir kalabalığa “Gözlerini al yerden” şarkısını söylüyordu; Anadolu insanı, o sessiz ve derin Türkiye, belki de ilk defa elle tutulur, gözle görülür evrensel bir başarının hazzını yaşıyordu. Bir gurbet akşamında dünyaya yayılan şarkılar, türküler; gönüllerin sığlığında yükselmiş önyargı duvarlarını yerle bir ediyordu. Gurbette bir yaz akşamında izlediğim o Türkçe Olimpiyatları, bizim dinlemekten yorulduğumuz bir hikâyeyi, yazmaktan yorulmayanların çok basit bir görüntüsüydü. Erzurumlu bir Hocaefendi’nin çocukluğundan beri hayal ettiklerinin hakikate evrilmesiydi. Ahmet Yesevi’nin ocaktan aldığı közlü odunu Anadolu’ya doğru fırlatıp “Bu ışığı izleyin!” buyruğunu, Hocaefendi bin yıl sonra 1989’da Süleymaniye kürsüsünden haykırmıştı. “Asya’ya koşun, oraları okullarla donatın! Ve ışığınızı siyah beyaz ayırmadan yayın. Bin yıl önce Yesevi dervişleri Anadolu’yu ve Rumeli’yi vatan yaparken ışık oldu, yol gösterdiler, yol açtılar. Şimdi sıra sizde…” Anadolu insanı o çağrıya kulak verdi. Gittiler. On binlerce Anadolu insanı gitti. Binlerce eğitim kurumu kurdular. O gidenlerden biri de Sevgi Abla’ydı. Sevgi Karyağdı. O gün o da oradaydı. Adını çok duyduğum bu destansı kahraman kadını ilk defa görüyordum. O, kocasını, evladını bir tohum gibi kara toprağın bağrına bırakmış, hapis yatmış, nice büyük imtihanları başarı ile vermiş bir kahramandı. Yüreğinin bahçesinde büyüttüğü sevgi çiçeklerinin üzerine günlerce, aylarca, yıllarca keder karları yağmış kahraman bir kadındı. Üzerinde koyu lacivert bir elbise, başında mavi tonların ağırlıkta olduğu başörtüsü ile sanki bulutların üzerinden konuşuyordu: “Kimi siyah, kimi sarı, kimi beyaz dünya çocukları. Hepsi şarkılar söylüyor, hepsi zeybek oynuyor. Vicdanınıza bir sorun bu çektiklerimize değmez mi? Vallahi bin canım olsa bu uğurda gözümü kırpmadan veririm.” Bu ne yiğitlik, bu ne kahramanlıktı! Kim ne derse desin, dün olduğu gibi bugün de bu sürecin kahramanları kadınlar oldu. Hazreti Nesibeler gibi, Afra Hatunlar gibi, erkeklerin umudunun tükendiği yerde onların umutları parladı. Yüreklerini kandil yaparak karanlıkların üzerine üzerine yürüdüler. Sadece Saadet Asrı kadınlarına has sandığımız kahramanlıklarla destanlaştılar. “Vazife var.” dendiğinde yeri geldi, Asya bozkırlarına, Sibirya buzullarına, Afrika çöllerine koştular. Yeri geldi, hapishanelerde evlatlarına, sevdiklerine hasret gün saydılar. Yeri geldi, kapı kapı dolaşarak muhtaç arkadaşlarına yardım ulaştırdılar. Ağlayanlara mendil oldular. İnleyenlerin ıstırabını dinlediler. Karanlık evlere ışık oldular. Yeri geldi, doğdukları toprakları bırakarak, yaşlı anne babasına veda ederek, Survivor yarışmacıları gibi çamurların içinde bata çıka, yırtık ayakkabılarla yürüyerek, delik botlarla Meriç’in, Ege’nin azgın sularını geçtiler. Tel örgülerin, dikenli tellerin, silah seslerinin, karanlıkta ansızın yanan projektörlerin, “Gidin, buralara gelmeyin!” diye haykırmasına rağmen aldırış etmeden gurbetin üstüne üstüne yürüdüler. Kimi geçti o derin suları, kimi geçemedi. Kimi, kitabın kahramanlarından Gonca Kara gibi en sevdiklerini bıraktı o derin ve karanlık sulara. Bahar şırıltıları gibi güzel sesiyle evlerimize devamlı misafir olan Yazar Zeyneb Kaya, elinizdeki bu kitapla kültür dünyamıza yeni bir hizmet sunuyor. Dün dört nala atlarıyla karanlığı kovalayıp yolun nereye varacağını düşünmeden gecenin en karanlığında yollara düşen, kara-buza aldırmadan sadece ilk adımları atan, Asya bozkırlarına, Afrika çöllerine umutla, özlemle, hasretle koşan ama hepsinden önemlisi dayanılmaz bir sabırla özgürlük gününü bekleyen mazlum milletlerin ufuklarına fecir parıltısı gibi doğan, kendi ülkelerinde hem de sevdikleri tarafından dışlanan, bu cezayı hak etmediği için isyan eden, boyun eğmeyen, hasretlerini, özlemlerini, hatıralarını merdiven yaparak yeni ufuklara yürüyen dört kadın kahramanı anlatıyor.
Kocasını ve evladını kara toprağa veren Sevgi Karyağdı, iki evladını Ege’nin derin sularında bırakan Gonca Kara, Kara Kıta’nın kara bahtına umut olan Dr. Umut ve yüreğindeki cesaretiyle 15 Temmuz cehenneminden önce kocasını ve çocuklarını, sonra da kendini kurtarmayı başaran Hale Gülen... Hepsi birbirinden güzel, hepsi birbirinden acıklı dört yaşanmışlık hikâyesi. Anadolu türküleri gibi. Onlar ülkelerinden çıkmak zorunda kaldıklarında ellerinde avuçlarında hiçbir şeyleri kalmamıştır. Lakin yürekleri doludur. O tertemiz yüreklerde sevgi vardır, şefkat vardır, merhamet vardır ve biraz da “gurbet illerde lazım olur” düşüncesiyle memleket kokusu vardır. Kahramanlarımızın hatıraları, sadece geçmişte kalmadı; bugün de bizlere ilham vermeye devam ediyor. Onların mücadeleleri, umudun asla sönmeyeceğinin kanıtıdır. Gelecek nesillere bırakacakları miras, sadece yaşanmış hikayeleri değil, aynı zamanda bir direniş hikayesidir. Bu hikayeleri anlatmaya ihtiyaçları yoktur. Onlar zaten hikayelerin kahramanlarıdır. Lakin “Söz vermişlerdir.” Gittikleri yerlerde “piyon” olmayacaklardır. Söz vermişlerdir. Umut olacaklardır, “rol model abla” olacaklardır. Gelecek nesiller tarafından bunlar “bilinsin” istemişlerdir. Bu dört kahraman kadının öyküsü, Anadolu'nun ruhunu ve kadının gücünü temsil ediyor. Onlar, yalnızca kendi hikayelerini değil, tüm mazlumların hikayesini seslendiriyorlar. Zorluklara rağmen, her biri yeni bir başlangıç için cesaretle yola çıkacaklarına, özgürlüğün ve umudun simgesi olacaklarına söz vermişlerdir. Söz vermişlerdir, gece ne kadar kararırsa kararsın Süreyya yıldızı gibi hep ışık olacaklarına.
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.