SUÇ KİMDE?

Son birkaç yıldır Türk medyasının bir bölümü Batı'ya karşı büyük bir öfke duyduğunu gizleyemez hale geldi.
Batılı siyasetçilere, sosyal bilimcilere ve basın mensuplarına karşı her geçen gün biraz daha sertleşenlere göre Batı "İslamcı parti"ye gereğinden fazla sıcak yaklaşıyor. Türkiye'yi analiz etme konusunda yurtdışından farklı sesler yükseldikçe, şaşkınlık gizlenmez bir öfkeye dönüşüyor. Aslında tam bu noktada durup önemli bir muhasebe yapmak gerekiyor. Bu iç muhasebe ötelendikçe; daha kötüsü kızgınlıkla örtbas edildikçe Türkiye'nin dünyadan kopma riske de artıyor. Zira "Biz dışarıdan niçin böyle görünüyoruz?" sorusuna bulunacak hakperest cevaplar Türkiye'ye mesafe aldırır; ancak "Siz de kim oluyorsunuz?" şeklinde meseleye yaklaşırsanız bu, ülkeyi marjinalleştirir, dünyadan soyutlar. Türkiye'yi bu şekilde dünyadan koparmak imkânsız olacağından, öfkeyle kalkan zararla oturacak ve kendi kendini modern dünyadan tecrit edecektir... Geçen hafta Batı medyasında AK Parti'nin kapatılma davasına ağır eleştiriler getirildi. Türkiye'deki bürokratik hegemonya adeta yerden yere vuruldu. Sadece basın mı? Hayır. Dünya siyaseti de ayağa kalkmış durumda. Akademisyenler, saygın ekonomistler, sosyal bilimciler açılan davayı şaşkınlıkla izliyor ve tenkitlerini art arda sıralıyor. Terör, cebir, şiddet gibi metotlara başvurmayan; tam aksine AB yolunda özgür adımlar atmış bir parti hakkında dava açılmasını saçma buluyor dünya kamuoyu. Ucuz bir kabadayılık gösterisi ve külhanbeyi ağzıyla "Siz kim oluyorsunuz?" deyip kükreme yerine "Bir yerde hata mı yapıyoruz?" demek gerekiyor. Anayasa Mahkemesi kararından önce raportörün "kapatılmasın" raporu ve rapordaki evrensel bakış açısı dünya ile kesişen bir vizyonu ortaya koyuyor. Bunlara kulak tıkamak hem dünya gerçeğini ıskalamak anlamına geliyor hem de Türkiye gerçeğini... Sadece geçen haftaya sıkışan eleştirilere bakmak bile kâfi. The Times gibi dünyanın en itibarlı köklü gazetelerinden biri, The Economist gibi dünyanın en yaygın ve muteber dergilerinden biri, The Washington Post gibi dünyanın en tanınan markasından biri, AK Parti kapatma davası konusunda çok ağır eleştiriler yöneltti. Bu süreçte Türkiye'ye yönelik yapılan tenkitleri bir araya getirseniz kocaman bir kitap çıkar ortaya. Bu durum karşısında bizdeki medyanın bir bölümü şok yaşıyor. Aslında hayretlere kapılmayı gerektiren bir manzara yok ortada. Dünyanın işaretlediği özgürlükçü ve çoğulcu yol haritasında bizdeki yasakçı pusulanın bir anlamı bulunmuyor. Bu gerçeği görmediğiniz takdirde asabınız bozulur; saçma sapan yayınlarınız sırıtıp durur. Nitekim Batı'dan gelen tepkilere meydan okumayı tercih edip burnunun dikine giden medya nasıl Batı basınını anlamakta zorluk çekiyorsa; Batı medyası da bizimkileri anlamakta zorluk çekiyor. Temel hak ve özgürlüklerin yanında yer alması gereken medyanın nasıl oluyor da yasakçılıktan dem vurduğuna, faşizm çağrısını barındıran düşüncelere nasıl bu kadar kendini kaptırdığına, devrimci, değişimci bir dinamizm yerine statükocu ve tutucu bir bakış açısıyla nasıl dönüp kendi vatandaşına adeta savaş açtığına bir anlam veremiyor... Meselenin önemli bir bölümü medya üzerinden devam ediyor. Batı medyası ile Türk medyasının kadim çehresi arasındaki mesafe açılıyor. Ancak meseleyi sadece medyalar arası algı farklılığı olarak görmemek gerekiyor. Konu daha geniş, daha derin ve daha kuşatıcı bir alanda devam ediyor. Mesela Türkiye üzerine araştırma yapan kişi, kurum ve kuruluşlar da, Türkiye üzerine analiz yapmak zorunda kalan siyasetçiler de sosyal bilimciler de artık eski bir pencereden Türkiye'yi analiz edemediklerinin farkında. Bir zamanlar Türkiye'ye (her alanda) önemli insanlar gelir, sahaya inmenin getirdiği cesaretle görüşmelerde bulunur ve daha sonra izlenimlerini bir kenara kaydederlerdi. O analizler üzerinden yeni pozisyonlar belirlenirdi. Ne var ki son yıllarda Batılı bütün araştırmacılar fark etti ki Türkiye'yi sadece dar bir zümreyle çözümleyebilmek mümkün değil. Yakın zamana kadar çok sıkı temas halinde bulundukları aydın, gazeteci, siyasetçi vs. kişilerin elit bir zümreden mürekkep olduğunu; kadim usullerle yapılan fikir teatisinin Türkiye gerçeğini tam resmedemediğini fark ettiler. 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra başlayan "Acaba yanlış pencereden mi bakıyoruz?" endişesi daha sonraki aşamalarda "Bu bakış açısı dar ve yanlış analizler içeriyor" hükmüne taşıdı. Şimdi Türkiye'yi anlamanın halka daha açık, halkla daha bütünleşmiş kitlelerle buluşmaktan geçtiğini biliyor dünya. Bir kısım medyanın hırçın tavırlarının bir sebebi de bu. Daha düne kadar "Türkiye uzmanları"nın kapısını çalıp kendisinden akıl aldığını düşündüğü insanlar, artık başka kapıları da çalıyor ve fotoğrafın tamamını görmek için gayret sarf ediyor. Onlar fotoğrafın tamamını gördükçe bu ülkede her geçen gün yalnızlaşan ve güç kaybedenler (başta medya ve siyasetçiler olmak üzere) Batı'dan yükselen özgürlükçü yorumlara yalnızca sert tepkiler vermeyi tercih ediyor. Bu arada yeri gelmişken Today's Zaman'ın da hakkını vermek gerekiyor. Yıllarca, Türkiye'deki gelişmeleri belli mecralardan ve belli perspektiflerden takip etmek zorunda kalan yabancı okuyucu ve uzmanlar için büyük bir alternatif olan Today's Zaman, Türk insanının bile bazen takip etmekte zorlandığı gelişmeleri okuyucularına bütün yönleriyle sunuyor. Türkiye'deki sosyal değişim rüzgârlarını doğru yorumlamak isteyenlerin mutlaka takip etmesi gereken bir gazete Today's Zaman... Aslında sorulacak soru gayet basit: "Temel hak ve özgürlükler konusunda bizde sergilenen yasakçı, hatta anti demokratik tutum mu yanlış; yoksa dünyanın bizdeki faşizm özentisi reflekslere karşı takındığı sert tutum mu?" Hiç kimse ülke sınırının ötesinden ağır laflar duymak istemez, hiç kimse ülke itibarının dünya entelijansiyası tarafından hallaç pamuğu gibi atılmasına razı olamaz; lakin bu onur kırıcı tabloda herkesin bir an önce durup aynaya bakması, tavrını gözden geçirmesi gerekiyor. Dünya adeta koro halinde sesleniyor ve diyor ki: "Partileri mahkemeler değil; halkın iradesi kapatır." Bizimkiler buna bozuluyor. Kim haklı? Sanki Batılılar böyle diyor da Türk milleti başka bir şey mi söylüyor? Dünya topyekûn Türkiye'ye sesleniyor ve diyor ki: "Devlet içinde çete kurmak ve gladyo tipi örgütlenmelerde bulunmak demokratik bir ülkede kabul edilebilir bir durum değil." Bizimkiler fitil oluyor, çıldırıyor Ergenekon lafını duyar duymaz. Sanki dünya böyle diyor da bu ülkenin evlatları farklı bir şey mi düşünüyor? Türkiye'de dar bir zümre kendi gerçeği dışında hiçbir hakikati duymak istemiyor. Bunun sonu hem dünyadan kopuştur hem Türk milletinden. Bizden söylemesi! Agarta, magarta, palavra Hafta içinde İstanbul Başsavcısı Aykut Cengiz Engin kameraların karşısına geçti ve Ergenekon iddianamesini mahkemeye verdiklerini açıkladı. Başsavcı'nın son derece sağlam, o anki ihtiyaca tam cevap veren basın açıklaması medyaya dağıtıldı. Elektronik kura yöntemiyle dava dosyası 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Mahkeme kabul ettiği takdirde bir seneyi aşkın bir süredir devam eden davanın görülmesine başlanacak. Bu önemli bir gelişmeydi. Başsavcı'nın ifadelerine göre iddianame yaklaşık 2.500 sayfayı buluyor, 441 klasörden oluşuyor... Meseleyi sulandırabilmek için her an çiftetelli havası kollayan bazı gazeteciler, iddianameden müthiş (!) ve dahi esrarengiz (!) bir ayrıntı yakalamış güya. Söylentiye göre Agarta diye bir tarikat varmış da, Ergenekon çetesinin aslı buna dayanıyormuş da falan filan. Bazı gazetelerin şapkadan tavşan çıkarmak için bu kadar ıkınıp sıkınmasını anlamak mümkün değil. Bu tip zorlamalar en çok kabız durumundaki meslek erbabına zarar veriyor. Hiç olmadık bir biçimde "Yahu bunlar niye gocunuyor gladyo soruşturmasından?" dedirtecek şüphelere sebep oluyorlar. Çünkü bu yapılanların adı, kim ne derse desin işi sulandırmaktır. Diyelim ki Agarta iddianamede geçiyor ve bu haliyle absürt bir hava katıyor davaya. Peki, 2 bin 500 sayfayı bazı gazetecilerin Agarta lafının etrafında absürtleştirmesi medyayı maskara haline getirmiyor mu? Sen böylesi önemli bir davayı güdükleştirmek için saçma sapan metotlara başvurursan millet sormaz mı: "Şu Ümraniye'de bulunan bombalar, Eskişehir'de ele geçirilen belgeler, Fenerbahçe Orduevi'nde yakalanan bilgiler, suikast planları darbe hazırlıkları, birtakım siyasi cinayet bağlantıları vs. hakkında ne diyeceksin?" Susurluk davasında aslanlar gibi (!) kükreyerek o günkü Refah-Yol hükümetini alaşağı edenler, bugün Susurluk'tan çok daha vahim bir örgütü görmezden gelerek AK Parti hükümetini yıpratmak için seferber olmuş durumda. Hâlbuki konu günlük siyasi telaşlardan ziyade demokrasinin savunulmasıdır ve çok ciddidir. Ayrıca belirtmek gerekir ki çetesini tasfiye edemeyenler çete tarafından tasfiye edilmeye mahkûmdur. Siyaset için de bu böyle medya için de... Bazı gazetelerin hali pürmelâli yürekleri burkacak hale gelmiş. Birkaç gün önce bir TV kanalında birkaç gazeteci oturmuş Ergenekon'u savunmak için çırpınıyorlar. Güya, neymiş; "darbe teşebbüsünde bulunmak suç mu olurmuş; daha ortada teşebbüs yokmuş..." Yani ayıptır söylemesi Recep İvedik çıksa gelse o reklamdaki psikoloğa dediği gibi "yuh" deyiverecek. A be kardeşim darbe yapıldıktan sonra mı soruşturma olacak? Önce maskelerinizi çıkarın. Çıkarın ki ne kadar cuntacı olduğunuz anlaşılsın ve kulaklarınıza fısıldananı yazmakla köşe yazarı olmak arasındaki fark tebellür etsin! Ergenekon davası sırasında yapılan yayınlar turnusol kâğıdı gibi herkesin tıynetini ele verdi ve verecek. Her kim "abra kadabra" der gibi "Agarta magarta..." efsanelerinin ardına sığınıyorsa ve tarihî bilgileri silindir şapkaların içine gömüyorsa bilin ki palavracının dik âlâsı ile karşı karşıyasınız.
21 Temmuz 2008 08:46
DİĞER HABERLER