28 Şubat postmodern darbesi, nihayet, adalet huzurunda hesap veriyor.
Sevindirici bir gelişme. Herkes açısından. Ordumuzun illegal işlerden sıyrılması, siyasetin üzerindeki asker baskısının kaldırılması, medyanın darbecilerle işbirliğinden kurtulması, halkın Meclis'e duyduğu güvenin pekiştirilmesi... Kazanımlar o kadar çok ki!
Yine de birileri bu mühim gelişmeyi "armudun sapı üzümün çöpü" söylemiyle sabote etmek istiyor. Büyük fotoğrafın somut bütünlüğünü perdeleyebilmek için konuyu küçük öğelere indirgeyerek sulandırma, anlamsızlaştırma, kadük bırakma çabası içindeler.
Evet, Başbakan doğru bir tespit yapıyor: "28 Şubat soruşturması bir 'cadı avı'na dönüşmemeli." Başbakan'ın bu tespiti kadar şu demokratik talebi de önemli: "Ucu nereye dokunursa dokunsun o dönemde yapılan antidemokratik uygulamalar ve hukuk dışı zorbalıkların hesabı sorulmalı." 28 Şubat darbesinin en büyük suçlularından biri medyadır. İnsanları ve kitleleri mağdur etmiştir. Şimdi tersinden bir mağduriyet tabii ki yaşanmamalı. Andıç vahşetine andıçla cevap verilmez. Medyatik linçe medyatik linçle mukabele edilmez. O yüzden medya, özellikle de bir dönem mağduriyet yaşayan medya, hukuk çerçevesini aşmamalı. Hakkaniyet ve adalet her suçlunun bizzat hesap vermesine bağlı. Bu süreci somut deliller eşliğinde soğukkanlı bir yaklaşımla takip etmek şart.
Fakat bu arada bazı mihraklar başka propagandaların peşine düşüyor. 28 Şubat'ın en belirgin mağdurlarını bile sanki o dönemin işbirlikçisiymiş gibi takdim ediyorlar. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 28 Şubatçılarla aynı karede düşünülmesi akla ziyan bir çarpıtmadan başka nedir? Ya da 28 Şubat sonrasında 8 sene yargılanan ve beraat üstüne beraat alan Fethullah Gülen'i, o günkü hükümeti uyarmasından ya da askeri temkinli davranmaya teşvik eden konuşmasından dolayı suçlamak ancak cin fikirli bir siyasetin ürünü olsa gerek.
Geçen hafta Başbakan'ın başdanışmanı Yalçın Akdoğan bu konuya geniş bir perspektiften yaklaşarak önemli bir şerh düştü. O şerh, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin ve diğer kanaat önderlerinin en zor zamanda takındığı fedakâr tavrı doğru yorumluyor: "Büyük mağduriyetler yaşayan ve hedefe konulan muhafazakâr kesimin kişi ve kurumlarını işbirlikçi gibi takdim etmek, büyük bir vicdansızlık olur. Eğer bugün hayırlı bir netice hâsıl olduysa ve 'sabrın semereleri' alınıyorsa, bu durum, bir bütün olarak muhafazakâr camianın sorumlu tavrıyla ve demokratik mücadelesiyle ortaya çıkmıştır."
Asker gümbür gümbür geliyordu. Hafta içinde Taraf'a demeç veren dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan iki kez "klasik darbe"den bahsediyordu. "Klasik darbe"yi yakından görenler onu önlemek için çırpındı durdu. İyi de ettiler. O önleyici hamleler yapılmasaydı Baas devrimlerini model sayan askerler kanlı bir darbe yapacaktı. Hükümetin istifası da ön almak içindi. İnanmayan eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel'i dinlesin. O gün neden tutuklandığını anlatsın. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu da kanlı plana vâkıftı.
Görünen o ki 28 Şubat soruşturması derinleştikçe çok ciddi gerçeklerle yüz yüze geleceğiz. Gelmeliyiz de! Darbelerle yüzleşme yapıl(a)madığı için darbe tehlikesinden bir türlü yakamızı kurtaramıyoruz. Ne acıdır ki darbelere gönülden bağlı "aydınlar" var bu ülkede. Keşke sadece gönül bağı olsa bu işbirliğinin açıklaması. Mideden bağlı kitleler, kafadan bağlı zümreler, ayaktan bağlı topluluklar da var. Meselenin kördüğüm haline gelmesinin bir sebebi de budur. Hiç ummadığınız kişiler, hiç beklemediğiniz bir sebepten dolayı darbenin yanındadır, arkasındadır; karşısında gözükse bile!
28 Şubat'ın somut suçları var; bunu kimse inkâr edemez. Tank yürütmek, devlet adamlarını silah zoruyla vazifeden alaşağı etmek ve görev yapamaz hale getirmek, insanları fişlemek, montaj kasetler üreterek insanları linç etmek, hiçbir somut belgeye dayanmaksızın insanları işten atmak ve başka bir yerde iş bulmalarına fiilen engel olmak, medyaya baskı yaparak psikolojik harp yürütmek...
Somut suçlar ortada dururken hiçbir şey yokmuşçasına davranmak ya da "Aman işin ucu bize dokunur." düşüncesiyle tutuksuz yargılanan bazı gazeteciler üzerinden barajı olabildiğince uzağa kurmak, kafaları karıştırmak için darbenin mağdurlarını darbecilerin esamisiyle karıştırmak gibi taktikler artık hiçbir anlam ifade etmiyor. Darbelerin her türü suçtur; hem de insanlık suçu. Fiilen bu suça her kim ortak olmuşsa hesabını vermelidir. Tarih zaten bu cürmün hesabını soracaktır.
Herald Tribune'ün düştüğü duruma bakın!
Bir zamanlar, dünya markası haline gelmiş bazı gazetelerin adı zikredildi mi orada yazılanlara itimat edilir, o sütunlarda yer alan haber ve yorumlar muazzam bir dikkatle takip edilirdi. Hak ediyorlardı çünkü. Objektif habercilik yapıyor, ideolojik saplantıların altında ezilmiyor, yanlı ve yanlış bilgilerle okurunu manipüle etmiyorlardı. Son yıllarda uluslararası medya markalarının değeri güneşi gören kardan adamlar gibi eriyor. Buyurun size son örnek: International Herald Tribune Gazetesi (IHT) Fethullah Gülen hakkında bir habere yer verdi. Bir haber bu kadar mı önyargılı olur, bu kadar mı objektiflikten uzak bulunur! Yorum hatası değil; resmen bilgi hatası yapıyorlar. Tam bir gazetecilik rezaleti!
Ya haberi yazanlar çok fena doldurulmuş ve yanlış bilgilerle donatılmış; yahut gazete yönetimi "İslam fobisi"nin derin insiyaklarıyla gazetecilik ilkelerini yerle bir etmiş. Açıkçası IHT markasına bu kadar çapsız bir haber yakışmıyor.
Ortada en küçük bir somut delil olmaksızın Fethullah Gülen'e bu kadar ağır suçlamalar yöneltmenin ne mantığı olabilir? Bir yandan haberinde "iddiaları ispat etmek neredeyse imkânsız" diyeceksin; sonra da o deli saçması iddiaları gerçekmiş gibi dünya kamuoyuna ilan edeceksin. Bunu bazı marjinal Türk gazeteleri öteden beri yapıyor. Haberde yer verilen iddialardan dolayı Gülen'in 8 sene yargılandığını, beraat kararı aldığını, o beraatı Yargıtay'ın oybirliği ile onadığını görmezden gelerek militan gazetecilik yapıyorlar zaten. Bu tavır marjinal gazetelere yakışıyor. Peki, Herald Tribune'e ne oluyor? Önyargıya tutsak bir haberi nasıl oluyor da haber kriterlerini yerle bir ederek yayınlıyor gazete? Suç kimin? Haberde imzası olan Dan Bilefsky ve Şebnem Arsu'dan mı kaynaklanıyor gazetecilik katliamı; yoksa dikkatsiz editörlerden mi?
Aslında yabancı basının yaptığı korkunç gazetecilik hatasını ilk defa görmüyoruz. 10 senedir hızla artan bir önyargıyla kirli haber bombardımanı var Batı basınında. Konu AK Parti olunca, Tayyip Erdoğan'dan bahis açılınca, Abdullah Gül gündeme gelince yabancı basının Türkiye'deki temsilcileri yanlı ve yanlış haberlere imza atıyor. İşte tam bu sebepledir ki yabancı basını takip edenler Türkiye'deki sosyolojik dinamikleri bir türlü okuyamıyor; çünkü oraya yansıyan, bu ülkedeki önyargılı dar bir zümrenin evhamından başka bir şey değil. Bu arada olan, uluslararası medya markası haline gelmiş itibarlı kurumlara oluyor; çünkü dünyada merkez medya diye bilinen bu kurumlar Türkiye'de marjinalin de ötesinde marjinal bir duruma düşüyor. Artık bu markaların aynaya bakıp kendilerini meslek ilkeleri çerçevesinde hesaba çekme zamanı geldi. İtibarları gümbür gümbür yıkılıyor; temsilcileri bu gerçeği merkeze bildirmese de gerçek aynen budur. Bizden söylemesi...