Sosyal medyada yükselen Suriyeli karşıtlığı konusunda sosyologlar, tepkinin Suriyeli sığınmacıların kalıcı olduğu fikrinin yerleşmesiyle arttığı görüşünde. Sosyologlar, "onlarla geçiniyoruz ama pek sevmiyoruz" diyor.
Türkiye'de resmi verilere göre, Aralık 2018 itibariyle yaklaşık 3 milyon 620 bin Suriyeli sığınmacı bulunuyor. Suriye'den Türkiye'ye gelişlerin başladığı Nisan 2011'den bu yana zaman zaman sosyal medyada Suriyeliler hakkındaırkçı söylemler paylaşılabiliyor. Yedi yıldan beri Türkiye'de yaşam mücadelesi veren sığınmacılara yönelik olumsuz davranışların olası sebeplerini, alanda uzman araştırmacı ve sosyologlarla konuştuk.
Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Didem Danış, dünyadaki örneklerle karşılaştırıldığında Türkiye toplumunda ciddi bir Suriye karşıtlığı olmadığı ve aslında Avrupa'daki yabancı düşmanlığı düşünüldüğünde bu durumun olumlu anlamda şaşırtıcı olduğu görüşünde.
"Burada devletin 'hüsnü kabul' politikalarının etkili olduğunu düşünüyorum" diyen Danış, Suriyelilerin devlet kurumları tarafından dışlanmadığına, aksine kapsayıcılık açısından önemli bir çaba olduğuna dikkati çekiyor.
"Sosyal medya toplumun genelini yansıtmıyor"
Türkiye'deki sıkıntının devlet nezdinde değil, Suriyeliler konusunda toplumsal kabulün çok düşük olmasından kaynaklandığını dile getiren akademisyen, "Avrupa'da, mesela, göçmen karşıtlığı var ama mülteci dostu yurttaş girişimleri de var. Bizde ise tek tük benzer girişimler bulunuyor" diyor.
Medyada Suriyelilerin "misafirperverliğe muhtaç", "zayıf" gruplar şeklinde resmedildiğini ifade eden ve bu temsilin bir derece hoşgörü imkânı yarattığını dile getiren Danış, Avrupa Birliği ile imzalanan anlaşma ve Suriyelilere verilen vatandaşlık vaatleri ile beraber kalıcı oldukları fikrinin yaygınlaşması sonucu toplumda tepkinin yükseldiğini düşünüyor. Danış, "Ancak bu tepki korkulduğu kadar da yüksek değil" diye ekliyor.
Diğer yandan, Türkiye'de hakim medyanın Avrupa ya da ABD medyasının aksine göçmen düşmanı bir söylem tutturmadığına dikkat çeken Doç. Dr. Danış, "O yüzden bütün olaylar yetkililer tarafından kontrol edilemeyen sosyal medya üzerinden patlıyor. Sosyal medya üzerinden yükselen ve örgütlenen bir tepki patlaması görüyoruz" diyor. Öte yandan, sosyal medyanın toplumun genelini yansıtmadığını da özellikle vurguluyor:
"Daha genç ve kışkırtmaya daha kolay kapılabilenler sosyal medyada önemli rol oynuyor. Sosyal medyada ötekileştirme, milliyetçilik ve erkeklik üzerinden yapılıyor. Bu yüzden, 'Kadınlar ve yaşlılar kalsın, erkekler savaşsın' gibi söylemler olabiliyor."
"Irkçılık kalıcı oldukları anlaşıldığında arttı"
Araştırmacı Şenay Özden de kalıcılık meselesine vurgu yapıyor. Özden'e göre, Türkiye'de Suriyelilere yönelik ırkçı söylem ve davranışlar sığınmacıların burada kalıcı olduklarının anlaşılması ile arttı. "İnsanlar gelenlerin bir gün gideceklerini düşünerek sadece 'tahammül' ediyordu ama kalacakları belli olunca kamusal alanda varlıklarına saldırılar başladı" diyor.
Araştırmacı Özden, asıl meselenin Suriyelilerin kamusal alanda görünür olması ile ilgili olduğunu düşünüyor:
"İnsanlar yedi yıldır burada yaşıyor ve bir hayat kuruyorlar. Doğal olarak Taksim Meydanı'na, parka, kumsala da gidiyorlar. Ancak toplumda 'Suriyeliler mağdur kalsın, eğlenmesin, kenarda dursun' düşüncesi var. Bu da ırkçılığın bir versiyonu."
Türkiye'de yaşayan Suriyeli kadınların en fazla sosyalleştikleri alanın çarşı-pazar olduğunu söyleyen araştırmacı, gündelik hayatta maruz kalınan ırkçılığı örneklendirmek için sahada bir araya geldiği bir kadının söylediklerini aktarıyor:
"Hakkımda konuşulanları anlamak istemiyorum"
"Bir gün 60 yaşlarında Suriyeli bir kadın, 'Türkçe öğrenmek istemiyorum çünkü çarşıya gittiğimde hakkımda ne konuştuklarını anlayacağım' demişti."
Suriyeli çocukların okula gitmelerinin devlet tarafından teşvik edildiğini ve bunun olumlu bir durum olduğunu dile getiren Şenay Özden, bazı ailelerin "Çocuğum Suriyeli bir çocukla aynı okulda mı okuyacak ?" şeklinde ifadelerde bulunduklarını söylüyor. Özden'e göre, Suriyeliler meselesi artık Türkiye'de bir "turnusol kağıdı" görevi görüyor. Pompalanan milliyetçiliğin mevcut tepkiyle birleştiğinde ortaya ırkçı bir tablo çıktığını vurgulayana Özden, "Tehlikeli olan, kendisini milliyetçi olarak tanımlamayan kesimlerin de mülteci düşmanlığı yapabildiğini görüyoruz" diyor.
"Ankara'daki Suriyelilerin Mültecilik Deneyimleri" başlıklı saha araştırmasını yapan üç sosyologdan biri olan Ankara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü araştırma görevlisi Feray Artar da alan çalışmalarının Türkiye toplumunun "Suriyelilerle geçindiğini ama onları pek sevmediğini" gösterdiğini söylüyor:
"Türkiyeli sakinler yeni gelen komşularına yardım etmiş, onlarla iyi ilişkiler geliştirmişti. Ancak yine de bir an önce evlerine dönmelerini istemekten çekinmediler."
"Ekonomik krizden mültecileri suçlayabiliyoruz"
Suriyelilerin medyada "vergi vermeden yaşayan", "Türkiyelilerin imkânlarını kısıtlayan", "yardımlar sayesinde avantaj sağlayan" şeklinde temsil edildiğini belirten Artar, bu temsillerin fiziksel saldırı olmasa da "sevilmeyi" engellediğini ifade ediyor: "Vatanını savunmamış kişi", "potansiyel suçlu", "çok çocuk yapan", "okullara sınavsız yerleştirilen" ifadeleri onları sevmediğimizin göstergesi. Bir yanımız onlara saldırmamızı engelliyor ama onları anlıyor değiliz. Bu nedenle ekonomik kriz konusunda da mültecileri suçlayabiliyoruz."
Suriyeliler ile ilgili gerçekten olumlu imaj ve davranışlara sahip olan kişilerin onlarla ekonomik gelir ilişkisi kurmuş olanlar olduğunu söyleyen sosyolog, ekonomik rekabet ilişkisinin de olumsuz davranışları tetikleyebileceğini dile getiriyor.
Sosyolog Artar, "Nedense onları kafelerde görmekten rahatsız oluyoruz. Biz plaja gidemezken onların nasıl gittiğine kafa yoruyor, mülteci kadınların makyaj yapmasını eleştirebiliyoruz" diyor.
Saha çalışması sırasında çok fazla ırkçı fiziksel saldırı hikâyesi dinlemediklerini ifade eden Artar, diğer yandan, sayısız sözel saldırı örneği ile karşılaştıklarına dikkat çekiyor.